Mehmet Özay 1 Nisan 2013
Myanmar’da şiddetin boyutunun Arakanlı Müslümanların yaşadığı Arakan
(Rohingya) Eyaleti’nin dışına taşması, ülkede önü alınması zor bir toplumsal
kaosa neden olacağı izlenimi veriyor. Bugüne kadar devlet ‘baskısıyla’ kurulmuş
sözde ‘toplumsal barışın’ ve bu barışın hizmet ettiği Budist Arakanlı ve
Burmalı ultra milliyetçi gruplar kendileri dışındaki, özellikle Müslümanlara
yaşam hakkı vermeyeceklerini son girişimleriyle
bir kez daha gösterdiler. Ancak bu gelişmelerde dikkat çekilmesi gereken
husus, karşımızda mazlum konumunda olan sadece Arakanlı Müslümanlar değil,
başta Hint kökenli olmak üzere diğer Müslüman grupların da olduğudur. Bu
bağlamda, Arakan sorunundan Myanmar’da Müslüman sorununa doğru bir evrilmenin
başlamakta olduğunu da müşahade ediyoruz. Kimi gözlemcilerin belirttiği üzere,
Arakan dışındaki Müslümanlara yönelik saldırı ve şiddet olaylarının yakın
geçmişte bir örneğinin olmaması gelişmelerden çok daha da kaygı duyulmasına
neden oluyor.
Arakan dışında yaşayan Müslüman unsurların farklı etnik unsurlardan
oluştuğu biliniyor. Bunlar arasında, Hint kökenli ve şehirlerde yaşayan ve
ticaretle meşgul olan Müslümanlar ile kuzeyde Çin sınırında tarihsel olarak
Çin’in güneyinden göç eden gruplar görülüyor. Budist Burma milliyetçilerinin
uzun yıllar boyunca Arakanlıları ‘derilerinin rengi’ ve ‘dini aidiyetleri’
üzerinden dışlayıcı yaklaşımları karşısında Hintli -görece eğitimli ve
ticaretle meşgul orta sınıfa mensup olduklarını ifade edebileceğimiz
Müslümanlardan, kendi güvenliklerinin tehlikeye gireceği endişesiyle
Arakanlılara yapılan zulme sessiz kalıyorlardı. Öte yandan, Myanmar İslam Merkezi
adıyla varlık gösteren oluşumun da Arakanlı Müslümanlar nezdinde ciddi bir
girişiminin olduğu da söylenemez. Peki bugün gelinen noktada Müslümanların,
kendi aralarında toplumsal ve siyasal birliği öncelleyecek bir siyasi akıldan
önce böylesi bir niyete sahip oldukları ileri sürülebilir mi? Bu soruya olumlu
cevap vermek şimdilik mümkün değil. Ancak bu hiçbir şey yapılmayacağı anlamına
da gelmiyor. Aksine yapılacak epeyce iş olduğunu dolaylı olarak ortaya koyuyor.
Son haftalardaki gelişmeler ülkede yaşayan değişik etnik kökenli
Müslümanların da bugüne kadar gündeme getirilen Arakanlı Müslümanlarla benzer
konumda olduklarını gözler önüne seriyor. Yakılıp yıkılan evler, dükkanlar;
evlerinden yurtlarından sürülen kitleler; geleceği belirsiz bir bekleyişe düçar
olan Müslümanlar... Bu noktada üzerinde durulması gereken birkaç nokta olduğunu
belirtelim. Nedir bunlar? İlki Arakanlı Müslümanların hem Arakan’da hem de
diasporadaki unsurları arasında siyasi birliğin tesisi noktasındaki aciliyet.
İkinci husus, Arakanlı Müslümanlarla ülkenin değişik bölgelerinde yaşayan
Müslüman unsurlar arasındaki iletişimsizliğin giderilmesi. Bu her iki bağlam,
kabataslak ifade etmek gerekirse her iki Müslüman kitlenin Budist Arakan ve
Burma milliyetçileri eliyle maruz kaldıkları zulmün nedenlerinin başında
geldiğini söyleyebiliriz.
Gelişmelerin öte yanında, ülke yönetimi, özellikle de Devlet Başkanı Thein
Sein’in açıklamaları üzerinde durmakta fayda var. Sein, önce ülkenin orta
kesiminde bulunan yeni başkenti Naypyidaw yakınlarında Meiktila’da ardından
eski başkent Yangon’a sıçrayan Müslüman kitlelere yönelik şiddet olaylarının akabinde
yaptığı açıklamada, şiddeti öncelleyenlere karşı gerekli adımları atmaktan
kaçınmayacağını dile getirmişti. “Farklı inançlara mensup kitlere arasında kin ve
nefret tohumları saçmayı amaçlayan oportunist siyasetçiler ve dini
fundamentalistlere fırsat verilmeyeceği” yönündeki demecinin aslında ülke
toplumsal ilişkilerinde, yasalarında ve pratiğinde hiçbir karşılığı olmadığı
aşikâr. Daha geçen yıl Haziran ayındaki saldırıların sorumluları yakalanmamış
ve adalet önüne çıkarılmamışken; oluşturulan ‘Araştırma Komitesi’ vakıalarla
ilgili raporu yayınlamamışken; Arakan’da Müslümanlar köylerine ve şehirlere
dönmelerine izin verilmez ve derme çatma barakalarda yaşam sürmek zorunda
bırakılırken; yolunu bulanların hâlâ çareyi okyanusa açılmakta bulduğu bir
durumda hangi yasanın, hangi devlet kurumunun ciddi bir katkısından
bahsedilebilir. Ki, böyle bir ortamda Başkan Sein’in bu demeci ne kadar ciddiye
alınabilir?
Budist saldırılarını ‘969 Kampanyası’ ile ifade edilen ‘hurafeyle’ açıklama
yoluna gidenler başta Arakanlılar olmak üzere ülkedeki Müslüman azınlıkların
zulmünün bugün başlamış yeni bir olgu olmadığını hatırlamalılar. Budist
Burmalıların, ’21. yüzyılda Müslümanların ülkelerini istila edeceği’ yönündeki
inanıştan hareketle şiddete yöneliyorlarsa, 20. yüzyılın erken dönemlerinden
başlayan zulmü ne ile açıklayacağız?
Kaldı ki, ülkede gerek yasalar gerekse uygulamalarda bugüne kadar Budizmi
ve Budist Burmalıları öncellemiş, tüm ulus-devlet tasarımını bunun üzerine
kurmuş militarize bir devlet mekanizmasının, adına reform denilen prematüre
gelişmeler muvacehesinde ülke yönetimince ne tür bir yaptırım geliştirebileceği
merak konusu. Dün Arakan’da yaşananlara sessiz kalanların, şimdi saldırıların
Naypyidaw’a, Yangon’a sıçramasından mütevellit ‘derin kaygı duymaya’
başlamaları, ülkenin ‘demokratikleşme’ sürecinin intikasından tedirginlik
duydukları vb. yolundaki yorumlar ülkede ‘reformun’ hangi boyutlarda
algılandığıın gösteriyor. Başta ABD olmak üzere Naypyidaw’da varlık gösteren
unsurların reform önceliklerini yatırımlar oluştururken, hangi yasalara tabi
oldukları şüpheli olan asker ve polisten görevlerini yapmalarını beklemek
beyhude.
Siyasi ve toplumsal istikrarın sağlanamadığı coğrafyalarda ‘her zaman
kazananın’ ordu olduğu hatırlandığında Myanmar’daki son şiddet olaylarının
ardında bu gücün olduğu vurgusu da önem taşıyor. Gözlemcilerin doğrudan vurgusu
kadar Devlet Başkanı’nın dolaylı atıfta bulunduğu kesim de işte bu güvenlik
güçleri değil mi? Ancak bu sivillerin günahtaki paylarının göz ardı edileceği
anlamına gelmemeli.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=254100
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder