Mehmet Özay 09.12.2021
Günümüzde Güneydoğu Asya coğrafyasında yaşam süren ancak, bu bölge ile sınırlı olmayan Malay toplumlarının İslamlaşma süreçlerinin, sadece tarihi bir olgu olarak önem taşımadığı, günümüzde, söz konusu bu toplumları nasıl anladığımız, anlamaya çalıştığımızla da bağlantılı olmasıyla dikkat çekicidir.
Belki ileride söylememiz gereken bir hususa, tam da
burada dikkat çekerek konunun kayda değer yapısına dikkat çekmekte yarar var.
Genel İslam tarihi çalışmalarında Hint Okyanusu ötesindeki toplumların yer
almadığı veya ‘hakkıyla’ yer almadığı gibi bir gerçeklik, bölgenin İslamlaşma
süreçlerinin gayet detaylı bir şekilde incelenmesine ve ortaya konulmasına
gereklilik olduğunu gösteriyor.
Bunun yanı sıra, bugüne kadar yapıldığı varsayılan
çalışmaların metodolojik ve kaynak olarak eksikliklerini dikkate almak, yeni
metodolojik yaklaşımlarla ve özellikle de yerel kaynakları değerlendirmek
suretiyle, bu konuya yeni araştırma evrenleriyle eğilmekte yarar var.
Malay Takımadaları’nda İslamlaşma süreci aslında, başlı
başına geniş bir coğrafyanın anlaşılması ve bu coğrafya üzerinde gerçekleşen
ilişkiler tarihinin ortaya konması anlamı taşır. Bu noktada, kolay bir iş olduğunu
söylemek mümkün değil. Bugüne kadar yazılıp çizilenlerin, birtakım genellemeler
doğrultusunda olduğunu söylemekte yarar var.
Din değiştirme
İslamlaşma ile birlikte aslında, Malay Takımadaları
olarak da anılan coğrafyada İslamiyet öncesi dinlerin, dini yapıların,
kurumların, kozmoz algısının da, bir şekilde ele alınması gerektiğine vurgu
yapılmalıdır.
Nihayetinde, insan toplumlarının din değiştirme
süreçlerinin birbiriyle ilişkisi, benzerliği hiç kuşku yok ki, İslamlaşma
sürecinin daha iyi anlaşılabilmesinde önemli bir araçsallık ortaya koyacaktır.
Özellikle de, Takımadalar coğrafyasının kendine özgü doğa-kültür-toplum
yapısı, İslam’ın doğduğu coğrafyadan, okyanus ötesine ulaşmasındaki ve
tutunmasındaki gerçeklik; İslamiyetin, Batı Asya ve Akdeniz havzasında
yayılmasında başat rol oynayan mücadeleciliğin, Takımadalar’da ortaya
konulmamış olması gibi hususiyetler, İslam öncesi din değiştirme süreçlerinin de
bilinmesinin faydalı olduğunu akla getirmektedir.
Metodlar ve yaklaşımlar
Bu çerçevede, böylesi uzun bir süreci kapsamlı bir
şekilde ele almayı imkânlı kılacak olan metodolojilerin seçimi de önem taşıyor.
Bu noktada tarih, coğrafya, din sosyolojisi ve
antropolojisi, arkeoloji gibi alanların bize gayet önemli veriler sağlayacağını
düşünmek mümkün. Bununla birlikte, İslamlaşma gibi uzun bir döneme yayılan ve
süreklilik arz eden bir olgunun ele alınmasında longue durée’nin bugüne
kadar uygulanageldiği gibi bundan sonra da mutlaka bir yararı olacağını
düşünmek mümkündür.
Girişte ifade edildiği üzere, İslamlaşma sürecine ışık
tutacak teori ve yöntemlerin, hangi araçlar ve süreçlerle ortaya konulacağı
tartışmaya ve gelişmeye açıktır. Bugüne kadar, en azından Takımdalar gibi geniş
bir suyolu ve sahil şeridini içeren bölgede kara/yüzey arkeolojisi ve deniz
arkeolojisi çalışmalarının geliştirilememiş olmasının büyük bir eksiklik olduğu
ortada.
Bu yöntemin salt bir akademik alan olmakla kalmayıp,
içine teknoloji başta olmak üzere farklı branşlardan önemli sayıda saha
çalışanı gerektirmesinin doğurduğu maddi zorluklar ortadadır. Ancak, tarihi
verilerin ortaya konulabilmesinde özellikle de, Takımadalar gibi bir bölgenin
doğal niteliklerini belirlemede bunun kaçınılmaz olduğu görülmektedir.
İslamlaşma süreciyle ilgili bazı hususlara değinmeden
önce, belki buna hazırlık mahiyetinde bazı tarihsel ve sosyolojik gerçekleri
ortaya koymakta yarar var.
Özne-nesne bağlamı
Pratikte neler olup bittiğini anlamanın bir yanında
aslında, hem özne hem nesne konusunda olan ve birbiriyle değişebilen mübelliğ
ile tebliğe konu olanlar; dini değişim ihtiyacını duyanlarla, bu ihtiyacı karşılayacak
dini bilgi donanımına sahip olanların birleştiği, biraraya geldiği bir zemini
gündeme taşıyoruz. Bu noktada, sadece mübelliğlerin özne olduğu değil aksine,
dini değişime ihtiyaç duyanların özneliğinin de, gayet önemli olduğunu ortaya
koymakta yarar var.
Takımadalar toplumlarının İslamlaşmasının temelde, iki
ayrıma tabi olduğu görülür. Bu ayrımlar aslında, sürekli gündeme
getirilebilecek bilginin kaynağı, bir başka deyişle epistemolojik yaklaşımından
kaynaklanmaktadır. Tarihi bir değişim sürecine atıfta bulunan yerel kaynaklar
ile pür pozitivist bilimsel anlayışın izinden giden, Batılı veya Batılılaşmış
akademi çevrelerinin yaklaşımları. Bunun yanı sıra, bu iki yaklaşımı ortak bir
paydada buluşturabilmenin adı olarak, bir üçüncü yoldan bahsetmek de mümkün
gözüküyor.
Bu noktada, İslamiyetin bölgeye ulaşmasında, bizatihi
İslam’ın kendi kaynaklarında referanslar, İslam’ın bilgi ve bilgiyi yayma
konusuna atfettiği önem ile bu gerçeklikten hareket eden alimler veya hocalar
çevrelerinin geniş coğrafyalar üzerine yayılan mobilitelerinin (wandering
scholars), kayda değer rolüne dikkat çekilmektedir.
Bu yaklaşım, otantik bir İslamlaşma sürecine gönderme
yapmaktadır. Bu sadece, tarihsel bir vakanın nasıl ortaya çıktığına dair bir
veri olmakla kalmamakta, İslamlaşan toplumların ve gelişme süreçlerinin de,
buna paralel bir anlamlılık kazanmasıyla bağlantılı olduğunu görmek gerekir.
Dolayısıyla, Takımadalar coğrafyasına İslamiyeti taşıyan
unsurların okyanus/denizcilik, adalar fenomenlerinden hareketle maddi
unsurlarını teşkil eden tüccarlar, denizciler üzerinden olması şaşırtıcı
olmamakla birlikte ve bu meslek gruplarını oluşturanların üzerlerinde
taşıdıkları İslami kimliği aktarma yeterliliklerine kuşku olmamakla birlikte,
yukarıda dikkat çekilen ‘otantiklik’ olgusuyla çelişebileceğine vurgu
yapılmalıdır.
Dışarlılık/içerlilik
Söz konusu süreçle ilgili bir diğer husus, coğrafi
akışkanlık dediğimiz ve Takımadaları hedef alan yapılanmadır. Temelde burada
da, bir dışarlılık-içerlilik olgularından hareketle aslında, sadece dışardan
gelenlerin mi aktör rolü oynadıkları; yoksa içerliliğe tekabül eden Takımadalar
coğrafyasına mensup kişilerin, grupların diyelim ki, gittikleri coğrafyalardaki
Müslüman toplumlarla, alimlerle/hocalarla ilişkilerinin belirleyiciliğinden
bahsedilip edilemeyeceği sorulabilir.
Bu açıklamalar çerçevesinde, bugüne kadar ortaya konulan
Arap, Fars (İran) ve Hind kökenliler vasıtasıyla İslamlaşmanın gerçekleştiği
yönündeki genel kabule eleştirel yaklaşmak mümkün gözükmektedir. Özellikle,
özne-nesne ilişkisinin başat bir unsur olarak ortaya çıktığı bu yaklaşımların
dışında, Takımadalar coğrafyasının ilgili diğer coğrafyalarla etkileşiminin
doğurduğu bağlamlar dikkate alınmalıdır. Bu noktada, şayet İslamlaşma’nın uzun
bir tarihsel sürece yayıldığı varsayılıyor ise, ki bunun böyle olduğuna dair
ortak bir konsensüsden söz edilebilir, Takımadalar’da yetişen hocaların ilim
çevrelerinin yapılaştırıcı etkileri göz ardı edilmemelidir.
İslamlaşmanın kitaba bağlı bilgi yönü ve bunun bireysel
ve toplumsal pratikler olarak ortaya çıkması kadar, anlayış ve sezgilerle
ilgili boyutunun da olduğu görülmektedir.
Bu noktada, Müslüman kimliğine sahip
tüccarların/denizcilerin birer aktör olarak varlıkları; bunları destekleyici
veya bunlardan önce gelecek şekilde hocaların/alimlerin varlıkları ile
ilerleyen dönemlerde sufizmin etkisinin, Takımadalar’da bulduğu karşılık
azımsanmayacak bir boyuttadır.
Aslında bu üçüncü alan, diyelim ki, ticaretin yoğun
olduğu sahil şeritleri boyunca uzanan yerleşim yerlerindeki yöneticiler,
bürokratlar gibi toplum kesimlerinde bulduğu karşılık kadar, genel olarak hem
bu kesimleri, hem de geniş toplum kesimleri etkisi altına alabilecek bir yapısı
olduğu söylenebilir.
İhtida mekanizmaları
Burada, hem bireysel manevi ihtiyaçlar hem de, İslam
öncesi dönemde var olan, örneğin Hinduizm, Budizm gibi dini yapıların
maneviyatçılıklarından kaynaklanan, bir tür benzeşme/benzeştirmenin
kolaylaştırıcılığına dikkat çekmek gerekir. Bu durum, aslında ihtida
süreçlerinde karşılaşılabilecek temel bir unsura tekabül etmektedir.
İhtida süreçleriyle ilgili bir diğer önemli görüş
liderlerin, yöneticilerin din değiştirip halkın onlara tabi olmasıyla
alâkalıdır. Bu yaklaşımı, ‘toptancı’ bir görüş olarak kabul etmek mümkün ancak,
hâlâ açıklanması gereken boyutlarının olduğunu söylemekte yarar var. İlkin, bu
durum, bireyin ve halkın bir ‘kul’ güdümlü olduğunu gizli/açık ortaya koyan
yaklaşımını ortaya koyuyor. İkincisi, bireyin ve toplumun farklı kesimlerinin
düşünce ve öznelik yapılarının göz ardı edilmesine dikkat çekiyor.
Aslında, burada bir tür çoklu süreçlerin varlığının
olduğunu söylemek mümkün. Bu hususlar bir yana, liderlerin, yöneticilerin
İslamı bir din olarak seçmelerinin, onlara kazandırdığı ve onlarla birlikte
toplumlarına kazandırdığı bazı manevi ve maddi statüler kadar, Takımadalar
coğrafyasının bir gerçekliği olarak ticaret dünyasının ve ekonominin başat bir
yol takip etmesini de sağlayacak ölçüde önem taşımaktadır.
Kılıçsızlık olgusu
Yukarıda dikkat çekildiği üzere, İslam öncesi dönemden
başlayarak bölge toplumlarının dini yapılarının ve/ya din değiştirme
süreçlerinin ele alınması bize, hem İslamlaşma sürecinin niçin ‘kılıç’la
gerçekleşmediğini gösterebileceği gibi, aynı zamanda bölge toplumlarının evren
algısı ve düşüncesinin dini boyutta nasıl tezahür ettiğine dair de veriler
sunabilecektir.
‘Kılıç’la gerçekleşme / gerçekleşmeme olgusunu
İslamiyetin ortaya çıkmadan önce, çokça zikredilen Arap toplumları arasındaki
çatışmacı yapının ötesinde, Akdeniz-Batı Asya topraklarında var olan, uzun
dönemli siyasi yapıların ve bunların birbirleriyle etkileşimleri bağlamında ele
almakta yarar var. Erken dönem Müslümanları savunma-saldırı olgusu olarak,
‘kılıç’ sahibi yapmanın, döneminin var olan örneğin, -uzun geçmişten yakın
geçmişe kadar-, Pers-Yunan ile Sasani-Roma/Bizans çatışmalarından bağımsız
olmadığı konusu üzerinde düşünülmeye değerdir.
Ancak, aynı veya benzer Müslüman toplumların, Hint
Okyanusu ve Takımadalar üzerinde gerçekleştirdikleri mobilizasyonun, ‘kılıç’
olgusu olmadan gerçekleşmesinin yine, gidilen coğrafyaların, ilgili toplumların
siyasal ve kültürel yapılarının farklılığında aramanın aslında, din değiştirme
süreçlerindeki yapılaşmaları kavramamıza elverecek bir imkân sunduğunu
söylemekte yarar var.
Takımadalar coğrafyasının İslamlaşmasında bizi somut
verilere ulaştıracak kaynaklar konusu, başlı başına bir sorun teşkil
etmektedir. Aslıda yukarıda kısmen değinmiştik… Emprisist-pozitivist bakış
açısının egemen olduğu akademi çevrelerinin, kendilerini tarihsel süreçleri
anlamada gayet kısıtladıkları bugün gayet açık bir şekilde görülmektedir.
Yazılı kaynakların, fiziki verilerin önemi kadar, bize bu
yapıların olmadığı noktalarda, alternatif yaklaşımlarla konuya yaklaşmamızı
zorunlu kılmaktadır. Bu çerçevede, karşılaştırma, anlamacı gibi yöntemleri
uygulayarak bu alanda bazı görüşler gündeme getirmeyi olanaklı kılmaktadır.
Haddi zatında, Takımadalar’da ilgili süreçlere açıklık
getireceğine kuşku olmayan mevcut fiziki yapıların bile hakkıyla ele
alınamadığına tanık olunması, ortada emprisist/pozitivist yaklaşım
uygulayıcılarının da, temel bir zafiyet içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder