Mehmet Özay 01.07.2024
Öyle ki, artan bu gerilimin,
herhangi bir sıcak çatışmaya dönüşmesinin an meselesi olup olmadığı
konuşumuyor.
Tartışmanın merkezinde ise, Güney
Çin Denizi’nde Thomas Shoal olarak adlandırılan bölgede 17 Haziran günü,
Filipinler ve Çin sahil güvenlik birimlerinin karşı karşıya gelmesi bulunuyor.
Bu anlamda, o günden bu yana,
bölgede gerilimin arttığını söylemek yanlış olmayacak...
En azından tarafların yaptığı
açıklamalar böylesi bir izlenimi oluştuğunu ortaya koyuyor.
Şans eseri...
Kimi gözlemcilerin, “büyük bir
şans eseri sıcak çatışma çıkmadı” şeklinde değerlendirdiği söz konusu gelişme
sonrasında, taraflar sadece 'bekle-gör' politikası takip etmiyor.
Çin tarafının açıklamalarına
bakıldığında, sorunun kökeninde Filipinli sahil güvenlik birimlerinin, Çin
balıkçılara ait ağları kesmesi bulunuyor. Filipinler tarafı ise, bu gelişme
üzerine Çin sahil güvenlik birimleri Filipinler’e ait ve 1999 yılından bu yana,
sığlık bölgede bulunan ve Filipinler ordusunca, bir tür karargâh olarak
kullanılan gemiye çıkarak çeşitli malzemelere el koymasına dikkat çekiyor.
Taraflar arasında böylesine
fiziki gelişme ilk defa yaşanırken, Filipler sahil güvenlik birimlerinin,
silahlı karşılık vermemiş olmaları sergilenen “profesyonel” davranışla izah
ediliyor...
Öte yandan, gelişmelere dair, bu
iki farklı açıklama ne olursa olsun, en azından konuya tarafsız olan çevreler
herhangi bir sıcak çatışmanın çıkmaması bir şans olarak değenlendiriliyor.
Çin sahil güvenliğinden
baskın
Tarafların, görece sıradan kabul
edilebilecek bu gelişmenin tehlike içeren boyutu ise, Filipinlere ait tekneye
Çin sahil güvenlik birimlerinin baskın yapması geliyor.
Bu durum, Filipinler güvenlik
hattının ihlâli olarak yorumlanırken. Belki de bundan daha önemli yorum ise,
olası bir çatışma halinde Amerika Birleşik Devletleri ordusu’nun Filipinlerin
yanında yer alacak olmasıdır.
ABD’nin bu gelişmelerin neresinde
durduğu meselesi ise, Filipinler ve ABD arasında var olan “Ortak Savunma
Antlaşması” ile kendini ortaya koyuyor.
Çok değil, sadece bir ay önce
Singapur’da düzenlenen, Shangri-La savunma zirvesinde açılış konuşması yapan
Filipinler devlet başkanı Ferdinand Marcos’un, “sivil veya askeri herhangi bir
Filipinli’nin hayatını kaybetmesinin kırmızı çizgileri olduğunu” söylemişti.
Marcos’un bu açıklaması ile 17
Haziran’daki gelişmeyi birlikte ele aldığımızda, taraflardan hangisi olursa
olsun, sıcak çatışmaya yol açmamış olması büyük bir gelişme olarak görmek
gerekiyor.
Filipinler blöf mü
yapıyor?
Bu durumda, gelişmelere ve
söylemlere farklı bir perspektiften bakılabilir. Örneğin, Filipinler devlet
başkanı Marcos’un “blöf” yaptığı ileri sürülebilir. Veya Filipinler ile ABD
arasındaki ‘Ortak Savunma Antlaşması’na rağmen, olası bir sıcak gelişmede ABD’nin,
Filipinlerin yanında yer almayacağı ve Filipinler’in kurban edilebileceği
söylenebilir.
Bu her iki tutuma dair, elimizde
farklı bölgelerde ve farklı ülkelerde yaşanan gelişmelerin olması, bu
hususların yabana atılır görüşler olmadığını kabul etmemize neden oluyor.
Öte yandan, Filipinler’in 2013
yılındaki başvurusu üzerine, Uluslararası Daimi Tahkim Mahkemesi’nin (Permanent
Court of Arbitration) söz konusu kıta sahanlığı sorununda, Çin’in
iddialarının temelsizliği ve dolayısıyla, Filipinler’i Çin karşısında haklı
bulmasının, küresel kamuoyu önünde Filipinleri haklı kılmaya yetecek bir nedeni
olduğunu teknik olarak söylenebilir. Ancak, bu yöndeki görüş ve yaklaşımların
reel bir gelişme durumunda sınanması gerekiyor.
Filipinler’in Birleşmiş Milletler
nezdinde 15 Haziran’da yeni bir girişimi ise uluslararası kurumlar nezdinde
haklılığını kanıtlama konusunda ısrarcı olduğunu gösteriyor. Buna göre,
Güney Çin Denizi’nde kıta fay
hattı uzantısının Filipinler’in doğal sınırlarını teşkil ettiği iddiasına
BM’nin nasıl karşılık vereceği merak konusu. Filipinlerin bu iddiası, BM Deniz
Yasası Sözleşmesi’ne dayanırken, özellikle sualtı doğal kaynaklarının kullanım
hakkı konusunda oldukça önemli.
ASEAN konunun neresinde?
Güney Çin Denizi sorununun
temelinde, Çin’in, neredeyse tüm bu geniş suyolunda hakimiyet iddiası
bulunmasına rağmen, örneğin Malezya, Bruney ve Endonezya ile herhangi bir sıcak
gelişme -en azından şimdilik- yaşamıyor. Üstüne üstlük, Malezya ve Endonezya ile
ikili ilişkileri gayet üst düzeyde devam ediyor. Bu ülkelerle birlikte, ASEAN
üyesi bir ülke olan Filipinler ile Çin arasında bu türden ilişkilerin neredeyse
tamamen rafa kaldırılmış olması da aslında, bugün gizli/açık var olan tehdit
atmosferinin ciddiye alınmasını gerektiren bir başka yönünü oluşturuyor. ASEAN
üyesi ülkelerden son gelişmeye dair herhangi kayda değer bir çıkış olmaması,
dönem başkanlığını Kamboçya’nın yürütüyor olmasıyla izah edilebilir. Önümüzdeki
yıl, dönem başkanlığının Malezya’ya geçecek olması ve şimdiden verilmeye
başlanan sinyaller ASEAN içerisinde farklı siyasi yaklaşımların ortaya
konulabileceğinin habercisi niteliğinde.
Bu noktada, Filipinler
yönetiminin sağ duyuyu bir kenara bırakmamış olmasını takdir etmek gerekiyor.
17 Haziran gelişmesi sonrasında Marcos’un, 23 Haziran’da askeri birliklere
yaptığı konuşmada, “savaşı başlatan taraf olmayacağız” yönündeki ifadesi gayet
önemliydi.
Öte yandan, Filipinler yönetimi
temkinliliği de elden bırakmıyor. Güney Çin Denizi’nde veya Filipinlileri’in
tanımlamasıyla Batı Filipinler Denizi’nde gerçekleşecek olası bir çatışmada
deniz kuvvetleri kadar, süreçte orta ve uzun menzilli füzelerin kullanılacağına
kuşku yok.
Filipinler yönetimi bunun
hazırlıklarını, Luzon Adası’nın batı sahilinde inşası süren süpersonik füze
sistemleriyle ortaya koyuyor.
Güney Çin Denizi’nde Filipinler
ve Çin arasında yaşanan gelişmelerde kıta sahalığı ile Çin’in bölge denizine
egemenlik iddiası arasında temel bir fark bulunuyor.
Thomas Shoal adıyla anılan bölge,
Çin’e 1100 km mesafede iken, Filipin sahillerinin ise sadece, 194 km açığında.
Bu durum, -diğer nedenler bir yana-, Filipinler için doğrudan ulusal güvenlik
meselesi derecesinde ele alınmasının haklılık payını ortaya koyuyor.
Güney Çin Denizi’nde yaşanan hak
iddialarına karşılık, özellikle Filipinler ve Çin sahil güvenlik birimleri
arasında gerçekleşen doğrudan karşılaşma bölgede barış atmosferinin
zedelenmesine yönelik bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.
Başta ASEAN olmak üzere, bölge
ülkelerinin olası bir sıcak gelişme karşısında ne tür tavır alacakları
bilinmese de, küresel ekonominin dinamosu hükmündeki Doğu ve Güneydoğu Asya
kadar dünyanın farklı bölgelerinin de bu gelişmeden etkileneceğine kuşku yok.
Bu durumda, özellikle ASEAN içerisinde ilgili taraflarla görüşmelerin
giderek daha çok önem arz ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder