Mehmet Özay 04.12.2021
Açe’de 20. yüzyıl ikinci yarışan damgasını vuran siyasal hareketin yani, Açe Özgürlük Hareketi’nin (Gerakan Aceh Merdeka-GAM) bugün kuruluşunun 45. yıldönümü.
4 Aralık 1976 tarihinde Kuzey Sumatra’da, Hasan di
Tiro’nun ve yanındaki entelektüel kadronun gündeme getirdiği Açe Özgürlük Hareketi’nin (Gerakan Aceh Merdeka-GAM) siyasi etkisi bugün, şu veya bu şekilde anlamlı bir şekilde sürmektedir.
Bir başka ifadeyle, her ne kadar, bugün hareketin adı
farklı çevrelerde farklı bağlamlarda gündeme getiriliyor olsa da, hareket bugün
tarihi bir gerçeklik olarak kendine özgü bir yer edinmiştir.
Feshedilen GAM mı siyasal düşüncesi mi?
15 Ağustos 2005 tarihinde Endonezya merkezi hükümetiyle
varılan Helsinki Barış Anlaşması’nda (Mou Helsinki) GAM’ın kendini
feshedip siyasi bir yapıya bürüneceğine dair yaklaşımdan ve bunu
gerçekleştirmiş olmasından hareketle, yukarıdaki ifadede bir çelişki bulmak
mümkündür. Elbette, bu gerçeklik yadsınmamaktadır.
Hareketin varlığının anlamlı bir şekilde varlığını
sürdürdüğü iddiasının bir yanında, bizatihi Helsinki Barış Anlaşması vardır. Öyle
ki, söz konusu anlaşmaya imza atan taraflardan biri Endonezya merkezi hükümeti
iken, diğer imzacı taraf GAM olmuştur.
Tabii burada, bir tür çelişkinin olmadığını söylemek de
mümkün gözükmemektedir. Anlaşmanın detaylarında veya anlaşma maddelerinin bazı
unsurlarında imzacı tarafın kendini feshetmesinin doğurduğu yönündeki
ifade/ler/de yorum farklarına rastlamak mümkündür.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, söz
konusu bu hareketin ortaya çıkmasına yol açan ve nedensellik ilişkisi arz eden
fiziki şartların ve bu hareketi şekillendiren düşünce yapısının var olup
olmadığı konusudur.
Anlamlılık ve tarihsel bağ
Yukarıda dikkat çekilen anlamlılık olgusu çerçevesinde
kastedilen, bizatihi uluslararası çevrelerce de tanınmış olan bu barış
anlaşmasına katkı yapan düşüncenin, siyasi varlığın fiziki yapısı bir dönüşüme
maruz kalmış olsa da, çıkış noktasında egemen olan ve ona hayatiyet kazandıran
siyasal felsefesinin devamlılık arz etmesidir.
Hareketin bu kendine özgülüğünü meşrulaştıran unsur,
tarihsel geçmişle kurulan bağdır. Tarihsel bağ ile kastedilen, Açe’yi kendini
tarihi tesadüfler, istenmedik sonuçlar (unintended consequences) ve/ya
zorunluluklar neticesinde, içinde yer aldığı ulus-devlet yapısı içerisindeki
konumlandırılmasının öncesindeki siyasal ve toplumsal gerçekliklerdir.
Bunu, lider kadronun veya öncü isimlerin sürecin daha
başlarında ve devamında söylemlerinde, ortaya koydukları yazılı eserlerde
görmek mümkündür.
Öte yandan, gerek Açe içinden gerekse uluslararası
çevrelerden hareketin çıkış kaynağına yönelik getirilen yaklaşımlarda, ‘ekonomi
eksenli’ ortaya konulan anlayışta doğruluk payı olmakla birlikte, yeter sebep
hükmünde değildir. Bu noktada şunu söylemekte yarar var ki, ekonomi temelli
yaklaşım, gizli açık söz konusu çevrelerin kendilerini haklılaştırma
girişimlerinin bir neticesidir.
Bu noktada, gizli/açık sosyal bilimler teorilerine bir
şekilde sinmiş olan, çatışmacı kuram yanlılarının alt-yapı, üst-yapı
çelişkisini baz almalarıdır. Bunun, sadece Batılı akademisyen çevrelerince
değil, -gayet enterasandır- kendilerini Müslüman addeden bireylerce,
akademisyenlerce gündeme getirilmesi, olsa olsa bir anlamda, teori
sömürgeciliğinin bir yansıması olarak kabul etmek gerekir.
Kendi kendini yönetme hakkı
Bunların başında Açe’yi, bizzat Açelilerin yönetmesi
gelmektedir. Bu noktada, yönetim mekanizmalarının her evresinde, Açelileri
temsil hakkına sahip ve hareketin siyasal felsefesini yansıtacak unsurların
ortaya konulmasıyla, pratiğe geçirilmesiyle meşruiyet kazanabilirlik söz
konusudur.
Bu durumun, bizatihi Helsinki Barış Anlaşması
maddelerinin uygulanıp uygulanmadığıyla da doğrudan ilintili olduğu gayet aşikârdır.
Hareketin, bugün temsilcisi konumundaki çevrelerin
örneğin, bu temsiliyet hakkı noktasında yaşadıkları bir sorunlar yumağıyla
karşı karşıya kaldıkları da bir vakıadır.
Bunda, hareket içerisinde siyasallaşma süreçlerinde
yaşanan kırılmalar, yalpalamalar, dönüşümler gibi iç nedensel özelliklerle
açıklanabilecek boyutlar kadar, dışardan gizli/açık müdahalelerle de böylesi
bir sürecin ortaya çıkması konusunda bir iradenin ortaya konulmasından
bahsetmek mümkündür.
Ancak, varlığını tarihsel sürekliliğe bağlı olan böylesi
önemli bir hareketin 2005 yılındaki barış anlaşmasından hemen sonra, bazı
çevrelerce dile getirildiği üzere belirli engellerle karşılaşabileceği
yönündeki uyarılar dikkate alınarak, öngörülebilir olması gerekir(di).
Bu durum, hareketi temsil makamındaki fertlerinin içinde
bulunduğumuz süreçte, ortak bir akılla hareket ederek, soruna gayet açık net ve
sürdürülebilir bir çözüm bulmalarını gerekli kılmaktadır.
Bu yöndeki olası bir yaklaşım, bugünün getirdiği bir
siyasi beceri ile gerçekleştirilebileceği gibi, aynı zamanda geçmişte ortaya
konulan kurucu ilkeler denilen bütünün yeniden anlamlandırılmasıyla ilintili
olduğunu gündeme getirmekte yarar var.
Yarım yüzyıla yaklaşan geçmişiyle söz konusu bu hareket,
çıkış nedenleri, siyasi argümanları, mücadelesi, kadroları, sempatizanları,
kazanımları, kayıpları, iç çatışmaları, rakipleri, hatta düşmanları nezdinde
değerlendirme gibi gayet önemli bağlamlara konu olabilecek genişliktedir.
Bu alanların her birinin gayet derinlikli akademik
çalışmalar konu olması, bu coğrafya üzerinde ortaya çıkmış olan sıradan bir
siyasi hareketi değil, aslında geniş anlamıyla toplumsal yapı ve dönüşümleri
anlamlandırmaya da el verecek unsurlar içerdiğini unutmamak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder