24 Aralık 2021 Cuma

ABD’den Çin’e Uygur protestosu / The US’s Uyghur protests against China

Mehmet Özay                                                                                                                            24.12.2021

Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Doğu Türkistan’da veya Çin’deki adıyla Sincan Özerk Bölgesi’nde yaşam süren Uygurlara yönelik baskıcı uygulamalarda altıncı yılı biterken, çeşitli aralarında Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşlar ile ABD gibi Batılı ülkeler Çin’de yaşananları kınamanın yanı sıra, bazı yaptırımlarla söz konusu bu gelişmeyi protesto ediyor.

Bu çerçevede, ABD yönetimi 23 Aralık’ta aldığı kararla, Çin’in Sincan Özerk Bölgesi’nde üretilen malların ithalâtını yasakladığını ilân etti. Senato ve Temsilciler Meclisi’nden geçen yasama başkan Joe Biden tarafından imzalanarak yürürlüğe girmiş oldu.

Bu karara yol açan neden ise, bu bölgedeki üretim tesislerinde zorla işçi çalıştırıldığı yolundaki bilgiler oluşturuyor. “Uygur Zorla İşçi Çalıştırmayı Önleme Yasası” (The Uyghur Forced Labor Prevention Act) adı verilen çalışma ile Pekin yönetimine, Uygur politikası konusunda yeni bir mesaj verilmek istendiği ortada.

Bu yasanın temelinin ise, BM İnsan Hakları tarafından 29 Mart 2021 tarihinde dünya kamuoyuna açıklanan rapora dayandığını söylemek mümkün. Bu raporda, Çin’deki Uygur Müslümanların toplama kaplarında tutularak köle gibi çalıştırıldıklarına dikkat çekiliyordu. Raporda yerli ve uluslararası olmak üzere toplama 150’yi aşkın şirketin mal üretim süreçlerinde Uygur Müslümanların zorla çalıştırıldıklarına vurgu yapılıyordu.1

Söz konusu bu yasa, Sincan Özerk Bölgesi’nde oluşturulan toplama kamplarında tutulan başta Uygurlar olmak üzere Müslüman azınlıkların üretim süreçlerinde zorla çalıştırılmaları üzerine gündeme getirildi. Özellikle, önemli bir pamuk ve güneş paneli üretim merkezi olan Sincan’dan bu ürünlerin ithalatı artık ABD’ye yapılamayacak.

Söz konusu yasanın hazırlanmasında önemli katkısı bulunan Demokrat Parti senatörlerinden Jeff Merkley, bu yasa ile Çin’deki köle işçilik ve soykırım süreçlerine yönelik olarak “Ciddi bir mesajın verilmesi gerekiyordu” diyerek görüşünü ortaya koyuyor.

II. Mao: Şi Cinping politikaları

2013 yılında göreve başlayan devlet başkanı Şi Cinping yönetimi ile birlikte, önemli kalkınma hamleleri ile değişim süreçleri yaşanırken bu değişimin, ülkede yaşam süren farklı etnik-dini yapılar için aynı olumlu atmosferi yansıtmadığına tanık olunuyor.

Adına sivil toplum denilen yapılarla Çin topraklarında faaliyet gösteren çeşitli Hıristiyan mezhepleri ve bunların uzantılarına yönelik kısıtlamalar kadar ve hiç kuşku yok ki, bundan daha fazlası yüzyıllardır bölgede yaşam süren Uygurlar üzerinde farklı yönetmelerle uygulanmaya devam ediyor.

Bu çerçevede, azınlıklara yönelik politikalar zamanla daha da ayrıştırıcı nitelikle anılırken bu süreçte öne çıkan yine Uygurlar oluyor.

Farklı kaynaklarda sayısal veriler değişiklik gösterirken, tahmini olarak 2 milyona yakın Uygur kökenli Çin vatandaşının 2014 yılında başlatılan ve 2017 yılında ise hızlandırılacak şekilde, toplama kamplarında ‘yeniden eğitime’ tabi tutuluyorlar.

2014 yılına yapılan referansın temeli, o dönem Sincan bölgesini ziyaret eden devlet başkanı Şi Cinping’in yaptığı belirtilen bazı konuşmalar ve verdiği emirler… 2017 yılında ise çıkartılan “aşırılık karşıtı yasa” (anti-extremism law)

Söz konusu bu uygulama, ülke siyasal ve toplumsal sistemine adaptasyonu sağlamayı amaçlasa da, oluşturulan kamplarda Uygur din/milli kültüründen ayrıştırma süreçleri insan hakları ihlâli olarak temel bir sorun olarak varlığını sürdürüyor.

Bu durum, kendisini Mao Zedong sonrasında gelen en önemli Çin’li lider olarak gören ve/ya Komünist Partisi tarafından kabul edilen Şi Cinping’i Mao’ya yaklaştıran ise herhalde, 1966-1976 yılları arasında uygulanan ‘Kültür Devrimi’ olsa gerek.

Öyle ki, adında ‘kültür’ kelimesi geçse de, özellikle “ideolojik olarak yolsuzlaştıkları” belirtilen kitlelerin, yeniden eğitime tabi tutulmaları amacıyla göçe tabi tutularak, zorunlu komünist eğitime maruz bırakılmışlardı.

Bugün de, özellikle Batılı ülke ve kuruluşlardan gelen eleştiriler karşısında, Sincan bölgesinde özellikle Uygurlara yönelik uygulamayı “teknik eğitim” adı altında “yeniden eğitime tabi tutulması” olarak değerlendirilmesi şaşırtıcı değil.

Uygur toplumunu dönüştürme projesi

Toplam 11 milyon civarında Uygur’un yaşam sürdüğü Sincan Özerk Bölgesi’nde, toplama kamplarına alınmayanların ise yaşamı büyük bir gözetime tabi. Konvansiyonel gözetime özellikle teknolojik gelişmelerin eklemlenmesiyle bölgedeki Uygur toplumunun neredeyse tüm hareketleri takip ediliyor.

Bu gelişme karşısında Bazı Batılı ülkeler ve insan hakları örgütleri Çin’in insan hakları ihlâlleri çerçevesinde konuyu gündeme taşırken, çeşitli ülkelerdeki Uygur grupları da, lobi faaliyetleriyle yaşananları dünya kamuoyu önüne taşıma gayreti gösteriyorlar. Bu faaliyetlerin odağında ise, Uygurlara yönelik baskı ve şiddetin bir “soykırım” olarak adlandırılması önemli.

Diğer başka unsurların yanı sıra, Uygur kökenli göçmenlerin lobi faaliyetlerinin de ABD yönetiminin bu konuda aynı görüşte olması yani, Çin’de Uygurlara yönelik baskıları “soykırım” olarak adlandırması dikkat çekici.

Kendini ‘ikinci bir Mao’ olarak tanımlayan veya tanımlatan Şi Cinping yönetimindeki Çin Halk Cumhuriyeti, ülkedeki etnik azınlıkları kültürel ve dini yapılarından arındırarak, komünist rejime tabi vatandaşlar üretilmesi süreçte, Uygurları hedef kitle olarak seçtiğini söylemek mümkün.

Bugüne kadar 2 milyona yakın Uygur’un bu sürece tabi tutulmalarında yol açan nedenler, bu kişilerin Çin yönetiminde ‘sakıncalı’ olarak belirtiler bazı ülkelerle ilişkileri, çok çocuklu olmaları, sosyal medyada Kur’an-ı Kerim ve benzeri dini metinler içerikli paylaşımlar yapmaları gibi nedenler sıralanıyor. Bu temel verilerin yanı sıra, yukarıda dile getirildiği üzere hedefte bütün bir Uygur halkı olduğunu söylemek mümkün.

Kamplarda tutulanlara yönelik ‘ideolojik yeniden yapılandırma’ süreçlerinde, dinle yani İslamla irtibatlarının kopartılması, Komünist Partisi’ne sadakat gibi dönüştürücü hususlar gündeme getiriliyor. Tüm bu yaşananları tahammül sınırlarını zorlayan ise parçalanmış aileler oluşturuyor. Toplama kamplarına gönderilen ebeveynlerin çocukları yetimhanelerde Çinli bakıcılara teslim ediliyor. Evlerde ise komünist partisi üyesi gönüllüler Uygur ailelerle beraber yaşayarak hayatlarını yeniden dizayn ediyor.

Bu noktada, Uygurlar gerek yaşadıkları coğrafya, gerek dini-milli kimlikleri ile kendi özerk yapılarını sürdürme arzusunun Çin merkezi yönetiminin tahammül edilemeyecek bir siyasal sorun olarak anlaşılmasına yol açıyor. Çin yönetimi bunu açıkça ifade etmekten kaçınmıyor. Öyle ki, Uygurlar “aşırıcılıkla” itham edilirken, Çin’in bütünlüğüne yönelik bir tehdit olarak algılanıyor.

Baskının kökenine dair

Bununla birlikte, Uygurlara yönelik psikolojik, kültürel ve siyasal baskıların aslında Sincan Özerk Bölgesi’ne yönelik nüfus politikalarıyla çok daha erken dönemlerden itibaren başladığı ortadadır.

2014 yılından itibaren bu kitleye yönelik kontrol mekanizmalarının artmasında, güçlü bir Pekin merkezi inşasına yönelik siyasi kararları hayata geçirmekte olan Şi Cinping yönetimi teknolojik gelişmeleri de harekete geçirerek büyük bir gözetim/gözetleme süreçlerini uyguluyor.

Uygurları doğrudan hedef olan bu politikanın gündeme gelmesinde, dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, Batılı ülkelerde başlayan ve zamanla dünyanın diğer bölgelerine de sirayet eden İslamifobiya’nın varlığıdır. Bu gelişmenin kaynağının özellikle, 11 Eylül 2001 hadisesiyle bağlantısı olması, hiç kuşku yok ki, Çin’deki sorunu, Çin’le sınırlı olmayacak boyutta ele alınmasını gerektiriyor.

Bu durum, Uygurlar arasında çeşitli ülkelerle ve bu ülkelerdeki bazı gruplarla temas ve ilişkiler, sözde uluslararası terör yapılanmalarıyla bir tür yakın işbirliği olarak algılanmasına neden olduğunu söylemek mümkün.

Tekil hadiselerden yola çıkarak bütün bir Uygur toplumunu gizli/açık hedef alan ve temelde din-milliyet ayrıştırmasının adı olarak gündeme taşınan gelişmelerde Batı’nın şu veya bu şekilde katkısı olmadığı söylenemez. Bugün aynı Batı’nın insan hakları ihlâlleri adıyla Çin’e karşı yaptırım uygulamaları ise Batı ülkelerinin yaşadığı akıl karışıklığının bir ifadesi olsa gerek.

Bununla birlikte, uluslararası kuruluşlar ve Batılı ülkelerce açıkça eleştirilen Çin’deki insan hakları ihlâllerinin ortadan kaldırılması için çok daha geniş konsensusa ihtiyaç olduğu ortadadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder