Mehmet Özay 05.10.2024
Son dönemin başat gelişmelerinden hareketle de, bu
kavramı kullanmayı tercih etmiş değilim.
Aksine, konuyu doğrudan ve anlamlı, belki de çarpıcı, bir
şekilde dile getirmenin bir ifadesi olarak bu kavramın işlevsel olduğunu
düşünüyorum.
İktidar olgusu
Sosyolojik bir kavram olarak iktidar olgusu, toplumlarda
siyasal güç tesisi ile birlikte ortaya çıkmaya başlar.
Genelde adına toplumsal hareketler denilen yapılar ve
bunların siyasallaşmış hali veya bir başka ifadeyle, kurumsallaşmış hali siyasi
partiler olarak karşımıza çıkar.
Bir toplumda veya daha doğru bir ifadeyle ulus-devlette
-bu monarşik parlamenter yapısı veya demokratik parlamenter sistem olarak da
anılsın-, iktidar olmak doğal bir siyasal sürece tekabül eder.
Bununla birlikte, aç toplumlar ile tok toplumlarda var
olan iktidar savaşlarının doğasının birbirinden ayrıştığına tanık olunur.
Bu noktada, belki aradaki farkı bir nebze olsun ortaya
koyma adına aç toplumlarda ‘iktidar savaşı’ndan, tok toplumlarda ‘iktidar
rekabeti’nden söz edebiliriz.
Kanımca, bu ifade derdimizi ifade etmeye yarar gözüküyor.
Niçin siyaset ve iktidar?
Toplumsal hareketler, niçin siyasi hareketlere ve siyasi
hareketler kurumsallaşarak niçin siyasi partilere dönüşmek ister?
Bu noktada, iktidar olmanın, varoluşsal bir normmuş gibi
kabul edildiği izlenimi uyandıran bir süreçle karşı karşıyayız.
Toplumları oluşturan ve farklı ideolojik, dini, kültürel,
siyasal ayrışmalara konu olan kesimlerin iktidar olmak suretiyle toplumu
yönetme arzularının, söz konusu ilgili toplumların aç toplum ve tok toplum
olmaları arasında kayda değer bir farklılaşma olduğunu söylemek gerekir.
İktidarı ele geçirmek
Aç toplumlarda, siyasi araçların ve mekanizların, salt ve
sadece ilgili tekil siyasal hareketin iktidar olmasına ve böylece, iktidarın
salt ve sadece ilgili siyasi hareket ve partinin menfaatlerine yönelik
mekanizma olarak algılanır.
Ve bu aç toplumlarda, birbirinden çeşitli görüş, bakış,
ideolojilerle ayrışan grupların, mevcut ulus-devletin tamamını kendi
egemenlikleri altına alma arzusu, -ki, bu nedenle ortada bir ‘savaş’ konumundan
bahsediyoruz-, bizatihi bu görüş, bakış ve ideolojilerinin yaygınlaştırılmasından
ziyade, ilgili kesimlerin açlığını tatmine yönelik mekanizmalara evrilir.
Böylesi bir yaklaşımın temelde, yanlışa doğru iz süren
bir yönelimi olduğu her halükârda anlaşılıyor.
Tok toplumlarda, iktidar mücadelesinin doğallığı, en az
aç toplumlarda ki kadar belirgindir.
Ancak, ortada bir ‘savaş’ yerine ‘mücadele’nin varlığı
bize, temel bir ayrışmanın olduğunu da gösteriyor.
O da, iktidar olgusu ve iktidar olunduğunda ortaya
konulan süreçler, ilgili siyasi hareketin veya partinin kendi taraftarları
üzerine yoğunlaşan bir maddi tatmin süreci değildir.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, iktidar ele
geçirilecek bir olgu/kurum değil, ulus-devlet özelinde var olan toplumsal
yapıyı yönetebilmenin vasıtası olarak telakki edilir.
Aç toplumlar
Aç toplumlar ile tok toplumlardan neyi kastettiğimi de,
kısaca ifade etmek gerekir.
Aç toplumlar, henüz biyolojik ihtiyaçlarını -yani,
yeme-içme, barınma, istihdam gibi gayet maddi ve buna toplumsal güven gibi
gayet manevi boyutu da eklemek gerekir- tamamlayamamış veya toplumun kahir
ekseriyetinin biyolojik ihtiyaçlarını karşılama konusunda ciddi sorunlarla
yüzleşmekte olduğu toplumları kastediyoruz.
Burada dikkat çekilen ‘açlık’, temelde bu biyolojik
temellere dayanmaktadır...
Bu toplumlarda bir de ‘gizli açlık’ (invisible
hungriness) olgusunu ortaya koymak mümkün ki, bununla söylenmek istenen, iktidar
olma şevki ve azmidir.
Bunun ‘gizli’ olduğunu söylemem, iktidar olmak suretiyle,
diyelim ki, bir ulus-devleti yönetmenin, devlete-topluma tüm iyiliklerin
bahşedilecekmiş yönünde bir düşüncenin oluşturulacağı yönündeki kasıtlı bir
imaj tesisiyle ilgilidir.
Ancak, iktidara aç olmak, aç toplumlarda yine, -bir
genelleme yaparak söylemek gerekiyor- siyaset kurumlarına yani, siyasi
partilere evrilmiş toplumsal hareketlerin kendilerinin bizatihi biyolojik
ihtiyaçlarının çeşitli mekanizmalarla oluşturulması ve garanti altına alınması
mücadelesi olarak zuhur eder.
Burada genel bir toplumsal kazanımdan bahsetmek yerine,
siyasi partiler veya siyaset mekanizması üzerinden iktidar aygıtını ele geçiren
belirli bir toplumsal kümenin sadece kendi taraftarlarına yönelik biyolojik
ihtiyaçların garanti altına alınması söz konusudur.
Tok toplumlar
Tok toplumlar ise, “tokluğu” biyolojik ihtiyaçlarının
tamamlanmasıyla ortaya koyan toplumlardır.
Bu toplumların, iktidar mücadelelerinin temelde aç
toplumlardan ayrışan yönünü, biyolojik açlıklarını tatmine yönelik bir iktidar
arayışı oluşturmaz.
Aksine, iktidarı veya iktidar mücadelelerini, -yine bir
genelleme yaparak söylemek gerekirse, ulus-devleti oluşturan tüm toplumsal
kesimlerin, mevcut maddi kaynaklar ve hizmetler ile ‘ortak amaç ve gayeler’
gibi ulvi denilebilecek hedefleri gerçekleştirme amacını ortaya koyma yönündeki
çalışma azmi ve uğraşı oluşturur.
Bu nedenle, tok toplumlarda siyasetin, siyasi
mekanizmaların, siyasi partilerin ve iktidar olgusunun ‘savaş’la açıklanması,
tanımlanması genel itibarıyla mümkün değildir.
Bununla birlikte, tok toplumların, bu anlamda monoton,
homojen olmadığını yani, tok olmanın getirdiği bir yeksenaklıktan
bahsedilemeyeceğini de ifade etmek gerekir.
Bir diğer deyişle, bir toplumun tok olmasının, o toplumu
oluşturan ve birbirinden siyasal, ideolojik, dini, kültürel vb. bağlamlarda
ayrışan toplumsal kümeler içerisinde ve aralarında, siyaset kurumu vasıtasıyla
devleti yönetme talebinin olmayacağı söylenemez.
Temel ayrım
Biyolojik ihtiyaçlar ve bunların temini ile siyasal ki,
bunun içine yönetim, hukuk, bilim, sanat, eğitim, entellektüellik, din vb.
alanların idaresi, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması arasında temel bir fark
vardır.
Aç toplumlar ile tok toplumların birbirinden ayrımı,
aslında tam da, bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Yani, biyolojik ihtiyaçlar içerisinde kıvranan ya da
biyolojik ihtiyaçlar içerisinde kıvrandırılan toplumlarda, siyasi iktidar
mekanizmalarının hedefinde, yukarıda dile getirilen biyolojik ihtiyaçlar dışı
ve ötesi ihtiyaçlar veya hedefler yer almaz, alması da pek mümkün değildir.
Bu yer almamanın temel göstergesi veya gerekçesi ise,
bunları ortaya koyacak iki temel dayanak noktasının olmamasıdır.
Bunlardan ilki, sağlıklı bir düşünce modelinin olmaması
veya zayıflığıdır.
İkincisi ise, bir sistematik ekonomi modelinin veya
adalet temele üzerine inşa edilmiş ve işletilen bir ekonomi modelinin ortaya
konulamamış olmasıdır.
Adaletle ekonomi modelini, diğer toplumsal kurumlara da
yaygınlaştırarak söylemek mümkün...
Karnı aç olmakla zihnin aç olması arasında doğrudan bir
ilişki, maalesef kurulmak durumunda ve tarihsel gelişmeler de toplumların
böylesi süreçleri tercrübe ettiklerini bize gösteriyor.
Bugün, aç toplumların niçin yönetim, hukuk, bilim, sanat,
eğitim, entellektüellik, din vb. alanlarda, -yine genellemeye başvururak
söylemek gerekirse, öne çıkamamış olduklarını, -bir başka ifadeyle, tıpkı
biyolojik açlıktaki gibi kıvrandıklarını-, gayet insani ihtiyaçlar olarak zuhur
eden biyolojik ihtiyaçlarının karşılanamamış olmasıyla doğrudan ilişkisi
vardır.
Bu durum, aç toplumlar sınıflamasına giren toplumlarda,
bu alanlarda herhangi bir adım atılmadığı veya yok olduğunu söylemek
istemiyorum elbette...
Ancak, karşılaştırmanın boyutlarını aç ve tok toplumlar
özelinde görebilmek için mantıksal ve sistematik olarak böylesi bir genellemeye
ihtiyaç olduğu gibi, pratikte de karşımıza çıkan durumun bizi pek de
yanıltmadığı ortada...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder