7 Haziran 2024 Cuma

6 Haziran 1944: Avrupa tarihini hatırlıyor / 6 June 1944: Europe remembers its history

Mehmet Özay                                                                                                                            07.06.2024

6 Haziran 1944, Avrupa’da 2. Dünya Savaşı’nın dönem noktalarından biri olarak anılıyor...

Dün, Fransa’nın Normandiya sahilinde yapılan anma törenlerinin sadece, 80 yıl önce yaşanmış, acılarının üzerinden epey süre geçmiş ve tarihsel romantizimle bağlantılı bir vakıa olmadığı anlaşılıyor.

Aksine, 80 yıl önce yaşanmış olan bu vakıdan hareketle, bugün Avrupa Kıtası’nda yaşanan siyasal ve askeri kargaşa başta olmak üzere, küresel bağlamda nükseden dünyanın farklı bölgelerindeki sorunların, yakın gelecekte benzeri bir sürece yol açıp açmayacağı gizli/açık söylemlerde kendine yer buluyor.

Öyle ki, dün, Nazi Almanyası ve diğerleri arasında var olan küresel güç tesisi süreci günümüzde yeni eski ve yeni küresel aktörlerin sadece konvansiyonel değil, oluşan yeni platformlarını da içine alacak şekilde güç tesisi rekabetine konu oluyor.

Küresel sisteme hakim olma iddiasındaki devletlerin ellerindeki askeri güçleri, giderek daha kaba bir söylemle gündeme taşımaları, aradan geçen seksen yıla rağmen, alınması beklenen derslerin alınamadığının işareti kabul edebiliriz.

Özgürlük ve bağımsızlık

Batılı ülkelerden yirmi civarında ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının yer aldığı anma toplantılarında, çeşitli liderlerin söylemlerinde vurgunun ‘özgürlük’, ‘bağımsızlık’, ‘diktatörlüğe karşılık’ olması, bugün Orta Avrupa’da yaşanan Ukrayna süreciyle ilişkilendiriliyor.

Bununla birlikte, ortada bir çelişkinin olmadığı da söylenemez. Anglo-Sakson dünyası Normandiya üzerinden batı yakasından ilerlerken, dönemin Rusyası

 2. Dünya Savaşı’nda Nazi karşıtlığında birleşenler sadece, ağırlıklı olarak Anglo-Sakson dünyasının oluşturduğu Batı Bloğu değil, içinde dönemin Rusya’sının da olduğu yapıyı içeriyordu.

İyi ve kötü mücadelesi

Batılı liderlerin dünkü törenlerdeki söylemleri dikkate alındığında, öyle anlaşılıyor ki, 1944’de Normandiya çıkarması Batı liberal demokrasileri için ya da, Johr Orr’un dikkat çektiği üzere “iyi ile kötü”nün mücadelesinde elzem bir süreçti.[1]

Ve Normandiya’dan başlatılan devasa askeri girişim, “kötü” karşısında ortaya konulabilecek tek kurtuluş kaynağı olarak görülmüştü.

Ancak, söylemler çerçevesinde düne yönelik ilginin doğrudan bugüne gönderme yapan boyutu yabana atılacak gibi değil.

Öyle ki, Avrupa’nın benzeri bir siyasal ve askeri tehditle karşı karşıya bulunduğuna, dün tören meydanlarında yapılan konuşmalarda dikkat çekilmesi bunun açık bir göstergesiydi.

Dünya düzeni çözümsüzlüğü!

Aslında bu durum, aradan geçen süre zarfında, “bir daha olmasın” söylem ve çabalarına rağmen, bugün Avrupa’nın tam da ortasında, yeni ve yayılma potansiyelini her an içinde barındıran bir savaş atmosferinin varlığı, Batılı ulusların yakın gelecekte neyle karşı karşıya olacaklarına dair belirsizliğin bir ifadesi olarak okunabilir.

Batı Avrupa’da 80 yıl önce var olan gelişme ile 2022 yılında başgösteren ve Rusya’nın küresel bir aktör olarak ortaya çıkaran sadece Ukrayna’yı hedef almayan işgali bize, bu iki dönemle yani, 2. Dünya Savaşı ve Ukrayna süreciyle sınırlı olmayan ve ucunu en azından 1798’le başlatabileceğimiz, bir Batı dünyası hegemonik ilişkiler ağını anlamamızı gerekli kılıyor.

Bu bağlamda, ‘Dünya düzeni’ kavramının sadece, 1. ve 2. Dünya Savaşları ile sınırlı olmadığı aşikârdır.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) siyasal varlığının ve bu sisteme entegre neredeyse, tüm siyasal sistemlerin 1989’de çöküşüyle birlikte, yeni ‘dünya düzeni’ tesisi çabalarının aslında, uzun dönemli olarak birbirini takip eden ve Batı siyasal egemen yapıların düzenleyiciliğine ve belirleyiciliğine matuf bir süreklilik takip ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Nazi Almanyası ve ‘dünya polisi’

6 Haziran sürecini Batılı uluslar için önemli kılan, dönemin Nazi Almanyası’nın genişlemeci politikaları karşısında tek çarenin, sürece isteksizce giren Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğiyle savaşın gidişatının değiştirilmesi oldu.

ABD yönetiminin belki de, kendi iç kamuoyu baskısına rağmen geliştirdiği bu stratejik karar, aslında savaşın hemen ardından, bu ulus-devletin küresel egemen bir güç olarak dünya sahnesinde yer almasına yol açtı.

Ve John Orr’un 1942 yılında öngördüğü üzere, ABD yeni düzenin “dünya polisi” olarak ortaya çıktı.[2]

Adına, savaş sonrası “yeni dünya düzeni” denilen olguyu buradan başlatmakta yarar var...

6 Haziran 1944’de 150.000 Amerikalı ve İngiliz askerinin Normandiya kıyılarına çıkışını ve ardından, yaklaşık bir yılı aşkın bir süre sonra, 6 Ağustos 1945’de Japonya’nın iki önemli şehri Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarıyla aynı siyasal ve askeri bağlamda ele almak gerektiği düşünülebilir.

Ancak, Nazi Almanya’sının Avrupa’da sergilediği yayılmacılık ile Japon İmparatorluğu’nun Asya-Pasifik Bölgesi’deki varlığını farklı kılan gayet temel unsurlar bulunuyor. Bu hususu burada ele alacak değilim...

Küresel egemen Batı

1939-1945 süreci, her ne kadar adına, ‘Dünya Savaşı’ denilen gelişmeye konu olsa da, savaşına aktörlerinin Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da ABD’nin olmasıyla sınırlıydı. Savaşı tanımlama bağlamı bile, ilgili ülkelerin egemen kavramlarıyla doğrudan ilintilidir.

Gelişmenin ‘dünya savaşı’ olarak anılmasında, iki temel hususa vurgu yapıldığını söylemek mümkün.

Bunlardan ilkini, söz konusu Batı Avrupa ve ABD’nin siyasal ve ekonomik olarak dünya hakimiyetleriyle ilgilidir.

Bununla bağlantılı olarak, teritoryal genişlik bağlamında sömürge topraklarının varlığı hiç kuşku yok ki, elde tutulması gereken unsurları teşkil etmesi, küresel egemenlik noktasında gayet önemli bir sürece atıfta bulunulması anlamına geliyordu.

Bunun yanı sıra, sömürgeleştirilmiş toprakların, -en azından bir bölümünde-  insan kaynaklarının ve maddi kaynaklarının, Batı Avrupalı ülke ordularına ‘tahsis edilmesi’, kaçınılmaz olarak diğer ulusların da dünya savaşında pay sahibi olduklarını gösteriyor.

Batı, Normandiya ve 2. Dünya Savaşı üzerinden tarihini hatırlarken, bu hatırlamanın bugüne yaptığı gönderme gözlerden kaçmıyor.

Dünya toplumlarının kahir ekseriyetinin, ‘Dünya Savaşı’ söylemi içinde yer almamasına  rağmen, Batı’nın egemen yapılaşması yaşanan süreçleri ‘dünya’ çapında ele alınabilecek bir öneme sahip kılıyor.



[1] John Orr. (1942). “Foundations of the New Wold Order”, Nature, April 11, No. 3780, s. 401. (401-402).

[2] John Orr. (1942). s. 401.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder