Mehmet Özay 1
Nisan 2013
Malaka, Malaya, İngiliz Malayası, Malaya Birliği, Malaya Federasyonu,
Malezya her biri Malaya Yarımadası’nda siyasi tarihinde yaşanan dönüşümün
izlerini taşıyan adlandırmalardır. Bunlar arasında, modern Malezya devletinin
inşası öncesinde yaşayan en önemli gelişme olan Malaya Birliği (The Union of
Malaya) projesinin yıldönümü dolayısıyla bu konuya değinmekte fayda var. 2.
Dünya Savaşı’nın ardından ‘yeniden diriliş’ hülyasıyla Malaya sömürge
topraklarına dönüş yapan İngilizlerin,
daha savaş yıllarının ortasında, yani 1943’de ‘İngiliz Malayası’nın geleceğine
dair plânlamalara başladıkları biliniyor.
2. Dünya Savaş öncesi Malaya topraklarında siyasi alan, ‘Crown Colony’
altında biraraya getirilmiş Sömürge Yerleşimleri olarak da anılan Singapur,
Malaka, Penang ile dokuz Malay devletinden oluşuyordu. Bu yapılanmada, Malay Devletleri’nin
birlik olduğu anlaşılmamalı tabii ki. İngilizler maharetiyle 1894’de Federe Malay
Devletleri adıyla dördü idari anlamda birlik altına alınırken, diğer beşi ‘Unfederated’
adıyla anılan tekil devletler olarak İngilizlerin dolaylı yönetimi
altındaydılar.
Japon işgali döneminde, Müslüman Malayların büyük ölçüde sıcak çatışmalara girmedikleri,
mücadeleye katılımın ancak İngiliz polis ve askeri birliklerinde görev
yapanlarla sınırlı kaldığı vaki. Bu ‘yaklaşımın’ savaş sonrası siyasi
ifadesinin, İngiliz yönetimiyle ‘devam’ olduğu da bir gerçek. Bunun temeli
elbette ki, Müslüman Malayların antropolojik ve siyasi kök addettikleri kadim
Malaka Sultanlığı’ndan sonra ortaya çıkan tüm gelişmeler, değişimi tetikleyen
iç ve dış unsurlar ve güçlerin bu toprakları getirdiği nihai noktadır.
Güneydoğu Asya’nın önemli insan stoğunu oluşturan bu topluluk üzerinde
sömürgeciliğin doğurduğu ‘arıza’ zaman zaman hissedilmiyormuş gibi bir
değerlendirmeye tabi tutulsa da, derinlerde büyük bir ‘sızı’ olarak varlığını
sürdürdüğüne kuşku yok. Bu ‘sızı’, ana vatan topraklarında farklı ırk, dil, din
unsurlarının varlığının zorlamalar ve dayatmalar neticesinde ‘paylaşımcılık’
olgusuyla Müslüman Malaylara kabul ettirilmesinin adıdır aynı zamanda.
Peki Savaş sonrasında ne oldu? İngilizlerin bu ‘münbit’ toprakları bırakma
gibi bir arzusu kesinlikle yoktu. Bununla birlikte, sömürgeciliğin emperyalizme
çoktan evrilmesi, savaş sürecinin doğurduğu yıkımların izale edilmesi ve
değişen uluslararası koşullar, bu topraklarda üretim araçlarının ‘tek elden’
yürütülmesini İngilizlere bir anlamda dayatıyordu. Yani, Sultanlara tanınan
haklar bütünü üzerinden dolaylı yönetimin zamanının geçmesi nedeniyle, değişen
küresel şartlar karşısında İngiliz çıkarlarının
sonuna kadar korunması ve geliştirilmesi amaçlanıyordu. Savaşın
ardından, İngilizlerin şu veya bu şekilde çekilmeye niyetinde olmadıkları ve 1946
yılında Malay Birliği (The Union of Malaya) adıyla bir proje yürürlüğe konulmak
amacıyla Malaya topraklarına geri dönmeleriyle sabittir.
Öyle ki, bu toprakları çevreleyen Adalar, Ortadoğu-Hint Alt Kıtası-Çin
ekseninde tarih boyunca bir köprü vazifesi görmüş, üstüne üstlük 19. yüzyıl
ortalarından itibaren İngiliz yatırımlarıyla dünya üretiminde baş sıralarda
olmuş palmiye yağı, kauçuk, kalay gibi -bu güne kadar da etkisini gösterdiği
gibi- neredeyse bitmek bilmeyen önemli kaynaklarıyla İngiltere’nin ‘göz bebeği’
bir toprak parçası hüviyetindeydi.
Gelişmeleri bu minvalde değerlendirmek ve pratiğe dökmek amacıyla İngilizler
savaş ertesinde Malaya Birliği projesini gündeme getirdi. Kimilerinin ileri
sürdüğü gibi ‘Malay Birliği’, İngilizlerin Malaya’da bağımsızlığı hedefleyerek
gündeme getirdiği bir tasarım değildi. Aksine, Müslüman Malayların ‘köklerinden’
kopuşuna bir tepki olarak, gerek İslamcı gerek seküler kaynaklardan beslenen ve
ilk nüvelerinin ortaya çıktığı Malay milliyetçiliğinin, ifadenin gerçek
anlamıyla söylemek gerekirse, ‘patlama’ yapmasına neden olan bir çabaydı.
Malaya Birliği’nin ne anlama geldiği bu topraklarda yaşanan siyasi
gelişmelerde karşılığını bulmaktadır. Bölge ülkelerinde İngiliz, Hollanda,
Fransız sömürgeciliği karşıtı milliyetçi hareketleri çok daha erken dönemlerde
başlamasına rağmen, Malaya’da, özellikle Müslüman Malayların bu sürece
eklemlenmekte gecikmeleri dikkat çeker. Elbette bu ‘gecikmeyi’, tarihsel ve
özellikle de ‘psikolojik’ nedenleri üzerinde durmaksızın anlamak mümkün
değildir. Malay ‘ruh hali’ (psyche) bağlamında gündeme getirilen husus,
Müslüman Malaylar ve siyasi liderleri olmakla kalmayıp belki de hiç de
abartmadan söylemek gerekirse, varoluşlarının temel taşı konumundaki
‘sultanlarına’ bağlılıklarının bu gecikmedeki rolü göz ardı edilemez.
Bu anlamda, Malaya topraklarında bir tür Bağımsızlık ruhunun ifadesi
olacak, Müslüman Malayların kahir ekseriyetini içine alan bir ‘milli’
hareketten bahsedilmesi mümkün değil. Bu noktada, Endonezya’da görece erken
dönemde neşet eden milliyetçilik ruhundan beslenen ve Melayu Raya yani Büyük
Malay Devleti idealini işleyen Malay Milli Partisi’nin (PKMM) bir kenarda
tuttuğumu belirteyim. Ancak, 1941’den itibaren Japonya’nın, ‘Güneş Batmayan
İmparatorluk’ İngiltere karşısında pek de tahmin edilemeyecek kısa bir sürede
‘başarı’ elde etmesi Müslüman Malayların zihinlerinde soru işaretlerinin
doğmasına neden olmasıyla milliyetçilik olgusunun kitleler boyutunda ortaya
çıkmasında tetikleyici bir faktördür. Çünkü o döneme kadar Singapur merkez
olmak üzere Penang Adası ve Malaka’yı da içine alan üç önemli liman şehrini Koloni
Valiliği düzeyinde yöneten İngilizler, Malay Yarımadası’ndaki mevcut dokuz
Sultan’a ‘danışmanlık’ yaparak bu toprakların dış güdümlü modernleştirme
çabasına ön ayak oluyordu. Bu süreçte, idari, eğitim, teknik, alt yapı
ihtiyaçlarının giderilmesi, Malaya topraklarını uluslararası kapitalizmin ihtiyaçları
doğrultusunda araçsallaştırması gibi ciddi görevler icra etmesi karşılığında
gündeme geliyordu. Bu süreçte, elde ettikleri kimi kazanımlarla bu Avrupa
gücüne karşı çık(a)mayan siyasi elite karşılık, bu topraklarda toplumsal
hareketlerin nüvesini oluşturacak bir sosyal grubun varlığı yadsınamaz. Bu
grubu hemen hemen her bağlamıyla eğitim kadrosu olarak adlandırmakta bir mahzur
yok.
Bu kadro, öğretmenleri, öğrencileri ile uzun bir sürece yayılacak bir
bilinç akışının dinamosu işlevini görecektir. Bu noktada, 19. yüzyıl sonundan
itibaren sayıları kadar niteliği de görece artış gösteren Malay Eğitim
Enstitülerinde yetişen öğretmen adaylarının, Malayca eğitim veren okullarda
öğrenim gören öğrencilerin kısacası eğitim kadrosunun teşekkül ettireceği ‘millilik’
olgusunun düşüncel ve pratik düzeyde hayata geçirilmesindeki rolünü hatırlamak
gerekir. Bu rol, kendisini yayıncılık faaliyetlerinde, kültürel ve siyasi
kurumsallaşmalarda ortaya koyacaktır.
Ancak ne olmuştur ki, İngilizlerin Malaya topraklarının siyasi geleceğine
karar verdikleri 1945 yılında Malay milliyetçi ruhu kendini somut ve pratik
bağlamda ifade imkânı bulmuştur. Bu noktada sömürgeci yönetimin rehberliğinde
başlatılan eğitim faaliyetleri, bunu takip eden yayıncılık, Ortadoğu’dan neşet
eden ‘İslami reform’ dalgasının Malaya’da hissedilmesi gibi faktörler 1945 yılı
Ekim ayında gündeme getirilen açılımın dayanakları olarak da okunabilir. Ancak
burada dikkat çekilmesi gereken husus, Malay halkının (rakyat) başlarındaki
sultanların haklarını İngilizler
marifetiyle yitirme derekesine gelmesi dolayısıyla kendilerinin de ‘varoluş’
dinamiğini etkileyecekti. Öyle ki, dayatılan metinde, sultanlar savaş öncesi
‘imtiyazlarını’ yitirmekle kalmıyor, azınlıklara yani Çin ve Hintlilere ‘eşit’
haklar gündeme getirilerek, Malay dili, dini, kimliği üzerinde bir ‘yumuşak
yıkım’ sergileniyordu. Tam da bu noktada, Malay halklarının 1930’lu yıllarda
neredeyse tüm ‘eyaletlerde’ kurdukları siyasi ve entellektüel ‘birliklerin’
topyekün bir güç haline geldiği görülür.
İngilizlerin Malay sultanlarına sunduğu/dayattığı ve imzalattığı Malay
Birliği siyasi projesi karşısında sultanların nasıl bir ‘siyasi atalet’ içinde
oldukları da görülmektedir. Ne tür bir metne imza attıklarının farkında olmayan
ve ‘halklarının’ hatırlatmasıyla fark edecekleri gelişme aslında tarihsel bir
kopuşun da ifadesidir.
Burada İngilizlerin nasıl böyle bir siyasi plânlama hatasına düşebildikleri
yolundaki sorumuzu da unutmamak gerekir. Bunun en önemli göstergelerinden biri
Malay Sultanlarını projeyi tanıtmak ve hazırlanan metne imzalamaktan başka
seçenek bırakmamak için gönderilen Harold MacMichael’ın Malaya topraklarına ilk
kez gelen bir siyasetçi olmasında ortaya çıkar. Bu gelişmeye, Malaya’ya ve
Malaylara sempati ile yaklaşan erken dönemlerde bölgede görev yapmış İngiliz
bürokratlarının da karşı çıkması bu görüşü destekleyen hususlardandır.
Bu amaçla 1 Nisan 1946 tarihinde Edward Gent’in Malaya Birliği valisi
olarak atanacağı seremoniye davet edilen sultanlar bir yandan da Pan-Malay
Kongresi başkanlığını yürüten Dato Onn bin Cafer’in “boykot edin” çağrısıyla
siyasi ikilemle karşı karşıyaydılar. Tabii boykot çağrısına Kuala Lumpur’da
toplantının yapılacağı otel önünde toplanan ve sultanların egemenlik haklarının
korunması İngiliz emperyalizmine kurban verilmemesi yönünde görüşleri yüksek
sesle dile getiren kalabalağın yaptığı gösterinin de ‘yapıcı’ ve ‘pekiştirici’ katkısı
göz ardı edilemez.
Bu amaçla, özel statüyle gönderilen McMMichael, kısa sürede dokuz sultanla
yaptığı ikna turları sonunda topladığı imzalarla sonuca yaklaşıldığı düşünülen
bir anda ‘Malay ruhunun’ devreye girmesi herşeyi alt üst etti. Bu ruh, yukarıda
değindiğimiz eğitim kadrosu ağırlıklı Malay Milliyetçilerinin ve halk
katmanlarındaki destekçilerince belki de Malay tarihinde eşine rastlanmayacak
bir dönüşüme imza attılar. Özellikle, 1 Şubat 1946 tarihinde Cohor Sultanlığı
başkenti Cohor Bahru’daki Sultan Ebubekir Camii avlusunda toplanan Cohor Malay
Birliği (Persatuan Melayu Johor)’ne mensup binlerce kişinin katıldığı gösteri
bir dönüm noktası oldu. Bu gösteride o dönem Londra’da bulunan Sultan İbrahim’i
‘tahtından edeceklerini’ güçlü bir şekilde vurgulayan liderlere ve
destekçilerine müdahalenin Dato Onn bin Cafer’den geldiği görülür. Bu
Malaya’nın Malezya’ya evrilmesinde başat bir nokta olduğunu ifade etmeliyim.
Çünkü Dato Onn, Sultan İbrahim’le büyük ölçüde görüş ayrılıkları yaşamış, iki
kez saraydaki görevinden istifade etmiş ve bu anlamıyla Sultan İbrahim’e ‘en
muhalif’ isim olarak adlandırılabilecekken, halkın Sultan’ı hedef alan siyasi
çabasını İngilizlere yönlendirmekle belki de sultan-halk ilişkisinde
yaşanabilecek büyük bir yıkımın önüne geçmiştir. Hiç kuşku yok ki, bu girişim,
modern Malay tarihçisi Khoo Kay Kim’in ileri sürdüğü üzere, Singapur’da
yayınlanan “Al-Imam” dergisi etrafında varlık gösteren, 20. yüzyılın başında
modernist İslami hareketin, İngiliz yönetiminin Malay halkını yönetmek için
Sultanları ‘kullandığı’ içerikli yaklaşımından sonra Sultanlara yönelik en
önemli girişim olarak dikkat çekmektedir.
Johor’daki cami gösterisinin ardından, özellikle Kuala Lumpur’daki
gösterinin ardından Pan-Malay Kongresi 11-13 Mayıs 1946 tarihlerinde Cohor
Bahru’da toplanarak Malay halklarının kararlılığını siyasi bir yapılanmaya
evirerek gösterecek ve böylece Birleşik Malay Ulusal Birliği (UMNO)
kurulacaktır. Majlis, Pelita Melayu gibi dönemin önemli gazeteleri,
yayınlarında Malay haklarının sona ereceği ve kadim Malaya topraklarının
dışarlıklı etnik unsurlarla paylaşılacak bir ülkeye dönüştürülmesi projesine
tepki veriyor ve bu anlamda kamuoyu oluşturulmasına önemli katkıda bulunuyordu.
Peki halk ne istiyordu? Halk, sultanların kendilerine bir tür ‘ihanet’ içinde
olduklarını, Malay halklarının haklarını korumada zaafiyet gösterdikleri
gerekçesini ileri sürerek atılan imzaların geri çekilmesini talep ediyor,
Cohor’daki kitle gösterisinde açıkça sultan/lar/a ‘ultimatom’ veriyorlardı.
Göstericilerin talebi, modern bir siyasi talepten öte, izi kadim dönemlere
kadar giden Sultan-Halk ilişkisinde taşınan sorumluluğa atıf çok özel bir yer
tutuyordu. Bu ultimatom sadece dönemin Cohor Sultanı İbrahim’i hedef almıyordu
elbette. Cohor’un Malay tarihindeki belirleyici rolü nedeniyledir ki, Cohor
Malayları gösterilerde katalizör rol oynamış, bir anlamda Malay ‘milliyetçi
ruhunun dirilişine’ ön ayak olmuşlardır.
Atılan imzalar, Müslüman Malayların Malaya topraklarında yaşayan Çin, Hint
ve Avrupalı azınlıklar karşısında bir tür ‘varoluşuna’ kast niteliği taşıdığına
kuşku yok. Çünkü Sultanların egemenlik haklarını yitirmelerinin yanı sıra,
Malaya Birliği projesinde bu topraklarda yaşayan asli veya azınlık tüm halklara
‘eşit vatandaşlık’ hakkı vermesiyle Müslüman Malayların ana vatanlarında sahip
oldukları hakları yitirmeleri anlamına gelecekti.
İngilizler eliyle önce ‘eyalet’ konumuna indirgenen Malay sultanlıkları,
Savaş’ın ardından ulus devlet sınırları içerisinde ‘biraraya’ getirilerek siyasi
evrilmeyelerini sürdürdüler. Bunların bir bölümü, İngilizlerce günün koşulları
dikkate alınarak Federe Malay Devletleri adı altında, doğrudan siyasi ve idari
yönetim altına alınmış. Din ve gelenek
Sultan’ın özel sahasına bahşedilmiştir ki, bu bir yandan sultanları egemenlik
haklarından “hiçbir şey” kaybetmediklerini iknaya yaramış ve bundan daha trajik
olanı da İslam anlayışının “dünyevi” ve “ilâhi” boyutlar bağlamında
parçalanmasına, bir başka deyişle deformasyonuna neden olmuştu. Özellikle bu
ikinci husus, bugüne kadar ki çalışmalarda pek de rastlamadığımız, ancak can
yakıcı bir durum arz etmesiyle sahici bir araştırmaya değer bir konu olarak
araştırmacıları beklemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder