Mehmet Özay 31.12.2021
2021 yılı Asya-Pasifik bölgesinde, hem ulus-devletler hem de uluslararası düzeyinde ortaya çıkan yeni yapılanmalarla, küresel siyaset ve ekonomi alanlarında dikkat çekici gelişmelere konu oldu.
Kovid-19’un
yeni dalgalarla bölgede etkili olmasına ve bunun doğurduğu bazı engelleyici
süreçlere rağmen, dikkat çekici gelişmelerle neyi kast ettiğimizi kısaca, şu
görüşlerle ifade edebiliriz.
Myanmar’da
yaşanan darbe; Malezya’da hükümet değişikliği; Çin-Tayvan arasında sıcak
çatışmaya doğru evrilen süreç; Hong Kong’da askıya alınan demokratik yapı; Doğu
Türkistan’da (Sincan) insan hakları ihlâli; küresel güçlerin mikro çatışma
alanı olarak Solomon Adaları’nda yaşananlar ilk akla gelen gelişmeler oldu.
Bölge
ülkeleri arasında Çin ve Japonya gibi küresel ekonominin ikinci ve üçüncü büyük
güçlerinin olması; Hindistan ve Avustralya gibi orta büyüklükte ülkelerin
varlığı ve bu noktada özellikle, Hindistan’ın üretim ve tüketim noktasında hem
nüfus hem de coğrafya avantajına sahip olması; bir bütün olarak Güneydoğu Asya
Ülkeleri Birliği’nin (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN)
sadece, küresel ekonomide dinamo etkisine sahip olmakla kalmayıp, Doğu-Batı ya
da ABD ve Çin arasında çatışma süreçlerinde dengeleyici bir role sahip
olabileceği yönündeki yaklaşımlardı.
ABD’nin
Asya-Pasifik ekseni siyasetinin görünürlüğü önce bölgeye yapılan üst düzey
ziyaretlerle ve ardından bazı uluslararası yeni kurumsal yapılarla ortaya
konuldu.
Başkan
Joe Biden, kovid-19 salgını sürecinin devam etmesi nedeniyle ASEAN bölgesini
ziyaret edemese de, hükümetin önemli isimlerini bölgeye göndermek suretiyle,
Asya-Pasifik “eksen” sürecinin en önemli ayaklarından bir olan ASEAN ile
ilişkileri yeniden başlatmış oldu.
ABD
sabık başkanı Donald Trump’ın Asya-Pasifik bölgesinden çekilmesiyle Çin yönetiminin,
bölgenin gayet dinamik olan ticari ilişkilerini yeniden yapılandırma konusunda
inisiyatifi ele almasının en önemli göstergesi, ‘Bölgesel Kapsamlı Ekonomik
İşbirliği’ (Regional Cooperation of Economic Partnership-RCEP) anlaşması
geçtiğimiz Kasım ayında imzalanması oldu.
ASEAN
üyesi on ülke ile Doğu Asya’dan Çin, Japonya, Güney Kore ile Pasifikler
bölgesinde Avustralya, Yeni Zelanda’nın biraraya gelmesiyle başlatılan ekonomi
bloğu süreci 1 Ocak 2022’den itibaren yürürlüğe girecek. Bölgede özellikle, kovid-19’un
ekonomide açtığı derin yaraların sarılması anlamında da işlev göreceği
düşünülen bu ekonomi bloğu karşısında ABD’nin yeni bir eylem plânı olacağını
söyleyebiliriz.
Bu
ve benzeri hususlar, ilgili ülkeler arasında ikili ilişkiler kadar, hem var olan
hem de -aşağıda değinileceği üzere- yeni kurulan bölgesel işbirlikleriyle
farklı bir yönelime girmiş gözüküyor.
Bu
noktada, Asya-Pasifik bölgesi ve bu bölge çerçevesinde üretilen ilişkiler
ağının uluslararası siyaset bağlamında, sadece bu coğrafya ile sınırlı olmadığı
aksine, bunun ötesinde bir etkiye sahip olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor.
Bunda,
bölgenin kendi toplumsal ve siyasal dinamikleri kadar, öncü küresel güçler
denilebilecek yapılardan, orta büyüklükte veya yeni güç merkezi olma
iddiasındaki yapılara kadar, Asya-Pasifik’e yönelik, siyasal ve ekonomik
anlamda, belirgin bir ilginin belirleyiciliği söz konusudur.
ABD’de
Asya-Pasifik merkezciliği yönelimi
ABD’de
Joe Biden yönetiminin ilk yılı olan 2020 içerisinde, beş yıllık aradan sonra,
kendisinin de başkan yardımcısı olarak görev yaptığı, Barack Obama dönemi
politikalarına dönme konusunda dikkat çekici adımlar atıldı.
Bu
çerçevede, ABD savunma bakanı Lloyd Austin’in, Temmuz ayı sonunda ASEAN üyesi
Singapur, Filipinler ve Vietnam’a ardından, başkan yardımcısı Kamala Harris’in
kısa bir süre sonra yani, Ağustos ayında Singapur ve Vietnam ziyaretleri Joe
Biden yönetiminin bölgeye yönelik ilgisini ortaya koyuyordu. Aralık ayının
ortalarında ise, bu sefer dışişleri bakanı Anthony Blinken’ın, Endonezya,
Malezya ve Tayland ziyaretleri ile ABD yönetimi ASEAN’da öne çıkan altı ülke
ile askeri ve ekonomik işbirliği konusundaki mesajlarını doğrudan iletme imkânı
buldu.
Bu
noktada, ABD’nin Asya-Pasifik’e yönelik ilgisinde belirgin artışta, bir ön
hazırlık olarak değerlendirilmesi gereken gelişme hiç kuşku yok ki, Afganistan
topraklarından çekilme kararıydı.
Afganistan
süreci ve Asya-Pasifik’in ‘yeni eksen’ (pivot) olma özelliği, temel
itibarıyla birbiriyle ilişkisine kuşku olmayan bir duruma işaret ediyor. Bu durum,
aslında ABD’nin geçen 20 yıllık süre zarfında Batı Asya’da karşı karşıya
kaldığı zorlu sürecin sona erdirilmesinin yanı sıra, Asya-Pasifik’te Çin
aleyhine bozulan güç dengesinin yeniden yerli yerine oturtulması anlamı
taşıyor.
ABD
öncülüğündeki NATO’nun Afganistan’dan, hiç de beklenmedik denilebilecek
dramatik gelişmelere konu olan çekilme kararının, ABD’de ve uluslararası
kamuoyunca bir tür meşruiyet sorgulamasına dönüştüğüne kuşku yok.
Bununla
birlikte, bu sürecin ABD için sorunsuz olduğunu söylemek mümkün değil.
Afganistan’daki dramatik çekilişin -yoksa çöküşün mü demeli?- oluşturduğu
psikolojik baskıyı, Çin karşısında yeni bloklaşma eğilimleriyle gidermeye
çalıştığı görülüyor.
Bu
durum, ABD’deki kamuoyu yoklamalarına doğrudan yansırken, ABD yönetimi, sadece
Asya-Pasifik’te değil, küresel olarak ekonomik, askeri ve siyasal rakibi
konumuna gelmekte olan Çin’e karşı önce Dörtlü Diyalog Grubu’nun (Quad)
ve ardından, Avustralya-Birleşik Krallık-ABD’nin birlikteliğinde
oluşturulan Aukus ile yakın ve orta vadede Asya-Pasifik
bölgesindeki varlığını takviye etmeyi amaçlıyor.
ABD,
bu iki güvenlik yapısıyla Çin karşısında uluslararası suların güvenliğini
sağlamayı hedefliyor. Bu noktada, sorunun sadece Güney Çin Denizi, Tayvan
sorunu ile sınırlı olmadığı artık belirginlik kazanmış durumda.
ABD
yönetiminin, özellikle Quad yapılanmasında Japonya ve
Avustralya’nın yanı sıra Hindistan’ı da yanına alması, Çin karşısında
uluslararası suların korunmasını Hint Okyanusu’na kadar genişletmesi anlamı
taşıyor.
Bir
diğer gelişme Aukus ise, ABD’nin bölgedeki müttefikleri
dışında, Avrupa’dan bir ülkenin yani, İngiltere’nin uzunca bir sürenin
ardından, Asya-Pasifik bölgesindeki varlığını ortaya koyacak şekilde
gelişmelere angaje olduğunu ortaya koyuyor. Bu gelişme, sanki Pasifik Savaşı
sürecindeki Anglo-Sakson ittifakının bir benzerinin oluşmakta olduğunu akla
getirirken, yeni aktör İngiltere’nin varlığı dikkat çekicidir.
Bu
durum, İngiltere’nin Brexit sonrasında uluslararası arası
arenada Avrupa Birliği (AB) sınırlılığından kendini kurtarıp, sadece ekonomik
ilişkilerde değil, aynı zamanda güvenlik alanında da, daha rahat bir genişleme
imkânı bulduğunu gösteriyor.
ABD’nin
bu süreçte Asya-Pasifik yapılanmasını, Hint-Pasifik olarak yeniden
güncelleyerek bir politika imkânı olarak ortaya koyması dikkat çekicidir.
Açıkçası
bu durum, Çin’in 2013’den bu yana gündeme getirip, tedrici olarak uygulamakta
olduğu Deniz İpek Yolu projesine karşı Hint Okyanusu, Doğu Çin Denizi ve
Pasifik Okyanusu’nun çevrelediği gayet geniş bir coğrafya üzerindeki ‘yeniden
hakimiyet’ olgusunu pekiştirmeye matuf bir girişimdi.
Haklar
meselesi
Belki
bölgedeki bütün ulus-devletlerdeki gelişmeleri tek tek ele almak bu kısa yazıda
mümkün olmasa da, uluslararası ilişkiler anlamında dikkat çeken ve bu anlamda
öne çıkan bazı gelişmelere değinebiliriz.
Myanmar’da
Arakanlı Müslümanlara yönelik son on yılda, Çin’de ise Doğu Türkistan’lı
Uygurların son beş yılı aşkın süredir karşı karşıya kaldıkları insanlık dramı,
uluslararası çevrelerde yankı buldu.
Halkının
çoğunluğu Müslüman olan, özellikle de ekonomik birer güç olarak dikkat çeken
Ortadoğu’daki bazı Arap ülkelerinin sessiz kaldığı gelişmelere rağmen, bu iki
ülkedeki gelişmelerle ilişkili insan hakları konuları, yine Batılı ülkeler ile
merkezleri bu ülkelerde bulunan hak örgütleri tarafından yüksek sesle
eleştirildi.
Myanmar,
sadece ASEAN bölgesinde değil, bölgeyle yakından ilgilenen ülkelerde de şok
etkisi yaratan darbeye konu oldu.
Genel
seçimlerin ardından, Suu Kyi’nin başında bulunduğu, Ulusal Demokrasi
Birliği’nin (National League for Democracy-NLD) ikinci iktidar dönemine
hazırlandığı tam da, parlamentonun toplandığı gün yani, 1 Şubat 2021’de yaşanan
askeri darbe sonrası belirsizlik kadar, son on yılda Arakanlı Müslümanlara
yönelik etnik soykırımın yeniden hem bölgede, hem de uluslararası çevrelerde
yeniden gündeme gelmesine yol açtı.
Bu
çerçevede, darbeden iki ay sonra sürgünde kurulan Ulusal Birlik Hükümeti (Myanmar’s
National Unity Government-NUG), 20 Ağustos’ta Uluslararası Suçlar
Mahkemesi’ne (International Criminal Court-ICC) başvurarak, söz konusu
mahkemenin ülkedeki insan hakları ihlâlleriyle ilgili alınan kararları
tanıyacağını duyurdu.
Çoğunluğunu
NLD mensubu milletvekillerinin oluşturduğu NUG’un bu kararı, yakın geçmişte
Arakanlı Müslümanlara yönelik yakın geçmişte ulusal ordu Tatmadaw ve
aşırı Budist gruplar tarafından gerçekleştirilen şiddet ve zulmün karşısında
bir tür günah çıkarma olarak da değerlendirilebilir.
Söz
konusu bu darbenin etkisi kendini ASEAN ile ilişkilerde de gösterdi. Bu
noktada, özellikle, ASEAN bünyesinde bugüne kadar belirleyici olan “üye
ülkelerin iç işlerine karışmama” ilkesinin yeniden gözden geçirilmesini
düşüncesini gündeme getirdi.
Bazı
çevreler, Myanmar’ın üyelikten çıkartılması görüşünü dahi ortaya atarken, genel
eğilim ASEAN ile başta ABD olmak üzere bazı Batılı ülkelerin işbirliğiyle,
bugüne kadar olumlu bir sonuç alınamasa da, Myanmar’ı darbe sürecinden
kurtarmaya yönelik bir seyir takip ediyor.
Yukarıda
dikkat çekildiği üzere, 2021 yılında Asya-Pasifik’de yaşananlar bölgenin
küresel önemini açıkça ortaya koyuyor. Myanmar’da darbe; Malezya’da hükümet
değişikliği; Çin’de Hong Kong ve Doğu Türkistan sorunları; Tayvan-Çin
gerginliği vb. hususlar bölge ülkelerinin iç siyasetlerindeki gelişmeler olarak
dikkat çekerken, başta ASEAN olmak üzere RCEP, Quad ve Aukus gibi
yeni bölgesel işbirlikleri ile ekonomik, siyasal ve güvenlik alanlarındaki
gelişmeler gayet dinamik bir sürecin varlığını ortaya koyuyor.