Mehmet Özay 31.10.2021
Dünyanın en büyük ilk yirmi ekonomisini içinde barındıran G-20 adı verilen ülkeler, dün İtalya’nın başkenti Roma’da bir araya geldi.
Zirvenin gündem maddelerinin başında iklim değişikliği gelse de, uluslararası şirketlerle ilgili vergi düzenlemeleri, dijital dönüşüm gibi konular önceliğin gelişmiş ülkelerin temel ve öncelikli sorunlarına ayrılmış intibaı veriyor.
Bununla birlikte, bu küresel toplantının ‘zirve’ niteliğini sorgulatacak gelişme ise, bazı önemli gelişmiş ülke devlet ve hükümet başkanlarının toplantıya iştirak etmemesi oldu.
2019 yılında dünya gündemine oturan ve bugüne kadar etkisini sürdüren kovid-19 nedeniyle, iki yıl arasından sonra ilk defa biraraya gelen liderlerin, küresel sorunları yüz yüze konuşma fırsatı buldukları söylenebilir. Ancak ‘lidersiz’ temsiliyetin ortak sorunlar ve çözüm yollarına erişme noktasında nasıl bir katkı sağlayacağı da, kendi başına bir sorun teşkil etmediği söylenemez.
Kovid-19 başarısız tecrübesi
Küresel sorunların dönem dönem farklılaştığı hatırlanacak olursa, günümüzde nelerin sorun teşkil ettiğine göz atmak gerektiğinde, ilk sırada hiç kuşku yok ki, kovid-19’la mücadelenin geldiği görülür. Bu sorun bile tek başına, var olan ve çözüm bekleyen sorunun salt, G-20 adıyla anılan ülkelerin değil, tüm devletlerin ve toplumların sorunu olduğuna işaret ediyor.
Kovid-19’un başlangıcı, 2019 yılı Ocak ayı kabul edilirse, neredeyse iki yıla varan insanlık alemini meşgul eden ve diğer doğal afetleri şimdilik geride bıraktığı görülen ve bu anlamda yüzyılın sorunu olarak kabul edilebilecek kovid-19 sınavını, gelişmiş ülkelerin başarıyla verdiğini söylemek mümkün değil.
Süreçte kovid-19’la ilgili yazılarımızda olan bitene dair kafi derece ışık tutmaya çalıştık. Özet olarak söylemek gerekirse, kalkınmış bir başka deyişle zengin ülkeler ile kalkınmamış veya kalkınma aşamalarının farklı safhalarındaki ülkelerin, kovid-19’la mücadelede kasıtlı ve bilinçli bir ayrışmaya konu olmalarına tanık olundu.
Özellikle, sürecin aşı üretimi ve dağıtımı gibi salgınla mücadelede belirleyici olduğu noktada, Batılı ülkelerin mensup oldukları siyasal ve ekonomik sistemin değerleriyle hareket etmek suretiyle, küresel sağlık sorunu üzerinden siyasal ve ekonomik kazanımlar peşinde koştukları ortaya çıktı.
Aradan geçen süreye rağmen, dünkü toplantılarda gündeme geldiği üzere dünya nüfusunun yüzde 40’ının bu yılsonuna kadar aşılanması temennisi ve bu yönde işbirliği teşviki açıkçası başarıyla katedilemeyen bir sürecin olduğunu gösteriyor. Bu başarısızlığın üzerinde durmadan, bu hedefe nasıl ulaşılabileceğini söylemek ise gayet zor.
G-20 üyesi olmamakla birlikte Roma zirvesine davet edilen Singapur başbakanı Lee Hsien Lhoong yaptığı açıklamada, “şu anki küresel sistem kamu sağlığını büyük ölçüde destekleyememekte ve gerekli adımları atacak ortak çaba sergileyememektedir.
Bunun yerine güvenilir ve kapsayıcı küresel bir sağlık yönetimine ihtiyacımız var.” anlamına gelen ifadesi, aşağıda modern ulus-devletler ve bağlı bulundukları siyasal ve ekonomik temellerin bizatihi sorun teşkil etmesi noktasında gayet dikkat çekicidir.
İklim değişikliği sorununun paylaşımı
Ancak bugün, kovid-19’la mücadelenin yerini, sürecin iklim değişikliğinin almış olması ve sözde işbirliği söylemlerinin bunun üzerinden yürütülmeye çalışması ise, iklim kelimesinin ilk akla getirdiği bir neden olarak, ortada bir doğa felâketinden değil, aksine insan eliyle kasıtlı ve bilinçli olarak üretilen bir sorundan bahsettiğimizin farkına varmak gerekiyor.
Bunun yanı sıra, bugün tüm insanlığı etkilediği ortada olan iklim değişikliği sorununun, tüm insanlık toplumu veya tüm ülkelerin ortak katkısıyla üretildiği gibi bir yanlış anlama da doğrudan kendini ortaya koymaktadır. Aslında olan biten bu değildir!
İklim değişikliğinin bir sonuç olduğu, bu sonucu ortaya çıkaran nedenler olduğu ‘bilimsel’ yaklaşımından hareketle, nedenlerin kimler ve hangi gerekçelerle oluşturulduğu ve üretildiğinin es geçilemeyecek bir öneme sahip olduğu görülmelidir.
Genelleştirerek söylemek gerekirse, maddi kalkınmayı kendinde bir anlam yükü olarak kabul eden ve bu anlamda söz konusu bu kalkınmayı da içerecek şekilde kökenlerini modernitede bulan Batılı ülkeler, yeryüzünün sınırlı kaynaklarını sınırsız isteklerini tatmini seçmelerinin doğurduğu bir durumla karşı karşıyayız.
G-20 açılış konuşmasında İtalyan başbakanı Mario Draghi’nin, “artık tek başına mücadele bir seçenek” değil, anlamına gelen ifadelerinin ardındaki gerçeği görmek gerekmektedir.
O da, Batılı ülkeler ortaya koydukları politik-ekonomi ile kaynakların kullanımında tek egemen iken ve tüm dünyayı sözde yönetme becerisine sahipken, bugün sorunların devasa nitelikler kazanmasının ardından gelinen noktada, çözümün sadece egemen Batı tarafından oluşturulamayacağına atıf yapılıyor.
Talep edilen husus, egemenlerin kontrolüne, yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir dünya yönetimi değil, aksine çoklu ilişkiler sistemine ve işbirliğine imkân tanıyan yeni bir sistemin var edilmesidir. Ancak burada gayet çatışkılı bir durumun varlığına dikkat çekmekte yarar var.
Sorunun kökeninde ve bu sorunu ortaya koyan güçler noktasında sorumluluk taşıması beklenen yapının yerine; bu yapının eleştirilmesi ve yerine bugüne kadarki sistemin dışında ve ötesinde anlamlı bir yapı kazandırmak gerekirken, sanki ortaya çıkan sorunun çözümünde egemenlerin düzenini sürdürmeye yönelik yardım ve katkı beklentisi kendini ortaya koyuyor.
Bunun günümüz şartlarında diyelim ki, iklim değişikliği konusunda ne gibi bir çözüm üretebileceği ise gayet sorunludur.
İklim sorununun ardındaki gerçek
Ortada doğal ve kendinde bir iklim sorunu yok ise, bu sorunu ortaya çıkaran unsurlar nelerdir diye sorduğumuzda karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Adına gelişmiş denilen veya popüler kullanımı dikkate alarak ve derdi daha iyi ifade etmeye yarayacak şekilde ‘modern ulus-devletler’ olduğu görülür.
Burada yine yanıltıcı bir şekilde, 20. yüzyıl ikinci yarısından itibaren bağımsızlıklarını kazanmış ve siyasal, ekonomik ve hatta eğitim ve kültürel bağlamlarıyla eski sömürgeci yapılara eklemlenmekten başka çözümü olmayan ulus-devletleri, sorumluluk zincirinin ön saflarına yerleştirmek haksızlık ve adaletsizlik olacaktır.
Aksine, bugün adına iklim sorunu denilen olgunun ortaya çıkmasının, Batılı ulus-devletler ve bu yapının dayandığı politik-ekonomiyi kendine model alan ikincil ulus-devletler diyebileceğimiz ve ulaştıkları kalkınma modernleşmesinde kat ettikleri mesafelerle birincilere gizli/açık meydan okuma yarışına giren devletleri görmek gerekmektedir.
G-20 zirvesinin öncelikleri ile küresel toplumun büyük kesimini oluşturan geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin öncelikleri arasında gayet açık uçurumlar var.
Kovid-19 sorunu çerçevesinde son iki yılda yaşanan gelişmeler, bunun en iyi kanıtı olarak önümüzde duruyor. G-20 zirvesine konu olarak seçilen hususların nedenleri ve sonuçları dikkatle irdelenmeden, çözüm olarak sunulacak yaklaşımların tüm küresel toplumun sorunlarına çare olabileceğini düşünmek güç gözüküyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder