Mehmet Özay 27.10.2024
Şehrin ana arterlerinde, trafiğin boğucu etkisine maruz
kalırken, başınızı biraz sağa, sola ve yukarıya çevirdiğinizde ya da ana
arterlerden ara caddelere ve sokaklara saptığınızda, insana dinginlik hissi
veren ve yağmur ormanlarını temsil edebilecek yeşilin ve diğer renklerin tüm
tonları ve renkleriyle karşılaşırsınız.
Yaratıcı’nın, bu coğrafyaya bahşettiği tüm güzelliklerin en
asgari unsurlarıyla bu ortamda dahi karşılaşmak bile, bu şehri ziyaret etmeye
hatta, dönem dönem yaşamaya sevk etmeye kafi gelir.
Bu yazıda, şehri iki açıdan ele alacığım...
İlki şehrin alt yapı, maddi gelişme ve kalkınma boyutuyla;
ikincisi, şehir ve insan ilişkisinde insan faktörü üzerinde kısaca duracağım.
Bu olguları ele almada ise araç olarak, zengin ve fakir ikilemini
gündeme getireceğim...
Alt yapı ve düşünce
Şehrin alt yapı ve maddi gelişmişlik olgusu kadar, entellektüel
düşünce ve inanç boyutundan uzak kalmadığını ve bu boyutların sıradan
insanların gündelik yaşamında gizli/açık ortaya çıkıyor.
Şehrin, düşünce dünyamızda ve gündelik yaşamda
ayırdığımız -yukarıda dikkat çektiğim- bu ikili kategorinin sadece, birinci
yanını öne çıkartmak haksızlık olur.
Öte yandan, ikinci yanını görebilmek için ise, olan
bitene, yakın ve uzak çevreye, biraz detaylı bakmak ve baktığımızı, anlamaya
çalışma konusunda gayret göstermek gerekir.
Öyle ki, tam da bu çelişkilerin bir ifadesi olarak, Cakarta’da
bulunmak, bize pek çok siyasal ve toplumsal olgunun, birbiri peşi sıra
zihnimizde uçuştuğunu fark etme ve tecrübe etme imkânı verir.
Aslında, şehir, bize bunu hissettirmek için elinden
geleni yapar...
Nereden nereye...
Başkent Cakarta, bir dönemin politik tanımlamasıyla, 3.
Dünya kategorisinde giren devletlerin az gelişmişlikleriyle öne çıkan
başkentleri arasında sıralanırdı.
Yaklaşık, son yirmi yıllık gelişmeler ise, bu başkenti
kapsamlı dönüşümlerin gündeme geldiği, gelişmekte olan bir ülkenin başkenti
konumuna taşıdı.
Bu gelişmenin, küresel bir zorunluluk eseri olduğunu da
söyleyebiliriz...
Yolsuzluğu azaltma, toplumun yoksul ve yoksun kesimlerini
biraz olsun, daha fazla gözetme ve bir nebze olsun ferahlatma anlamında, sabık
başkan Joko Widodo’nun, son on yılda izlediği politikalarla ülke dönüşürken,
temsil gücü yüksek olması nedeniyle başkent de, bundan hiç kuşku yok ki, en
büyük payı alan şehir konumunda oldu.
Ancak, şehir, bu kalkınmacı politikaların önemli bir
bölümünün hayata geçirilme süreçlerinin akamete uğradığı ve bugün bunlardan
belki de, pek azının arzu edilen şekilde meyvelerini verdiğini
söyleyebilebeceğimiz bir gelişme evresi tecrübe etti.
Şehrin ana arterlerinde şöyle bir dolaşıvermek, bu
sürecin bittiğini söylememizi zorlaştırırken, nelerin gecikmeli olarak ortaya
konulmaya başlandığı ve potansiyel olarak, daha nelerin ortaya konulması
gerektiği konusunda bizi düşüncmye sevk ediyor...
Bu noktada, Cakarta’nın, geniş toplum kesimleri için
yaşanabilirliğini artırma konusunda ve bu anlamda, alt yapıdan üst yapıya -veya
tersinden(!)- değiştirme konusundaki azimli duruşlarıyla öne çıkan valiler ile
ulusal başkenti uluslararası arenada temsiliyetini güçlendirme konusunda
valilere yardımcı olmayan çalışan devlet başkanlarının çabalarına karşın, bugün
karşımızda arzu edilen seviyeye ulaş/a/mamış bir Cakarta olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır.
Belki de, ‘bu nedenledir ki, sabık başkan Jokowi hem,
valiliği hem de, devlet başkanlığını kapsayan, 2012’den 2024’de değin, toplam on
iki yıllık süreçteki tüm çabalarına karşın, nihayetinde pes edip, ülkenin bir
başka Adası’da yani, Kalimantan’da sil baştan yeni bir başkent icadına ve
inşasına müracaat etmek zorunda kalmıştır’ dersem, yanlış söylemiş olmam.
Sıradan insanlar (rakyat)
Bunca alt yapı ve üst yapı karmaşasına ve açmazlarına karşın,
Cakarta’yı algımızda, tecrübelerimizde ve bugünümüzde bize olumlu gelen ve
hatta sevimli kılan, geniş toplum içerisinde alçak gönüllü bir yaşama sahip olan
‘samimi’ insanlarıdır.
Bu insanların büyük bir kısmı, başlıkta yer aldığı üzere
ikinci kısımda yer alır...
Zenginin en zengin, fakirin en fakir (kaya terlalu
kaya, miskin terlalu miskin) olduğuna şahitlik edilecek şehirlerden birisidir
Cakarta...
Hayatın insan zihnini ve ruhunu sindirici ve yıkıcı tüm dinamiklerine
karşın, fakirlikle/yoksullukla hem hâl olan kesimleri, içinde var oldukları tüm
dezavantajlı konumlarına rağmen, sahip oldukları insani unsurlarının, inanç ve
geleneklerince olgunlaştırılmış değerlerinden gelen olgunlukla, şu ya da bu
şekilde suskunluğunu, sadeliğini ve de nezaketini yitirmeden, bu haliyle bile var
olmasını becerebilen insanlar olarak adlandırmak yerinde olur.
Değerler ve anlam
Zenginlerin, -şimdilik- ne halde oldukları bir yana,
toplumun ağırlıklı bir bölümünü oluşturan fakir/yoksul kesimlerin varlığı,
inancı, yaşam ritüelleri ve sıradanlıkları kanımca hem, kendi aralarında hem de,
bizler gibi dışarlıklı ziyaretçiler için olumlu ve anlamlı bir yaşam alanı
açıyor.
Ve bu durum, şehrin geniş arterlerinde fiziki anlamda
yaşamı boğan tüm süreçlere rağmen, şehirde yaşamayı anlamlı kılmaya ve insani
olanı öne çıkarmaya yeter bir durum kazandırıyor.
Bu fakir/yoksul insanları görebilmek için şehre ve
topluma biraz daha derinden bakmak, içlerine biraz daha girmek, onlarla az da
olsa yüz-göz olmak, mümkünse biraz hasbihal etmek gerekiyor.
Bu şehre, ‘zengini en zengin, fakiri en fakir’ demek
suretiyle, bir ölçüde sınırlandırıcı bir toplumsal tanımlama yaptığımın
farkındayım.
Bu yaklaşım, sadece şehri ve şehir yaşamını anlamada, bir
yol ve yordam olmasıyla bize yardımcı olacağını düşünüyorum.
Bu ikili kategorinin arasında yer alan ve -ekonomik
geliri bir yana-, diğer pek çok açılardan, orta sınıf demeye pek de dilim
varmayan geniş bir kitlesinin de var olduğuna kuşku yok.
Bu kesimin sınırlılıkları ise, farklı toplumsal
gerçeklikleriyle anılmayı gerektiriyor.
Ancak, öncelikle bu geniş kesim, iki temel zıt toplumsal
yapıdan birine yanaşma ve ötekinden uzaklaşma çabasıyla diğerlerinden ayrılıyor.
Bu geniş kesimin belki, görece az bir bölümü ‘zenginin daha
zengin olduğu’ toplumsal çevreye ve evreye dahil olmanın yollarını aramakla
meşgulken, önemli bir bölümünün geleceği olmayan kötü talih ya da kör talih (!) ve kader’in cilvesi sonucu ya
da toplumsal nizamı tesis noktasında sorumlu olanların, yöneticilerin, bürokratların,
siyasilerin vurdumduymazlığıyla, ‘fakirin en fakir olduğu’ toplumsal alana
düşmemek için gayret sergiliyor.
Zengin’in en zengin, fakirin en fakir olduğu bu şehirde ikiyüzlülüğe
kapılmadan, hayatın ağırlığını olduğunca -ve de zorunlu olarak yüklenen ve
bunun altından kalkmaya çalışan geniş fakir ve yoksul kitleler sahip oldukları ve
devam ettirmeye çalıştıkları değerlerle kendi yaşamlarına, toplumsal ilişkilere
ve de şehre anlam katıyorlar.
Bu insanları, kendi ortamlarında görebilmek, oturup sohbet
edebilmek, hallerini anlayabilmek hiç kuşku yok ki, gayet önemli öğretici
özellikler sunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder