Mehmet Özay 04.10.2020
Güneydoğu Asya belirli bir coğrafi bölgeye atıfla kullanılan ve kimilerine göre hâlâ muğlaklığı içinde barındıran bir kavram. Öte yandan, ‘sosyoloji’ yani toplum bilim ise bir sosyal bilim dalı olarak varlığını iyi-kötü sürdüren bir bilim alanı.
Güneydoğu Asya
gibi geniş Asya kıtasının belirli ülkelerini içine alan bölümündeki toplumları
ve toplumların işleyiş şartlarını, koşullarını, durumlarını, bir başka deyişle toplumsal
gerçekliklerinin neye tekabül ettiğini ele almak gayet önemli bir uğraş.
Bir coğrafi
tanımlama olarak Güneydoğu Asya’nın ortaya çıkmasında 2. Dünya Savaşı’nın bölgedeki
adıyla Pasifik Savaşı’nın 1945 yılı
Eylül ayında resmen sona ermesinin ardından, ittifak güçlerinin hareket ve
mobilizasyonunun yapılaştırılmasının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Bu durumda, bugün
bir ada devleti olan Singapur’u merkez kabul eden ABD liderliğindeki İngiltere,
Avustralya ve Hollanda’nın geniş Asya-Pasifik komutasını daha da daraltarak
Güneydoğu Asya olarak tanımladığı bir süreç söz konusudur.
Bu anlamda, ortada
gayet pratik ve stratejik alanlarla belirlenmiş temelde askeri hedeflere
ulaşmanın gereği olarak tanımlanmış bir coğrafyadan söz ettimiz söylenebilir.
Bu coğrafi alana
dahil edilen bölüm Ana kıta’da Çin’in güneyinde ve Bangladeş’in doğusunda
Myanmar’dan başlatılan ve güneye doğru inerek Tayland, Vietnam, Kamboçya, Laos,
Malezya ve Singapur’u içine alan; Pasifik Okyanusu’nun batısında ise, Japonya’nın
güneyinde Filipinler Takımadaları’ndan güneye doğru inerek Endonezya
Takımadaları’nı içine alan biri kara diğeri adalardan oluşan iki grup coğrafi
birim söz konusudur.
Bu geniş coğrafi
alanın birbirinden genel itibarıyla farklılaşan ve yukarıda kısmen dikkat
çekilen kara ve diğeri adalar toplumlarını farklı bağlamlarla da ele almak
mümkün.
Örneğin sahip
oldukları dini yapılar, ki diyelim ki, Budizm, Hinduizm, İslam ve
Hıristiyanlık; mensup oldukları etnik yapılaşmalarıyla ki, bunda özellikle linguistik
unsurlar, folklorik ögeler öne çıkmaktadır; ya da 16. yüzyıl başlarından
itibaren bölgenin tedrici olarak sömürgeleştirilmesine bağlı olarak Batı Avrupa
sömürgeci güçlerinden hangisiyle
ilişkilendirildiklerine bağlı olarak...
Bu noktada, bir
bilim dalı olarak sosyolojinin ortaya koymuş olduğu teorileri, tanımlamaları,
yaklaşımları bu coğrafyadaki toplumlar üzerinde uygulamak mümkün gözükebilir.
Kaldı ki, Batı
Avrupa toplum yapısının/yapılarının tarihsel olarak geçirdiği değişimlerin, yine
tarihin belirli bir noktasında ulaştığı düzeyi anlamlandırmak, tanımlamak ve
geçmişle mevcut yapıyı ilentilendirmek, değişime konu olan süreçlerin niçin ve
neden ortaya çıktığını saptamak gibi nitelikleriyle tanımlanan sosyolojinin,
dünyanın bir farklı bölgesindeki farklı toplumsal yapıları anlama uğraşı kendi
başına bir değer taşımaktadır.
Ancak burada
dikkat çekilmesi gereken husus, Batı Avrupa toplumunda yaşanan sosyal gerçekliklerin,
bunları anlama ve anlamlandırmada ortaya konulan bilgi ve bu bilginin
temellerinin nihayetinde belirleyiciliği olduğu ve tüm dünya toplumlarına
gönderme yaparak genelleştirmeciliğinin doğurduğu sorun göz ardı edilemeyecek
boyuttadır.
Bu durumda,
yukarıda sadece coğrafi sınırları itibarıyla dikkat çekilen Güneydoğu Asya
toplumlarını anlama süreçlerinde, Batı Avrupa’nın ürettiği teorilerin, anlama
tarzlarının, bu süreçte temel aldıkları bilginin kökeninin, bir başka deyişle
epistemolojilerinin genel geçerliliklerinin sorgulanır olmasının, bizatihi insan
toplumlarının birbirinden farklılaşmasının ve/ya bir başka ifadeyle toplumsallığın
gereği olduğu ileri sürülebilir.
Bu noktada, adına
sosyoloji denilen bilim alanının Avrupa dışındaki toplumları, özelde ise
Güneydoğu Asya toplumlarını neye göre temellendirdiği konusu kendi başına bir
sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Sosyolojinin, bir
bilim dalı olarak ne yaptığının biraz daha kolaylıkla anlaşılabileceğinden
hareketle modernleşme süreçleri üzerinde duran bir çalışma sahası olduğunu
söylemek gerekir.
Amacına ve hedefine
şu veya bu şekilde modernleşmeyi koymuş ya da yaşanan toplumsal değişimleri
modernleşme temelinde anlayan ve algılayan bir bilim alanının, Batı Avrupa
dışındaki toplumlarda benzer süreçleri arama uğrayışın beyhudeliği
kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Tam da bu noktada,
sosyolojisinin neden-sonuç ilişkisine, kök ve odak arama ve süreçleri
anlamlandırma gibi yaklaşımlarına rağmen, tüm bu unsurlar üzerinde belirleyici
olduğu imgelemi ile ortaya koyduğu teorilerin sınırlılığından değil, genel
geçer teoriler olarak belirleyiciliğinin içselleştirilmiş olduğu görülür.
Batı Avrupa özelinde
doğan, böylesine bir bilimsel faaliyet alanının kendini bu anlamda belirleyici
kılması, sorunun ne kadar önemli olduğunu gizli/açık ortaya koymaktadır.
Gündeme geldiği
dönem itibarıyla sosyoloji, değişimi anlama uğraşı verirken ortaya koyduğu
verileri yapılaştırması kadar, bu verilerin benzerlerini arama yolunda gayet ‘gayretli’
bir tutum takındığı görülmektedir.
Yukarıda dikkat
çekildiği üzere, modernleşmenin bir çalışma/araştırma alanı olması, onu
kendinde bir güç olarak toplumlara dayatıcı özellikleriyle ortaya çıkmasına
mani olmamıştır.
Kaldı ki, adına
modernleşme denilen süreci bir eksen model olarak almak suretiyle örneğin,
Güneydoğu Asya toplumları üzerinde uygulama imkânı bulması, sosyolojiyi
zenginleştirmek yerine aslında, Güneydoğu Asya toplumlarının sosyolojisini
anlamak yerine, anlamama konusunda bir çabaya dönüşmektedir.
Bunun kurucu araçları
gizli/açık Batılı sosyologlar olurken, uygulayıcılarının uzun sömürge dönemi
yönetimleri ve bu yönetimlerde yer alan küçüğünden büyüğüne karar merciinde
olan kadrolar olduğunu söylemek gerekiyor.
Peki bu durumda,
Güneydoğu Asya toplumlarını nasıl anlamamız gerektiği konusunda bazı
çıkarımlarımızın olması gerekmektedir.
Bu yönde sergilenecek
temel yaklaşımda Batı Avrupa toplumlarındaki sosyal gerçeklikleri, dayandığı
tarihsel değişim süreçlerini ya da bu süreçlerin kendini ortaya koyduğu ve bir
tür gelişimci evrimcilik anlayışını doğrudan modernleşmeci çabaları dikkatle
incelemek gerekmektedir.
Sosyolojinin ürettiği
teorik yaklaşımları toplumları benzeştirmede bir araç gibi görme kolaylığına
kapılmak yerine, aslında toplumları anlamada bir engel olduğunu hatırda
tutmakta yarar var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder