20 Haziran 2024 Perşembe

Osmanlı’da Tanzimat sürecinde eğitim reformu / Education reform during Tanzimat in the Ottomans

Mehmet Özay                                                                                                                            17.06.2024

Osmanlı Devleti’nde eğitim’de kurumlaşmanın ve bu manada reform çabalarının, Gülhane Hatt-ı Humayun’unun (1839) devamı olarak gündeme geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Çokça Tanzimat olarak bilinen Gülhane Hatt-ı Humayun’unun detaylarına bakıldığında, Batılılaşmacı bir eğilimin olduğu iddia edilebilirse de, temelde “kanun-i kadim” denilen olgu dikkat çeker.

Kanun-i kadim, yani eski düzen’den kasıt, 15. ve 16. yüzyıllarda yerleşik kurallar bütününe, nizama dönüşün öngörülmesidir.

‘Kanun-i kadim’ öyle, hiç de azımsanacak gibi bir kavram gibi durmuyor... Belki de, devlet ve nizam bağlamında, pek çok şeyin tükenip, elde avuçta bir şey kalmadığı bir zamanda başvurulacak bir sığınak...

Reform’da alternatif

Ancak, bir alternatif de gözlerden kaçmıyor...

Bizatihi, Tanzimat’ın referans yaptığı kurumsal yapılaşmanın nereden ve nasıl temin edileceği meselesinde iş dönüp dolaşıp Batı Avrupa ülkelerine dayanıyor.

Burada dikkat çeken ikilem, aradan geçen süre zarfında meydana gelen yozlaşmadan kurtulmanın çaresi olarak bir yandan, kanun-i kadim’e gönderme yapılırken öte yandan, yenileşmeci bir unsur olarak Batı kurallar ve kurumlar sistemine  yapılan atıflardır.

Hatt-ı Humayun’da dikkat çekilen dil’in temelde, ‘İslami’ bir bağlama oturmasını, Tanzimatçı zihniyetin reformu hedefleyen bu metni, geniş toplum kesimlerine kabul ettirmenin bir aracı kılıp kıldıkları sorusunu akla getirmiyor değil.

Eğitim reformu

Bu çerçevede, Eğitim’de Reform’un savunusu ve başlatıcısı konumunda yine, Tanzimat sürecinin öncüsü Reşit Paşa’yı görüyoruz.

Paşa, geniş kapsamlı değişim sürecinin ‘eğitimsiz’ olamayacağını görmüş ve anlamış olmalı ki, Eğitim Genel Müdürlüğü ile Eğitim Meclisi gibi iki kurumsal oluşuma dikkat çekmiştir.[1]

Ancak ilginçtir ki, bu kurumsallaşma sürecinde söz konusu bu iki kurum Meclis-i valay-i ahkam-ı adliye ile Hariciye nezaretine, yani dışişleri bakanlığı altında işlev göreceği belirtilmiş.[2]

Tam da bu noktada, burada da bir tür tuhaflık yok mu diye sorası geliyor insanın...

İşin adliye kısmı bir yana, acaba dışişlerine yapılan gönderme ile dönemin paşaları tarafından, “reform yapıyoruz, yani Batılılaşma rotasındayız, bu işi de en iyi dışişlerimi bilir” denmiş olabilir mi?

Detayları -şimdilik- bir yana, iki temel kurumun oluşturulması bağlamında bu iki başlık bize, dönemin var olan eğitim kurumlarının bir çatı altında toplanması ve eğitim işinin -ehli üyelerin bulunacağı- bir meclis marifetiyle gerçekleştirilmesi niyeti olduğunu gösteriyor. 

Söz konusu Eğitim Meclisi’nin, Meclis kelimesinden ötürü çoklu bir meclis olduğu intibaı uyanıyor. Ancak, -en azından başlangıçta- atanan üyelere bakıldığında, aralarında şeyhülislam Arif Hikmet Efendi, Mütercim Rüşdi Paşa ve Fuad Efendi’nin isimlerine rastlıyoruz.[3]

Cevdet Paşa değinmese de, Eğitim Genel Müdürlüğü olarak ifade edebileceğimiz ve 17 Mart 1857’de kurulan “Maarif-i Umumiye Nezareti”nin başına ilk atanan kişi ise Morolu Abdurrahman Sami Efendi’dir.[4]

İşinin ehli bir bürokrat olduğu aşikâr olan Abdurrahman Sami’nin dört yılı biraz aşkın bir süre sonra bu görevden istifa etmesi, bireysel bir sebebe mi dayandığı yoksa, eğitimin kurumsallaştırılması sürecinde karşılaştığı ve aşamadığı zorluklar neticesinde mi bu yolu seçtiği hususunda elimdeki kaynaklarda bir açıklama bulamadım.

Eğitimi yönetmek

Yukarıda, eğitim işlerinin hukuk ve dışişleri bünyesinde yürütülmesinde bir tuhaflık var diye değinmiştim.

Eğitim reformu hususunda destek verdiği belirtilen önde gelen bürokratlar arasında dini bürokrasinin başında yer alan, dönemin şeyhülislamlık makamında oturan Şeyhülislam Arif Hikmet Efendi de bulunuyordu.[5]

Eğitimde reform işini adliye ve dışişlerinden sorumlu birimlere havale etmek yerine içinde örneğin, Şeyhülislam’ın da bulunacağı dönemin dini-sivil entellektüellerini sürece dahil etmek yenilikçilik anlamında daha esaslı bir yaklaşım olurdu.

Bu yapılmamış olsa dahi, en azından, eğitimde düzenlemeler yapılması gereğine ihtiyaç duyulduğunda, dini bütün çevreler ve kurum temsilcilerinin de bizzat gündeme gelmiş veya getirilmiş ve bu bağlamda, dini destek (fetva) noktasında gayet önemli bir desteğin alındığı da anlaşılıyor.

Reformda şüphe!

Cevdet Paşa, eğitim reformuna nereden başlanacağı konusunda bir fikir vermeye çalışıyor. Daha doğrusu, o dönem yaşanan tartışmalar bağlamında, reforma mekatib-i sıbyan’dan (ilköğretim) başlamak yerine, mekatib-i rüşdiyeye’den (ortaokul) başlanmalıydı anlamına gelecek bir eleştiride bulunuyor.

Ona göre, reformun eğitimin ilk aşamasından yani, ilk öğretimden (sıbyan mektebi) başlanması ve öğrencilerin zamanla, sürecin üst eğitim düzeylerine geçmeleriyle eğitim aşamalarının da tedrici olarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini söylüyor.

Bu yapılmadığına göre, reforma yanlış yerden başlandığı ortadadır...

Bu durum, Cevdet Paşa’nın Hatt-ı Humayun’da belirtilen reform sürelerine dair yaklaşımdan hareketle izah getirmemiz gerekirse açıkçası, reform sürecinin belki de, daha başından işin savsaklandığına vurgu yapıyor demek yanlış olmayacaktır.

Kısaca, şu hususa da değineyim...

Cevdet Paşa, eğitim kelimesini ‘terbiye’ kavramı ile de tanımlıyor.

Demek ki, o dönemde eğitimin en azından, önemli işlevlerinden birinin terbiye olduğunu görüyoruz.

Ne var ki, eğitim’de terbiye’den geçerli çok olduğunu da bu vesileyle zikretmiş olalım.

Reformcu karşıtları

Eğitim’de reform işlerinin aksatılmasında bir diğer amil olarak sadrazam değişikliğini gündeme getiriyor Cevdet Paşa. Ve gizli/açık suçu, 1864 yılında Reşid Paşa’nın azledilmesi üzerine yerine getirilen Sarım Paşa’ya atıyor!

Reşid Paşa’nın düşmanı çok... Bu süreçte karşısındaki isim ise Serasker Damad Said Paşa...

Damad Said Paşa, 1864’de padişah Abdülaziz nezdindeki girişimleri neticesinde, Reşit Paşa’yı azlettirme ve kendine yakın isimlerden Sarım Paşa’yı Sadrazamlık makamına atatmada başarılı olmuş gözüküyor.

Böylece, “Devlet, Said Paşa’nın eline geçince” diyor, Cevdet Paşa.[6]

Devletin ele geçirilmesi meselesi demek ki, yaşadığımız dönemlere dair bir olgu değilmiş.

Öncesinde bir heyüla gibi sarmış olduğu gözüküyor. Bu anlamda, gayet önemli bir gelenekle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.

Tabii, yaşanan kavga gürültü bununla sınırlı değil...

Cevdet Paşa, eğitim reformunun akamete uğratılması açısından bakıyor meseleye ve diyor ki, “Bu adem -yani, Said Paşa, ise taassub-u barid eshabından bir mecnun-ı akilnüma olup Reşid Paşa mensubanını umur-ı diniyyede mübalatsızlık ile itham ederek kimini idam ve kimini nefy ettirmek ve İstanbul’u efkar-ı cedide eshabından tahliye etmek velhasıl, Devlet-i yüz sene geri döndürmek gibi hülyalara saptı...”

Özetle ifade etmek gerekirse, Said Paşa, Abdülmecid üzerinde -muhtemelen- ailevi nüfuzunu kullanarak, Tanzimat reformlarının öncü isimlerini, yani çalışan adamları -içinde, idam metodu da dahil olmak üzere-, tek tek ortadan kaldırmayı kendine bir görev addetmiş...

Bu yöntemlerle sadece, adam kıyımına ön ayak olmamış, aynı zamanda devleti yüz sene geriye götürecek yeni tedbirler, -herhald ebuna reform diyemeyeceğiz-, almaya meyletmiş...

Cevdet Paşa, belki alaylı denilebilecek bir dil kullanarak gelişmeyi, şu şekilde izaha devam ediyor: “... İşte maarifin terakkiyesine çalışıyorken böyle bir sekteli vakit gördük. Bereket versin Sarım Paşa aklı başında bir zat olup Said Paşa’ya uymadı ve onun dizginini elinden bırakmadı. Zat-ı Şahne, dahi Said Paşa’nın asra uyar adem olmadığını anlayıp anı deft etti ve Reşid Paşa’yı yine sadarete getirdi.[7]

 

Böylece, Said Paşa’nın -kısa sürede, kimi reformcu isimleri ortadan kaldırsa da, Osmanlı’yı yüz sene evveline götürecek plân ve projelerini yerine getirme fırtasını kaçırdığı anlaşılıyor.

Ancak, genel itibarıyla Gülhane Hatt-ı Humayun’da belirtilen hususlar ve özelde, eğitim reformununda ülkeyi arzu edilen ilerleme süreçlerine sevk ettiğini de söylemek zor.

Öyle ki, bizzat Reşid Paşa tarafından yazılan ve okunan Hatt-ı Humayun’un hemen başlarında, şayet ilgili tedbirler alınır yani reformlar hayata geçirilir ise, “... beş on sene zarfında bi-tevfikihi teala suret-i matlube hasıl olacağı zahir olmakla” ifadesinin somut bir gerçeklik olarak ortaya çıkmadığı da aşikârdır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/osmanlida-tanzimat-surecinde-egitim-reformu-education-reform-during-tanzimat-in-the-ottomans/



[1] Cevdet Paşa. (1953). Tezakir (1-12), (Yayınlayan: Cavid Baysun),  Ankara: Türk Tarih Kurumu, s.10.

[2] A.g.e., s. 11.

[3] A.g.e., s. 10.

[4] Subaşı, Turgut. (2019). “Osmanlı Devleti’nin İlk Maarif-i Umumiye Nazırı Abdurrahman Sami Paşa”, Prof. Dr. Mevlüt Koyuncu’ya Armağan, (ed.: Recep Yaşa; Haşin Şahin), Sakarya: Sakarya Üniversitesi Yayınları, No. 197, s. 271. (269-287).

[5] Cevdet Paşa. (1953). A.g.e., s. 11.

[6] A.g.e., s. 11.

[7] A.g.e., s. 11. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder