Malezya onyıllar boyunca böylesi bir güvenlik problemiyle karşı karşıya
kalmamıştı. Ülkede seçim kararının alınmasının an meselesi olduğu günlerde
birden ortaya çıkan Sabah sorununun sadece dış değil, iç faktörlerinin de
olması doğrudan doğruya seçim odaklı bir gelişme ile karşı karşıya kalındığı
izlenimi vermiyor değil.
9 Şubat’ta, kendilerini Sulu Sultanlığı Ordusu’na mensup olarak
tanıtan bir kaç yüz kişilik silahlı grubun
Malezya’nın onüç eyaletinden biri olan Borneo/Kalimantan Adası’ndaki Sabah Eyaleti’nin kuzey sahillerinde birkaç köyü basarak siyasi
hak iddiasını gündeme getirmesi sadece Malezya’da değil, bölgede tam anlamıyla
şok etkisi yaptı.
Bugüne kadar yaşanan çatışmalarda silahlı gruptan 62 kişi öldürülürken,
Malezya güvenlik güçlerinden 10 kişi hayatını kaybetti. Grubun liderinin
bölgeden kaçmayı başardığı ifade edilirken, gruba mensup olduğu ifade edilen
bazı kişiler de ordu birliklerince kırsalda ele geçirildi. Öte yandan, bölgede
yaşayan Sulu kökenli 100’ü aşkın kişi de gruba lojistik destek verdikleri
gerekçesiyle tutuklandılar.
Bu gelişme karşısında ‘hazırlıksız’ yakalandığı resmi yetkililerce de ifade
edilen Malezya, yaklaşık üç hafta süreyle, belki de pek çok çevrenin düşündüğü
gibi silahlı grubun girişimini ‘romantik’ bir eylem olarak değerlendirerek,
‘görüşme’ yolunu tercih etti. Ancak bu süreçte, Manila’da konuşlanmış ve
kendini Sulu Sultanlığı’nın bugünkü varisi olarak ilân eden III. Jamal’ul Kiram,
kızı ve sözcüsü vasıtasıyla geri adım atmayacaklarını ve silahlı birliğin
‘görevini’ yerine getireceğini ileri sürüyordu. Malezya’nın grubun Malezya
topraklarını terk etme çağrısını birkaç yenilemesinin ardından başlayan silahlı
çatışmalarda önce polis komandolarının ölümüne yol açması herşeyi değiştirdi.
Yarımada’dan askeri birliklerin gönderilmesiyle bir anlamda savaş ortamının
hakim olduğu bölgede silahlı grubun, bu coğrayfada yaşayan Sulu kökenlilerin
lojistik desteği sayesinde tutunabildiği görüldü. Bu sürecin belki de en kritik
noktası Malezya ve Filipinler hükümetlerinin birbirlerine yönelik
sergiledikleri ‘soğukkanlı’ yaklaşımlarıydı. Bunun en temel sebeplerinden biri,
hiç kuşku yok ki, Mindanao Adası’ndaki özgürlük hareketi bağlamında sağlanan
barış girişiminde oynadıkları ortak roldü. Buna binaen, özellikle Filipinler
tarafında, 1960’lı yıllarda yani Marcos döneminde ‘teritoryal haklar’ meselesi
gündeme getirilmekten kaçınılıyordu. Soruna ‘barışçıl’ çözüm bulma çabası bir
türlü pratiğe yansımazken, askerin varlığı, Birleşmiş Milletlerin dikkati
çekecek boyuttaydı. Peki MILF nasıl tepki verdi? Hacı İbrahim Murad, bu soruna
taraf olmadıkları bağlamında birşeyler söyleyerek gelişmelerin dışında kalmayı
tercih ediyordu. Bu, MILF’ın söyleyecek sözü olmasından neşet etmiyor elbette
ki. Ancak barış anlaşması metnini hazırlayacak 15 kişilik üyenin tespit
edildiği ve bugün yarın çalışmaların başlayacağı bir sırada MILF’ın ‘Sabah
sorunu’na müdahelesi farklı sonuçlara sebebiyet vereceği aşikâr.
Ancak bölgenin en önemli birliği hüviyetindeki ASEAN’dan kayda değer bir yaklaşımın sergilenmemiş olması, meselenin iki ülke ve özellikle de Malezya’nın inisiyatifine terk edildiği gözleniyordu. Bu girişim, bir anlamda ASEAN’ın üye ülkeler arasında yaşanan veya potansiyel olarak yaşanabilecek bu türden silahlı çatışmalar karşısında inisiyatif geliştirme yeteneğinden yoksun olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu. Bunun ‘kağıt üzerindeki’ adı, ‘üye ülkelerin iç işlerine karışılmaması’ maddesinden kaynaklandığı açık. Gelişmeler daha silahlı çatışma boyutuna ulaşmadan kaleme aldığımız metinde meselenin “tarihi” derinliğine el atacak akademik boyutun yakında gündeme gelebileceğini ifade etmiştim. Öyle de oldu... 13 Mart’ta Malezya Teknoloji Üniversitesi (UTM) Johor kampüsünde önemli bir oturum gerçekleştirildi. ‘Öteki’ taraf olmadığı için bu etkinliği bir tartışma olarak adlandırmak mümkün olmadığı gibi, devlet kurumlarının bakış açısını yansıttığı da iddia edilemez. Ancak, katılımcılardan birinin “Sulu Sultanlığı hanedanlığından olduğuun ileri sürenlerin ellerinde somut belge olup olmadığını sorması” en önemli noktalardan birini oluşturuyor. Bu noktada, acaba Malezya yetkili organlarının “Sulu Sultanlığı konusunda bir şüphesi mi var?” sorusu dolaylı olarak akla geliyor. Çünkü o güne kadar, basında yer alan ve Malezya’nın Sabah’ı elinde tutmasına olanak tanıyan temel iddia 1963 yılında İngilizlerce devrine dayanıyor. Sabah Malezya Üniversitesi siyaset bilimcisi Dr. Zaini Othman ise ‘Malezya’nın yıllık -cüz’i bir miktar da olsa- Manila üzerinden Sulu Sultanlığı mensuplarına bir ödemenin yapıldığının artık bir sır olmadığını söylüyordu. Böylece salondaki üniversiteli genç nesil Malezyalılar da bir gerçeği öğreniyorlardı.
19. yüzyıldaki hikâyeden bir benzer olsun daha önce bahsetmiştim. Ancak şunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Filipinler 1898’de Amerika’nın güdümüne girerken, Borneo Adası İngilizler’e verilmiş, II. Dünya Savaşı sonrasında sömürge topraklarını elinden çıkaran İngiltere Sarawak, Sabah ve Singapur’u Malezya Federasyonu’na devretmişti. Ancak hikaye özellikle Filipinler için elbette burada bitmiyor. Marcos döneminde başlayan ‘kiralama’ söylemi bugüne kadar gelmiş durumda. Zaten bu nedenledir ki, ‘kiralama’ olgusu üzerinden ‘hak iddialarını’ bertaraf amacıyla Dr. Mahathir Muhammed geçenlerde yaptığı açıklamada Malezya Hükümeti’ne çağrıda bulunarak ‘kiranın artık ödenmemesi’ gerektiğini gündeme getirdi. Devletin üst düzey resmi makamlarının birbiri ardı sıra ziyaret etmesi gelişmenin ciddiyetini ortaya koyan bir başka ifadesiydi. Tüm mesaisini seçim propagandasına ayıran Sayın Başbakan Necib, programlarına bir süre ara verip gelişmelere doğrudan müdahil oldu. Sabah’a yaptığı ziyaratte, Malezyalıların güvenlik sorununu hiçbir şekilde pazarlık konusu yapmayacağını açık seçik ortaya koyarken, bölgede yaşayan ve sayılarının yaklaşık 800.000 olduğu ileri sürülen Sulu kökenli Malayların toplum liderlerince kendisine ‘Bağlılık Bildirileri’ sunulması dikkat çekiciydi.
1 Mart’tan itibaren çok sayıda ordu mensubunun bölgeyi abluka altına
almasıyla birlikte silahlı grubun üst düzey komutanının tekneyle Sabah’ı terk
etmesinin ardından, geride kalan az sayıdaki silahlı kişiler de tek tek ele
geçirildi. Süreçte, özellikle savaş uçaklarının devreye girmesi üzerine konuyla
ilgili açıklamalar yapan ve bir anlamda Malezya yönetimine ‘uyarıda’ bulunan
BM’in yaklaşımına ülkede kimse prim vermedi. Hükümet ayrıca, gerek Manila
yönetimi gerekse Sulu hanedanlığına mensup kişilerin ‘barış’, ‘anlaşma’ vb. çağrılarını
da dikkate almadı. Ancak bugünlerde “Peki şimdi ne olacak? sorusu herkesin kafasını
kurcalarken, 13. Genel Seçimler atmosferinin “milliyetçilik-hainlik” ikilemiyle
farklı bir gündeme oturmadığını da söylenemez.
Sulu çıkartması, bölgesel bir sorun olmaklığının yanı sıra, Malezya iç siyasetine bulaşması seçime birkaç ay kalan ülkede siyasiler arasındaki çekişmesi had safhaya taşıyan bir katalizör işlevi gördü. Bunun anlaşılır yönü Sabah ve Sarawak Eyaletleri’nin seçimde büyük ölçüde belirleyici olacağı öngörüsüne dayanıyor. Bu noktada, söz konusu silahlı girişimin iç siyasette kimin elini güçlendireceğini ancak seçim sonrası sonuçlar açıklandığında net bir şekilde anlaşılabilecektir.
Bu arada ilginçtir Sululuların
‘teritoryal hak’ iddiaları yeni değil... Sulu Restorasyonu Hareketi’nin önemli
isimlerinden Prof. Dr. Emmanuel Mangubat, Sulu Sultanlığı’nın yeniden
teşekkülünün Filipinlerin Güneyi ve Borneo/Kalimantan’ın kuzeyinde siyasi
istikrarın başat faktörü olduğunu daha 2006 yılı ortalarında dile getirmesi o
dönem savaş ortamı olması nedeniyle kimsenin ilgisini çekmemiş olmalı. Mangubat
ileri sürdüğü iddiasında Sabah’ın Malezya’nın kira verdiği mülkünün Filipinlere
ait olan bir bölge olarak tanımlaması da ilginç. Mangubat’ın ne demek
istediğini anlamak için kaleme aldığı iki ciltlik “Sulu Sultanate: Its
Establishment with Historical, Political and Legal Implications” adlı çalışmaya
elden geçirmek herhalde en iyi yol. Sabah’ın kuzeyinde güvenlik tehdidi
neredeyse sona ererken, Filipinler’den sorunun siyasi boyuta evrileceğine dair
ilk mesajlar da gelmeye başladı. Daha dün, Filipinler Dış İşleri Bakanlığı,
2008 yılında devlet kurumlarına gönderilen Sabah’a Malezya’nın toprak parçası
olduğu yönünde göndermeler yapılmamasını içeren tebligatı yenilediği ifade
ediliyor.
Bu gelişmenin şimdiye kadar konuşulmayan ancak potansiyel önemi olan bir
yönü var. O da, Sabah sorununda asker seçeneğini kullanan Malezya’nın, Çin’in
Güney Çin Denizi’ndeki teritoryal haklar meselesinde şayet iddiaları sürdürmesi
halinde nasıl bir karşılık vereceğine dair ipuçların da içinde barındırıyor.
Aslında sadece Malezya için değil, bölgede sınır sorunlarının gündeme geldiği
her noktada böylesi bir ‘çözüm’ arayışı mümkün olabilir.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=253584
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder