Mehmet Özay 29.06.2024
Tanzimat’ın bütüncül kurumsal değişimler süreci olduğu
bilinirken, bu dönemin belki de pek çoklarınca göz ardı edilen yönü maliye
konusudur.
Bir başka ifadeyle, devletin harcamaları meselesidir. Bu
yazıda, konunun sadece birkaç can alıcı yönüne değinerek, döneme dair genel bir
fikir edinilebileceğini düşünüyorum.
‘Hayırlı değişim’ ve maniaları
‘Hayırlı değişim’ sürecini doğuran, bu süreçte etkin olan
ve devamlılığı ile çalışanlar ile bu süreçte entellektüel enerjisini bitirip
farklı yollara sapanlar ile bu süreçte zaten hiç yer almak istemeyenler gibi
birbirinden bağımsız bireyler ve grupların varlığı da en az, bu ‘hayırlı
değişim’ sürecinin kendisi kadar dikkat çekicidir.
Cevdet Paşa’nın, “Hayırlı Değişiklik/Reform’ (Tanzimat-ı
Hayriyye) olarak zikrettiği süreç hiç kuşku yok ki, nedenleri ve sonuçları
itibarıyla dünün olduğu gibi bugünün de konusu olmaya adaydır.
Tanzimat-ı Hayriyye’nin ortaya koymak istediği
değişimleri, tüm kurumsal boyutları ile düşünmek gerekiyor. Bunlardan biri de,
maliye konusudur...
Bununla birlikte, sıra “Bu konuyu nasıl anlamalıyız?”
sorusuna cevaba geldiğinde, elimizde kayda değer kaynak sınırlılığıyla
karşılaşırız.
Bu noktada, “Osmanlı
tarihinin bu devreleri hakkında yazılmış ciddi eserlerin ne kadar mahdut
olduğu, hatta birçok meselelerin nasıl karanlıklar içinde bulunduğu düşünülürse...”,[1] maliye
konusunun da bundan azade olmadığını söylemek mümkündür.
Sultan Abdülmecid kararlılığı
Tanzimat’ın yani, ‘Hayırlı değişim’in destekçilerinden biri öyle anlaşılıyor ki, dönemin hükümdarı yani, Sultan Abdülmecid’di.
Sultan Abdülmecid’in “... hazinenin bir para borç etmesine razı olmayan...” bir tutum içinde olması, bizatihi ‘hayırlı değişim’in ciddiye alındığı ve uygulanması konsunda bir irade belirtildiğini gösteriyor.
Bununla birlikte, arzu edilen gelişmelerin olmaması -ki, bu hususa aşağıda değineceğim, zamanla Sultan Abdülmecid’in dahi umudunu yitirmesine ve gelişmeleri tabiri caizse kendi haline bıraktığını gösteriyor.
Öyle ki, Sultan Abdülmecid’in bürokrasideki çalkantılar karşısında, “... vücuduna zaaf ve fütur geldiği gibi muttasıf olduğu ahlakı hasenesine dahi zaaf gelerek seccadenin dört ucunu salıverdi ve havass-ı vükelasının böyle yekdiğeriyle uğraşmasından usanıp, her işi tabiatine bıraktı ve hazinelerin bir suret-i fevkâlade de, tezayüd-i düyununu hiç kayd etmez oldu. El hasıl enziyade istifade olunacak eyyam-ı fırsatta, bir garib girive-i gaflet ve delalete gidildi...[2]
Bürokraside nasıl bir değişim?
Cevdet Paşa, bürokraside ne türden başarılı bir değişim yapıldığından ziyade, Sultan Abdülmecid’in devlet maliyesine dair tutumundaki olumsuz değişimin nedeni ve belki de, sonucu olarak ortaya çıkan durumu reel verilerle ortaya koyuyor.
Cevdet Paşa, padişahın dikkatinin de kaybolduğu maliye konusuyla ilintili olacak şekilde bazı hususlara dikkat çekiyor ve bu anlamda, dönemin örneğin, “Sadrazam, Serasker, Kapudan, Tophane müşiri, Meclis-i vala reisi, Zabtiye müşiri daima vüzeradan...”, bazı bürokratlara değinerek aldıkları maaşlara dair açıklık getiriyor:
“... vüzeradan olan vükelanın şehriye altmış binden yüz bin kuruşa kadar Hazine-i maliyyeden muhasse maaşları ve mükemmel tayinatları ve rütbe-i bala eshabının otuz bin kuruştan elli bin kuruşa kadar maaşları ve münasib mikdar et ve ekmek tayinleri olduktan başka, nezaretlerin ekserinde nazırlara mahsus harçlar dahi vardı....”[3]
Tabii, bu gelirlerin ne anlama geldiğini belki, daha derinlikli olarak anlamak için, dönemin farklı iş kollarındaki çalışanların ne kadar maaş aldıklarına bakmak gerekecek...
Evet, şöyle devam ediyor Cevdet Paşa:
“... Şeyhülislamın maaş ve tayinatı şehriye yüz bin kuruşa baliğ olurdu ve ol vakit on yedi on sekiz kadar sudur-i kiram olup bunların eskisine yani, en evvel Rumeli payesi almış olana, alim olsun cahil olun reis’ül ulema denilip, anın şehriye maaşı on beş bin kuruş idi. ... Rumeli payelülerinin arpalıkları ile zamimesi olan maaşları şehriye dokuz bin kuruş ve Anadolu payesinde bulunan sudurun şehriyeleri yedişer bin kuruş idi...”[4]
Burada dikkat çeken husus, aslın da tam da, ‘Hayırlı Değişim’in ruhuna aykırı olduğuna kuşku olmayan, hak eden etmeyen bilcümle ilgili bürokratın benzer maaşı almasıdır. Cevdet Paşa, bunu “... alim olsun cahil olsun...” diye belirtirken, aslında dini kurumlar kadar sivil kurumlara yapılan atamalarla ilgili Osmanlı’da sorunun, önceki yüzyıllara dayanıp dayanmadığını incelemek gerekiyor.
Burada, Sultan Abdülmecid’in niçin işin peşini bıraktığının öncesi ve sonrasına dair bir küçük not daha düşüyor Cevdet Paşa:
... Memurin-i devlet böyle müstesfa maaşlar ile güzel gecinmek kabil iken, günden güne sefahat artıp bu cihetle bazıları medyun ve bazıları dahi hane ve sahilhane tedarüküne muhtaç olmak hasebiyle ara sıra bazılarına atayay-i seniyye dahi verilirdi. Müteneffisin ve müntesibine şuradan buradan haylice hedaya dahi gelirdi....”[5]
Reşid Paşa’nın def’a-i ula sadaretinde aşar ve rüsumat iltizamatından dahi ol devrin müteneffis ve müntesibleri mebaliğ-i küliye kazanırlardı.[6]
Maliye düzelir mi(ydi)?
Bununla birlikte, döneme şahit olan ve gelişmeler
karşısında görüş belirten bazı Osmanlı bürokratları ve düşünürleri olduğu
biliniyor.
Bunlara ilâve olarak yabancı gözlemciler özellikle de,
dönemin İstanbul’unda görev yapancı elçiler, bunların kendi ülke yetkilileriyle
haberleşmeleri vb. kaynaklar da döneme ışık tutma noktasında göz ardı
edilmemelidir.
Bunlardan biri kabul edilen, Avusturyalı devlet adamı, Klemens
von Metternich’in (1773-1859)[7] Osmanlı
hakkında görüşleridir.
Bu anlamda, Metternich diyor ki: “...
Devleti aliyyece terâkki için bunun gibi bir vakti fırsat olamaz. Amma aksine
hareket olunduğu taktirde dahi bunun gibi fena vakit olmaz. Bu müsaadeli eyyamı
iki sene kadar tahmin ederim. Bu müddet zarfında, esbab-ı terâkkiye teşebbüs
olunmaz ise fırsat fevt olur” demiş olduğu mir-i mumaileyhin lisanından
işidilmiştir.[8]
Elbette, Metternich bu ifadesiyle, doğrudan Osmanlı’daki
maliye konusuna gönderme yapmıyor. Ancak, bu olgunun da içinde yer aldığı
‘değişim’ sürecinin gerçekleştirilmesinin önemine ve bu anlamda, Osmanlı
Devleti için sürecin çok hassas olduğuna işaret ediyor.
Bu noktada, bir devlet adamı ve iç işleri bakanlığı da yapmış olan Metternich’in, iyi bir Osmanlı gözlemcisi olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun, Metternich’in Osmanlı’ya yönelik özel bir ilgisi olup olmamanın dışında, dönemin Osmanlısının, Avrupa’daki tüm önemli ülkeler için, gayet önemli süreçlerden geçmesi dolayısıyla, dikkatle incelenmesi ve izlenmesi gereken bir ülke olmasıyla açıklayabiliriz.
“... Metternich’in sözü muvafık-ı hal-ü maslahat idi ve ondan sonra Cenab-ı Hak bize pek çok seneler fırsat verdi...”[9]
Burada bir parantez açarak şu hususa değinmekte yarar var...
Cevdet Paşa’nın -belki de, dönemin diğer önemli bürokratları gibi, dini kavramlara müracaatla siyaset dünyasını ve devleti anlama çabası gözlemleniyor.
Bununla birlikte, böylesi bir yaklaşımın nasıl bir karşılık bulduğu veya Cevdet Paşa özelinde söylemek gerekirse, bu kavramlar harekete geçirilirken, mevcut sisteme yönelik bir eleştiri olarak mı kullanıldığı hususu üzerinde düşünülmeye değerdir.
Maliye’ye dair bazı ipuçları
Cevdet Paşa, Metternich’in öngörüsünün de ötesinde, bir zaman dilimine sahip olunmasına rağmen, değişim konusunda atılması gereken adımların niçin ve neden atılamadığına açıklık getiriyor:
“... Ne çare ki, biz adam olup da istifade edemedik ve belki ol vakit, bütün bütün fenalığa yüz tuttuk. Reşid Paşa, damad Paşalarla uğraşırken, muahharen kendisinin yetiştirmiş olduğu Ali ve Fuad Paşalar ondan ayrılıp, Reşid Paşa öteden beri İngiliz politikasına meyl iken, onlar Fransız politikasını iltizam eylediler. Ve iki taraf dahi, yek diğerine galebe için her türlü vesaile teşebbüs ederek, birbiriyle uğraşmaya başladılar...”[10]
Cevdet Paşa, gizli/açık gayet dikkat çekici sosyolojik bir duruma işaret ediyor...
Bu noktada, burada iki temel hususun dikkat çektiğini söyleyebiliriz. İlki, “Hayırlı Değişim”in mimarı konumundaki Reşid Paşa ile onun yetiştirmesi, iki önemli devlet adamı yani, Ali ve Fuad Paşalar arasında bozulan dengedir.
Bu durum, değişim için bürokraside iradeli duruşları olan ve liderlik konumunda olan kişilere olan ihtiyaç ile bu kişilerin süreçte farklı yollara sapmalarının neden olduğu istikrarsızlık.
İkincisi ise, Reşid Paşa’nın, ‘hayırlı değişim’in önünde engel olarak gördüğü bazı gruplarla olan mücadelesidir.
Veya bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, bizzat değişime yeşil ışık yakmış olan hanedanlık çevrelerinde ‘damadlar’ adıyla anılan çevrelerin -meselâ ‘Damad Mehmed Ali Paşa’-, siyaset ve bürokrasi dünyasında yer alışlarının ‘hayırlı değişimle’ bağdaşmayan tutumlarıdır.
Osmanlı hanedanlığı içerisinde yer alan grupların ki, bunlar ‘damadlar’ olarak tezahür ediyor ve Osmanlı tarihinin değişik dönemlerinde var olan bir toplumsal grupturlar.
Önceki dönemler bir yana, 19. yüzyılın ilk yarısında elzem olan bütüncül değişimlerin önünde engel teşkil eden bir grup olarak ‘damadları’ görmek herhalde, Reşid Paşa gibi bir devlet adamının sessiz kalacağı bir husus değildi.
Aslında dönemin ne denli karmaşık, çelişik olduğunun bir ifadesi olarak şunu da zikretmekte yarar var. O da, bizatihi Reşid Paşa’nın dahi, bu eğilimden kendini alamayıp, oğlu Ali Galip’i padişaha damad yapmak istemiş olmasıdır.[11]
1839’da Gülhane’de okunan birkaç sayfalık Hatt’ın hemen başlarında geçen ifadede, ilgili değişiklikler yapılması halinde beş on sene zarfında önemli gelişmeler kaydedileceğine yönelik bir yaklaşım vardır.
Metternich’in birkaç yıl dediği, Cevdet Paşa’nın “pek çok seneler vardı” dediği sürece rağmen, Osmanlı devletinde arzu edilen, ‘Hayırlı Değişim’ gerçekleşmemiştir.
Osmanlı Devleti’nin en önemli dönemlerinden kabul
edilmesi gereken 19. yüzyıl, bu öneme rağmen, bizatihi bürokrasisinin ve
bürokraside yer alan önemli isimlerin dönemin gelişmelerine dair eserler
vermemeleriyle büyük bir tenakuzu da içinde taşımaktadır.
Bununla birlikte, gerek yabancı gözlemciler gerekse
Cevdet Paşa örneğinde olduğu gibi devleti düzlüğe çıkartma düşüncesine sahip az
sayıdaki bürokratın çabaları bize bugün ilgili dönemleri az da olsa anlama
imkânı sunuyor.
[1] Baysun, Cavid.
(1953). “Tezakir-i Cevdet Hakkında”, Tezakir (1-12), (Yayınlayan: Cavid
Baysun), Ankara: Türk Tarih Kurumu, p. xii.
(ix-xx).
[2] A.g.e., s. xxii.
[3] Cevdet Paşa.
(1953). Tezakir (1-12), (Yayınlayan: Cavid Baysun), Ankara: Türk Tarih Kurumu, s. 18.
[4] A.g.e., s. 19.
[5] A.g.e., s. 19.
[6] A.g.e., s. 19.
[7] A.g.e., s. 19.
[9] A.g.e., xxi.
[10] A.g.e., s. xxi-xxii.
[11] Cevdet Paşa. (1953). A.g.e., s. 10. çb
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder