26 Aralık 2021 Pazar

Açe’de tsunaminin 17. yılı ve ‘bize ne olduğu?’ sorusu hakkında / 17th Anniversary of the Tsunami in Aceh and about the question of ‘What has happened to us?”

Mehmet Özay                                                                                                                            26.12.2021

Bugün, 26 Aralık 2021… Bundan, tam 17 yıl önce Hint Okyanusu’na bağlı Samudra Denizi’nde gerçekleşen deprem ve onun tetiklediği tsunamiyi bir kez daha hatırlıyoruz.

Tsunami: doğal veya kendinde değişim?

Önceki yıllarda kaleme aldığımız yıldönümü yazılarında, Açe’nin batı ve kuzey sahil bölgelerindeki yerleşim yerlerini, toplumsal hayatı, tarihsel geçmişin farklı boyutlarına ışık tutacak ‘ham’ varlıkları, doğal yaşamı, ekolojik dengeyi ortadan kaldıran tsunaminin hem, Açe toplumsal ve siyasal yaşamında hem de, bugün bir Eyalet statüsüyle içinde yer aldığı Endonezya’da benzer şekilde toplumsal ve siyasal hareketliliğe etkisine şu veya bu şekilde değinmiştik.

17 yıl önce gerçekleşen deprem ve onun tetiklediği tsunami hadisesi o dönem, yüzyılın afeti olarak değerlendirilir ve tarihe bu şekilde kaydedilirken, söz konusu bu gelişmenin, bizde oluşturduğu değişimin ne olup olmadığı konusunun pek ele alındığı kanaatinde değiliz.

Her ne kadar, genel olarak bu gelişme üzerine düşünce geliştirme yönünde bir eğilim hasıl olmasa da, zamanla kendinde keşfedilen bir araçsallaştırmanın (instrumentalization) ortaya çıkmaya başlandığı görüldü.

Bir tür pragmatizmi de içinde barındıran bu araçsallık, kendini insani yardım organizasyonu olarak adlandıran yapılardaki dönüşüm, genişleme, büyüme ile bu tür organizasyonların sayısında yaşanan ‘enflasyona’ tanık olundu.

Bu sürecin bitmediğini de hemen burada söylemekte yarar var. Bunun yanı sıra, bu pragmatizmin bir diğer boyutu ise kendini uluslararası ilişkilerde “yumuşak güç” (soft power) unsuru olarak ortaya koymasıdır.

‘Bize ne oldu?’ sorusu

Aslında bu hatırlama, tsunamiye maruz kalan toplumlara ne yapıp ettiğimizin ötesinde, bize ne olup bittiğiyle de alâkalıdır.

Bununla, aslında tsunami sonrasında bölgeye yönelik insani yardım (humanitarian aid) faaliyetleriyle ortaya konulan ilişkinin tek boyutlu olmadığı aksine, gizli/açık olacak şekilde çift yönlülüğe, bir başka deyişle doğal afete konu olan coğrafyaya ve topluma ulaşılmasıyla ortaya karşılıklı etkileşme boyutunun çıktığına dikkat çekmek istiyoruz.

Tek boyutlu derken, söz konusu yardım süreçlerine konu olan toplanan maddi varlıkların deprem ve tsunami sonrasındaki ihtiyaç sahibi mağdurlara aktarımı kastedilirken; ikinci durumda, bizzat yardımı yapan kişinin/kurumun/devletin yardımı alan toplumun/coğrafyanın doğrudan veya dolaylı etkileşimine konu olduğunu vurguluyoruz.

Doğal bir afet olarak, Sumatra Adası’nın kuzeyinden başlayarak Hint Okyanusu’nu çevreleyen yaklaşık bir düzine ülkenin kıyı bölgelerini vuran dev dalgaların, küresel medyanın gündeminde yer almasıyla, dünyanın farklı yerlerinde olduğu gibi bizim toplumumuzda da uyandırdığı yardım hissinin, insiyaki sıradan bir olgu olarak kabul edilebilir.

Ancak o dönemin ardından, gerek bu ülkede gerekse, küresel çapta insani yardım olgusunda kavramsal dönüşümler (conceptual transformation) yaşandığı da bir gerçeklik halini almıştır. Öyle ki, insani yardım olgusu, bir dış politika aracına evrilerek ülkelerin, “yumuşak gücü” olarak adlandırılmaya başlandı.

Kanımca bu durum sadece, bu ülke için sınırlı olmayan, aynı zamanda tsunaminin hemen ardından Kuzey Sumatra’da, Açe topraklarına yönelen uluslararası yardım kuruluşlarının ve çeşitli ülkelerin resmi kurumlarının varlığıyla küreselleşen bir boyut kazandığını söylemek gerekiyor.

Bu noktada, aslında aradan geçen sürede ne olup bittiğini anlamak için, son birkaç yıldır içinden geçmekte olduğumuz kovid-19 sürecinde, temelde sağlık özelde aşı yardımları yumuşak güç olarak birbirinden farklı ülkelerin gündemine girmesini bir analoji olarak değerlendirilebilir.

Değişimin boyutu

Deprem ve tsunaminin kendine içkin olan ‘doğal’ gücün tesiriyle, insan ve maddi çevre üzerinde doğurduğu en büyük hasarla değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal yapı üzerinde öngörülemeyen (unintended consequences) değişim süreçlerini de ortaya çıkarmasıyla önem arz ediyor.

Söz konusu bu değişimlerin özellikle, ortaya çıktığı yer olan Kuzey Sumatra’daki Açe toprakları, yardım kuruluşları, yarı-resmi ve resmi devlet kuruluşları, aralarında akademi ve araştırma kurumlarının da olduğu uluslararası kurumlar için bir sosyal laboratuvar hükmündeydi. Aslında bu laboratuvarlık olgusun şu ya da bu şekilde devam ettiğini söyleyebiliriz.

Söz konusu bu laboratuvar, gizli/açık aktif/pasif tüm aktörler için toplumu ve değişimi anlama kadar bu süreçlere taraf tüm bireysel ve kurumsal unsurların kendilerini kabul ettikleri konumları bağlamında, teori ile pratiğin sınanması için gayet münbit bir alan sağladığına kuşku yok.

Ne olup bittiğine dair, şöyle salim bir kafayla oturup düşünüldüğünde, karşımıza gayet önemli olguların, soruların ve gerçekliklerin çıkacağını görmek mümkün.

İlk etapta, bunlar nelerdir diye sorduğumuzda, şu cevapları vermek gayet mümkün gözükmektedir: yardım olgusu neye tekabül ettiği meselesi; yardım olgusuna eklemlenen zihinlerde dönen/döndürülen ‘tilkiler’ ve bu ‘tilkilerin’ kuyruklarını birbirine değdirmeme çabası; yardım olgusuyla gizli/açık yolsuzluklar arasında ilişkiler; insanların birbirlerine karşı yaklaşımı; tarihsel hatırla/t/malar; kardeşliğin/insanlığın yeniden tesisi; toplumsal değişmenin siyasal ve ekonomik boyutları ile süreçte buna eklemlenen yolsuzluklar; yeni değerlerin edinilmesi ve var olan bazı değerlerin ise aşınması gibi ortaya çıkan değer yoksunlukları vb….

Bu ve benzeri olgulara baktığımızda, insan, “çok şükür ki, ‘Sosyoloji’ denilen bir bilim var” diye aklından geçiriyor ve şükrediyor.

Ya da, Kuzey Sumatra’da Açe gibi bir toplumsal zeminin ‘yüksek dindarlığı’ (higher religiosity) boyutundan hareketle, ‘Din Sosyolojisi’nin imkânlarını da sonuna kadar kullanarak araştırma alanını genişletmenin mümkün olduğunu hatırlayarak rahatlıyor. Böylece, işin içine sadece ‘sosyal’ olanı değil, ‘teolojik’ olanın topluma yansımış haliyle de, olan bitene göz atabilmeyi gündeme getirebiliyoruz.

Böylece, sadece tsunaminin yıkıcılığını değil, kendinde değişim araçları kadar, hem içerlikli hem de dışarlıklı aktörlerin gayret ve çabalarıyla, istenç ve arzularıyla içinde ahlâk/etik, ideoloji vb. türden değişimlerin olabileceğini anlamak ve anlamlandırmak mümkün olabiliyor.

Tsunami bu anlamda, başta Açe toplumu ile içinde yer aldığı geniş Endonezya toplumu olmak üzere, dünya toplumları içinde bizi de içine alacak şekilde genişleyen düzen kurma ile düzensizlikler; hak ile haksızlıklar; özveriler ile çıkarlar vb. olguların biraradalığının tecrübe edilebileceği böylesi bir felâket olarak zikredilmesi gerekmektedir.

Bu vesileyle… Kuzey Sumatra’da Açe topraklarında söz konusu bu felâkette hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/12/26/acede-tsunaminin-17-yili-ve-bize-ne-oldugu-sorusu-hakkinda-17th-anniversary-of-the-tsunami-in-aceh-and-about-the-question-of-what-has-happened-to-us/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder