Mehmet Özay 23
Nisan 2013
Malezya’da seçim süreçleri, ülkede geniş kesimlerce içten içe modern ulus inşa
biçiminin sorgulandığı dönemler olarak dikkat çeker. Aslında, uluslaşma süreci
hiç bitmemiş, bir yazarın Endonezya için dile getirildiği üzere, seçimler uluslaşmayı
bekleyen sürece eklemlenen ara istasyonlar hüviyetindedir. Bir yanda muhalefet
kanadının 2005’den bu yana dillendirdiği reform/değişim talepleri; öte yandan
iktidarın bu argümanlardan hareketle son birkaç yılda yoğunlaştığı
‘transformasyon’ söylemi ve icraat boyutu gündemin baş sırasında. Ancak ilk
etapta bu iki yaklaşım arasında benzerlik varmış gibi gözükse de, muhalefetin
argümanları, yani reform/değişim olgularını ‘rejim değişikliğiyle’ birlikte
zikretmesidir. Aşağıda, kısaca bu reform olgusu ve rejim değişikliği talebinin
dayanaklarını üzerinde duracağım.
Bu nedenle, bir yazı dizisine konu olacak kadar dikkat çekici olan 5 Mayıs
seçimlerini doğuracağı sonuçlar nedeniyle ‘yüzyılın seçimi’ olarak belirledik.
Bu olgu üzerinde biraz daha durmakta fayda var. 6 Mayıs sabahı ülkede hangi
siyasi koalisyon iktidar olursa olsun ülke siyasi tarihinin yeni bir safhaya
evrileceğine kuşku yok. Öyle ki, bu başlangıç seçim arefesinde her iki
koalisyon bünyesinde ortaya çıkan değişimlerle kendini belli etmeye başladı
bile. Örneğin, bugüne değin iktadarı ve muhalefetiyle ırk, din, ‘aşırı’
milliyetçilikler üzerinden yürütülen siyasi söylem her iki koalisyon içerisinde
hangi partiden hangi dinden olursa olsun milletvekili adaylarının desteklenmesi
kararı uygulamaya geçirilmeye başlandı. Tabii erken davranıp bu yönelimi,
sadece koalisyon ortakları arasında masabaşı söylemi olarak yaftalayanlar
çıkabilir. Ancak hem iktidar hem muhalefet kanadı bağlamında -velev ki siyasi
çıkarlar uğruna olsun- böylesi bir psikolojik bariyerin aşıldığını gösteren
örnekler yaşanmaya başlandı bile. Bu, aynı zamanda geniş toplum kesimleri
arasında önemi azımsanmayacak “toplumsal yarıkların” üstesinden gelinebileceğinin
de işaretini vermiyor değil. İktidar ortaklarının aday listesinin
belirlenmesinde tek karar mercii olarak Başbakan Necib’e işaret etmeleri ve
Cumartesi günü bu aday listesine birkaç ‘arıza’ dışında tepkinin gelmemiş
olması; öte yandan, muhalefet içerisinde öyle böyle değil, Lee Kuan Yew’ın
artıkları olarak da tasvir edilebilen DAP’ın Seçim Komisyonu’nun ‘parti
logosunu’ iptal kararı ihtimali üzerine PAS logosuyla seçimlere katılma kararı
alması; gene bazı DAP adaylarının PAS listesinden seçime katılma kararı alması
vb. gelişmeler eşine daha önce rastlanılmayan siyasi değişimler olarak
adlandırılmayı hak ediyor. Her iki koalisyon kanadının birbirlerini bel
altından vurma çabaları üzerinde durmadan, aslında yukarıda söylediğimiz
hususun Malezya siyasi geleneğinde yeni oluşumlara kapı aralayacak önemli
doneler içerdiğine vurgu yapmak lazım. Bu gelişme, öyle böyle değil, geçen 57
yıllık modern Malezya devletinde tek bir ulus olma bilincinin halihazırda
zaafiyetini giderecek denli toplumsal vecheleri içeriyor. Tam da bu noktada
Dato Onn bin Cafer’in yaşadığı dönemin ötesinde bir siyaset adamı olarak ortaya
koyduğu projeyi hatırlamamak mümkün değil...
Ülke siyasi ve toplumsal yapısının çeşitliliğinden hareketle seçim
sonuçlarının çoğul faktörlerin etkileşiminin bir ürünü olacağını
söyleyebiliriz. Kuşkusuz ki, siyasal yaşamının şekillenmesinde bağımsızlık
öncesinde ırklar arası ‘ittifakın’ belirleyiciliği başat bir faktör. Bu ittifak,
İngilizlerin ülkeye bağımsızlığın şartı olarak gündeme getirildiği pek çok
akademik yayında dile getiriliyor. Bu anlaşmanın görünür yanı olduğu gibi,
‘görünmeyen’ yanları olduğu da araştırmacılarla vurgulanan hususlardandır. Bu
bağlamda ülke siyasal yaşamında başat rol oynamış ve yapılan 12 Genel Seçim’de
sürekli hükümeti oluşturmuş Ulusal Cephe’nin yapılan ‘toplumsal sözleşmenin’
doğrudan bir yansıması olmadığı söylenemez. İşte bu nokta bile tek 13. Genel
Seçimlerin neye gebe olduğunu anlamak adına önemli. Tam da bu noktada modern
Malezya siyasetinde iktidar-muhalefet ilişkisini dikkate alacak olursak, bu
sürecin bağımsızlık öncesinde UMNO saflarında yaşanan görüş ayrılıklarına
dayandığı görülür. Bu minvalde, gözler 1940’lı ve 1950’li yılların karizmatik
lideri, UMNO’nun kurucu figürü ve de ilk başkanı Dato Onn bin Cafer’in partiden
ayrılması sürecine kadar uzanır. Öte yanda, UMNO içerisinde mücadele eden
‘İslamcı kanada’ mensup üyelerin ayrılmasıyla PAS’ın oluşumu da aşağı yukarı
aynı yıllara rastlar. Dato Onn bin Cafer, Malay Milliyetçi Partisi’yle
seçimlere girsede varlık gösteremedi. PAS ise özellikle 70’li yıllardan
itibaren Kelantan, Terengganu ve Kedah gibi Kuzey Eyalet’lerinde önemli bir
yapılanma gösterdi. Niçin bu eyaletler? Tarihsel olarak Malaya topraklarında İngilizler
öncülüğünde kalkınma modernleşme süreçleri güney ve batı sahil kesimi boyunca
gerçekleşmiş; öte yandan geleneksel İslam toplumu ve Patani ile siyasi ve
kültürel yakınlıklar nedeniyle bir anlamda farklı bir siyaset iklimine sahip
olagelmiştir.
Bu bağlamda, Ulusal Cephe ittifakının kökeni yani saç ayağı UMNO, MCA, MIC
bağımsızlık öncesine dayandığına dikkat çekmekte fayda var. Bu kurucu gücün,
ülke siyasal ve toplumsal yaşamını şekillendiriciliğine şüphe yok. Öte yandan,
bu gücün dayanak noktasının ‘ferâgat’ ve ‘paylaşım’ kavramları çevçevesinde oluştuğunu
göz önünde bulundurmaksızın ülke derin siyasetini ve bu siyasetin toplumsal
yapının neredeyse her zerresine nüfuzunu anlamak ve anlamlandırmak mümkün
değil. Bu iki kavramın ülkeye bahşettiği kazanımların yanı sıra, açmazları da
dikkate alındığında bir dikotomiden bahsedilebilir. Bu yapının modern Malezya
toplumunun bir anlamda varlık nedenini oluşturmasıyla neredeyse doğal bir
gerçeklik olarak kanıksanmış izlenimi verilmektedir. İşte bu dikotomidir ki,
ülkede ‘paylaşımlar’ kadar, kimi zaman sessiz sakin kimi zaman yüksek sesle ve
toplumal karşı duruşlar şeklinde ortaya çıkan ‘çatışmalar’ın kaynağını teşkil
ediyor.
Seçimlerde iktidarın en önemli silahı hiç kuşku yok ki, Başbakan Necib
olacak. Enver İbrahim’in bir demecinde değindiği üzere, UMNO hiç bu kadar tek
lider üzerinden siyaset yapmamıştı. Başbakan Necib’in UMNO ve iktidar
ortaklarınca ‘tek lider’ figürü olarak seçilmesinde bazı hususların dikkat
çekici olduğu düşünülebilir. UMNO bu geleneği bozarak tüm icraatlarda Necib’i
öne çıkartarak UMNO ve Ulusal Cephe’ye yönelik ağır ithamları bertaraf etme ve
‘Halkçı Başkan’ imajıyla parti saflarına yönelik eleştirileri engellemeye
yönelik izlenimi veriyor. Bunlar arasında UMNO ve iktidar ortakları arasında
pek de gizli saklı olmayan bölünmüşlük izleniminin giderilmesi. Bu ‘tek adam’
figürünün bir diğer somut göstergesi, Başbakan’ın aday belirleme sürecinde
bizzat karar mercii olarak öne çıkışıydı.
Ulusal Cephe lider kadrosunun 2008 yılı seçimlerine yönelik eleştirisi ve
tabii ki, üçte iki çoğunluğun yitirilmesi bağlamında seçim mağlubiyetinin
faturasını ‘ittifak’ güçleri arasındaki husumet, çekişme vb. genelde psikolojik
bağlamda algılanabilecek türden kopmalara bağlıyordu. Bu nedenledir ki, 5 Mayıs
seçimleri öncesinde söz konusu lider kadronun, özellikle de Başbakan Necib’in
ittifak içinde bir kez daha böylesi bir kopmanın meydana gelmemesi yönünde
ısrarla durması önemli. Bu kopmaların nasıl yaşandığına değinelim... Toplamda
on üç partinin ittifakından oluşsa da, Ulusal Cephe’nin atardamarı konumundaki
üç siyasi partinin yani UMNO, MCA ve MIC içerisinde çeşitli seçim bölgelerinde
‘merkezin belirlediği’ adaylar konusunda tabanda arzu edilen birlik tesis
edilemiyor. Aday belirleme sürecinin merkezden yapılmasının elbette ülkedeki
azınlıklarla ilgili güce dayalı bir orantı üzerinde geliştiğini görmek mümkün.
Ağırlıklı olarak da gücün UMNO kanadında ortaya çıkması Çin ve Hintli seçmenler
arasında karar mekanizmasının tümüyle kendi inisiyatiflerinin geçerli olduğu
seçim sandığında ortaya çıkıyor. Bu süreçte ilgili siyasi partilerin yerel
liderlerin yönlendirici pozisyonda olduğunu da unutmamak gerekir. Açıkçası, bu
hassas ‘kaymaların’ bir kez daha nüksetmesi demek, Ulusal İttifak’ın ülke
siyasal tarihinde hükümeti kuramaması sonucunu doğuracağı ihtimalini kimse göz
ardı etmiyor.
İktidarın geçen dört yıllık süre zarfında muhalefetin ortaya koyduğu
reform/dönüşüm projeksiyonunu bir tür politik ilham olarak algıladığı ve somut
politikalar evrilmesi niyetini hayata geçirdiği görülüyor. İktidarın böylesi
pragmatik bir sürece imza atmasında ülke siyasi muhalefetinin giderek artan
söylem ve etkileme gücü kadar, son iki yılda Ortadoğu’da neşet eden
reformcu/özgürlükçü çıkışların bir
şekilde bölgede kendini ortaya koyabileceği kaygısının da yer tuttuğunu
unutmamak gerekir. Bu bağlamda iktidar ne gibi reform/dönüşüme imza attığına
baktığımızda karşımıza şu hususlar çıkıyor: a) Meriotokrasiyi öncelleyen bu
politik tutumun iktidar çevrelerinde politik bir söyleme evrildiği 2009’dan
itibaren görülmektedir; b) 1970’de kabul edilen üniversite yasasının
değiştirilmesi; c) 1950’lilerden itibaren gündemde olan ISA yasasının
güncellenmesi; d) Seçim Yasası’nda bazı değişiklikler; e) azınlıkların ekonomi,
eğitim ve kültürel hakları noktasında girişimler; e) ‘sosyal devlet’ imajını
inşaya matuf bir dizi girişimler... Tüm bunların ötesinde, Başbakan’ın tıpkı
ülkenin ikinci başbakanı ve aynı zamanda babası olan Tun Razak’ın kalkınma
odaklı politikalarına benzer açılımlarla halkın karşısına çıkması.
“İktidar karşısında nasıl bir muhalefet bulunuyor?” sorusu, Halk
Cephesi’nin (PR) üç ana organına bakarak anlaşılabilir. Genelde uluslararası
basında Enver İbrahim adı ve ardından “Temiz Toplum Hareketi” (Bersih) ile öne
çıkan muhalefet nasıl bir siyasi yapılanma arz ediyor? Halkın Adaleti
Partisi’nin (PKR) siyasi geçmişi, Enver İbrahim’in başına gelenlerle paralellik
arz eder. Bu nedenle, bir anlamda İbrahim’in son on beş yılda yaşadıklarının
PKR’ın varlığı üzerinde etkisi çok büyük. Bu çerçevede, 1999 yılında dönemin
Maliye Bakanı Enver İbrahim’in çeşitli suçlamalarla UMNO’dan ve bakanlık
görevinden uzaklaştırılarak mahkemede mahkum olması, neredeyse eleştirileri
sistemin tamamına yönelten ve ülkede ‘reform’ olgusunun gündeme getirilmesine
neden oldu. Bu oluşum, bir anlamda 1982 yılında Malezya Müslüman Gençlik
Hareketi -ABIM’in (Angkatan Belia Islam Malaysia) liderliğinden UMNO saflarına
katılarak ülkedeki pek çok çevreyi özellikle de İslamcı oluşumları şaşırtan
gelişmeden sonra yaşanan en önemli değişimdi.
Öyle ki, ülkede İslamcı gençlik hareketinin ideologluğunu yapmış olan Enver
İbrahim, 1998 ve sonrasındaki gelişmeler bağlamında yeniden bir siyasal ve
toplumsal fenomen olarak ortaya çıktı. Bu bağlamda reform süreci, tüm
farklılıklarına rağmen, toplumun etnik ve sınıfsal katmanlarının bu fenomen
etrafında buluşması ve toparlanması olarak da okunabilir. Bu süreç hiç kuşku
yok ki, Malezya politikasının ‘Enverli mi Enversiz mi’ evrileceğinin de ifadesi
olacaktır aynı zamanda... 2008
seçimlerinde muhalefetin Malezya modern siyasal tarihine damgasını vuran
parlamentoda üçte iki çoğunluk geleneğini bozmasının ardından yaşananlar,
muhalefetin Enversiz var olamayacağını, iktidar merkezini tutan başta UMNO
olmak üzere Ulusal Cephe’nin de Enver unsurunu yok sayamayacağının kanıtıydı.
Geleneksel güç odaklarının sözcülerinin zaman zaman verdikleri demeçlerde
neredeyse hedefteki tek ismin Enver olması da bu yaklaşımı destekleyen bir
başka gelişme. Örneğin, Dr. Mahathir’in ‘Bersih’ gösterilerine atıfta bulunarak
yaptığı bir açıklamada “Enver olmasa bu tür kitle gösterileri olmaz” şeklindeki
vurgusu buna en açık örnek. Bu nedenle gerek muhalefet gerekse iktidar aygıtını
elinde tutan güçler nezdinde Enver’in farklı bağlamlarda olmak şartıyla
vazgeçilmesi mümkün olmayan bir yer tuttuğu kesin. İbrahim’in mahkum olduğu
yıllarda eşi Dr. Wan Azizah tarafından kurulan ve gençlik yıllarından birlikte
olduğu kadroların yanı sıra, ülkenin önemli entellektüel ve akademisyenlerinin
de içinde yer aldığı siyasi çevrenin verdiği destekten oluştuğu görülür. PKR
Malay ağırlıklı ve içinde Çin ve Hint kökenli siyasetçilerin de rol aldığı bir
siyasi hareket görünümünde. Kuruluşundan bugüne kadar ülke siyasal yaşamında
reform hatta ve hatta UMNO rejiminin değişimine işaret etmesiyle dikkat
çekiyor.
Muhalefet kanadında önemli bir güce sahip olan bir diğer oluşum DAP.
MCA’yın Çin haklarını koruyamamasından hareketle Çin azınlık içerisinde doğan
DAP belli bölgelerde önemli oy potansiyeline sahip. Partinin ideolojik temellerinini
Singapur’un kurucu babası Lee Kuan Yew’un ortaya koyduğu ve kuruluşundan
itibaren siyasi egemenliğin ve meşruiyetin Malay Müslümanlar -ki bunu UMNO
olarak anlamak isabetli olacaktır- üzerinden sürdürülmesi olgusuna eleştirel
yaklaşan, bunun yerine modern ulus devlet bağlamında ‘Malezyalılık’ olgusuna
vurgu yapan Malezya Malezyası (Malaysian Malaysia) fenomoni oluşturuyor. Singapur’un
1965 yılında ülkeden kopuşundan sonra, DAP Malezya siyasetinde bu siyasi
hedefin takipçisi oldu ve bunu 2008 seçimlerinde Penang Adası’nda kazandığı
başarıyla kanıtladı. DAP’ın güttüğü başat argüman, bağımsızlık öncesi
‘paylaşım’ temeline dayalı anlaşmaya değil, ülkede yaşayan her etnik unsuru
öncelleyen bir duruşa dayanıyor. Bu noktada Ulusal Cephe ittifakında rol alan
MCA’ya Çin haklarını koruma kollama’ noktasında zaafiyet gösterdiği olgusunu
işleyerek Çin kökenli seçmenler üzerinde siyasi kazanım amacı taşıyor.
Halk Cephesi’nin üçüncü büyük ortağı konumundaki PAS’ın siyasi varlığı
bağımsızlık öncesindeki sivil hareketlere dayanıyor. Bu bağlamda kuruluş
sürecinde UMNO saflarında yer alan alimler çevresine mensup üyelerin bir
bölümünün bu siyasi hareketten ayrılışıyla kuruldu. PAS’ın geçen on yıllar
içerisinde Malezya siyasetinde kendine has bir yeri olduğu görülür. Özellikle
ülkenin kuzey eyaletlerinde, yani Kelantan, Terengganu, Kedah, Perlis’de
varlığı hissedilen ve İslamcı motiflerin güçlü bir şekilde kullanıldığı bu
siyasi hareket gelenekselci bir çizgi takip etmesiyle dikkat çekiyor. Bu
bağlamda, daha çok kırsaldaki seçmene hitap ettiği ileri sürülse de, son
dönemde, üniversite çevreleri, profesyoneller arasında da varlık göstermeye
başlamış ve bünyesine kattığı örneğin 1986-1997 yılları arasında UMNO
saflarından Selangor Eyaleti Başbakanlığını yürütmüş Muhammed Taib gibi yeni
yüzlerle bir tür iç dönüşüme konu olmaktadır. Bu yeni isimlerle ‘kırsaldaki
geleneksel Müslümanların’ partisi olmaktan çıkıp, metropollerde diğer dinlerden
ve ırklardan seçmenlere de yönelen bir ana akım siyasi parti imajı kazanmaya
çalıştığı yorumları güçlü bir yer tutuyor. PAS’ın iç dönüşümü veya açılımının
bir diğer göstergesi, ana akım medya editörlerinden A.Jalil Hamid’in ileri
sürdüğü üzere geçen seçimlerde Selangor, Kedah, Negeri Sembilan, Perak gibi
Malay Yarımadası’nın batı yakasındaki eyaletlerde varlık göstermesi kadar, 5
Mayıs’ta Cohor gibi özellikle UMNO’nun kalesi olarak bilinen Eyalet’e çıkarma
yapmasıdır.
Bununla birlikte, seçimde muhalefeti zora sokacak zaafları neler olduğu
sorusu da önemli. İlk etapta söylenecek husus, ittifak olgusu gündeme getirilse
de bu birlikteliğin Ulusal Cephe gibi geçmişi bağımsızlık öncesine dayanan
siyasi hareketi gibi güçlü bir yapılaşma sergilemediğidir. Bu nedenle, olası
bir siyasi zafer sonrasında kimin başbakan olacağı, bakanlık dağılımı gibi
kamuoyunun merak ettiği konularda herhangi bir açıklama yapılmaması ittifak
güçlerinin bu konuları şimdilik gündeme getirmediği şeklinde yorumlanıyor. Öte
yandan, DAP’ın önde gelen isimlerinden Karpal Singh’in Müslüman olmayan bir
siyasetçisinin de başbakan olabileceği yönündeki açıklamaları; PAS’ın
başbakanlığa parti lideri Hadi Awang’ı uygun görülmesi yönündeki talebi
ittifakın başbakan adayı konusundaki sıkıntılarını ortaya koyan örnekler. Buna
ilâve olarak her siyasi parti, özellikle kimi seçmen ölgelerinde tek aday
belirleme noktasında zaafiyet yaşıyor. Bu iç çekişmenin kime yarayacağı ise
malum...
Sıra şu soruya cevap vermeye geldi: “Seçim ertesinde neler olacak?” Bu
seçimlerin ‘adil’ olup olmadığına bağlı olacak. Peki ‘adil’ olduğuna kim karar
verecek? İşte zaten sorun da buradan zuhur ediyor. Seçim Komisyonu’nun
muhalefetin 2008 yılından itibaren ‘reform’ talebine binaen bir dizi yeniliği
gündeme getirdi. Ancak muhalefetin bundan tatmin olduğunu söylemek güç.
Muhalefet bu noktada seçim komisyonunun ‘iktidarın’ bir aygıtı olmakla
suçladığı biliniyor. Bu nedenle, muhalefetin seçim günü yapılacak bazı illegal
girişimlere ve seçimi kaybetmeleri karşısında kitle gösterileri düzenleyeceği
konusunda tehditvari açıklamaları basında önemli yer tutuyor. İktidar, güvenlik
güçlerinin seçim günü ve sonuçların açıklanmasından sonra ‘görevini yapacağı’nı
belirtmesi potansiyel bir toplumsal huzursuzluk kaynağı olduğuna kuşku yok. Her
iki siyasi kanat tarafından bu potansiyel kaos ortamına ‘Ortadoğu referansı’
ile atıf yapılmasının tahmin edilebileceği üzere avantajları ve dezavantajları
bulunuyor. Seçim sonuçlarına yönelik kaos söylemi sadece muhalefetin
girişimiyle sınırlı değil. Kimi çevreler, Halk Cephesi’nin Parlamento’da
sandalye çoğunluğunu elde etmesi halinde özellikle Ulusal Cephe’nin kimi
oluşumlarının sokaklara çıkacağı da gündemde yer alıyor. Yani her halükârda
güvenlik güçleri sürecin tam da ortasında olacak...
Muhalefetin, 57 yıllık iktidar geleneğine nokta koyacak bir sonuç alması
halinde bugüne kadar ikinci plânda kalmış, en azından gündeme getirilmesinden
kaçınılmış ‘Başbakanlık’ konusu gündeme gelecek. Enver İbrahim’in en büyük aday
olduğuna kuşku yok. Öte yandan, gerek Karpal Singh’in ‘Müslüman olmayan bir
siyasetçinin de Başbakan olabileceği yönündeki görüşleri; PAS içinde Başkan
Abdul Hadi Awang’ın Başbakanlık için en iyi aday olduğu yaklaşımı belki
koalisyon partilerinin sempatizanlarına ‘mesaj’ niyetinden öte bir anlam ifade
etmeyebilir. Hiç kuşku yok ki, iş Putrajaya’da siyasi güç paylaşımına
geldiğinde her şey süt liman olmayacak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder