Mehmet Özay 30.08.2024
Acaba, ordunun sahadaki maddi mağlubiyetleri mi, saray
mı, sivil bürokrasi mi, ekonomi mi, eğitim mi, din(i) kurumlar mı, dış politika
mı?
Çoklu sebep
Bu olguların, sosyolojik kurumlar anlamına geldiği
hatırlandığında, çöküşün tekli sebepten ziyade, birbiriyle ilintili tüm bu
kurumların içinde yer aldığı bütünlüklü bir çöküş sürecini dikkate almak
gerekir.
Bu çerçevede, Osmanlı Devleti’nde ekonominin çöküşü
meselesine dair, 19. yüzyıl ortalarındaki doğrudan gözlemleriyle, Cevdet
Paşa’nın ortaya koyduğu yaklaşım ve tespitler dikkat çekicidir.
Paşa’nın hem, bireysel bir gözlemci hem de, bürokraside
giderek yükselen statüsü, dahil edildiği sosyal ve siyasal çevreler, onun sosyolojik
yaklaşımlarının geçerliliği konusunda, bize bir fikir verdiğini düşünüyorum.
Saraylı kadınlar icraatı
Cevdet Paşa, 1856 yılını konu alan gelişmelerle ilgili
olarak, 13 No’lu Tezkire’ye saraylı kadınların israflarıyla başlıyor...
Bu süreç, 2. Mahmut dönemi sonrasında saraylı kadınlar
arasında, bir tür Batılılaşma’nın göstergesi olarak değerlendirilebilecek
şekilde, saray dışı yaşam alanlarını keşfetmeleri ve bunun getirdiği tüketim ve
zamanla israf ekonomisine dönüşmüş gözüküyor.
İlginç bir şekilde burada, o dönemde ortaya çıkmaya
başlayan ‘ferace’ takmanın örneğin, bir dini zorlamanın ürünü değil aksine, saraylı
kadınların “arzularının” sonucu ortaya çıktığını da öğreniyoruz...
Herhalde, saraylı kadınlar için, kendilerini dışa
vurmanın ve de göstermenin bir yolu olarak, gayet işlevsel bir enstrüman olarak
gündeme gelmiş olmalı ferace...
Tabii, bu saraylıların ne tüketip ne tüketmediklerinin
detaylarını vermiyor Cevdet Paşa...
Bu tüketimin olası olduğu, “... her yerde gezip
yürütmeğe başladılar. Şurada burada türlü rezaletler eder oldular” diyerek
kafiyeli bir şekilde gündeme getirdiği hususlar bağlamında, yeni keşfedilen
veya dönüştürülen kamusal alanlar ile ilgili vurgusu dikkat çekiyor.
Ekonomi ve ahlâk ilişkisi
Ahlâki tutumunu yansıtacak şekilde de, “Saraylıların
bu rezaletleri millet-i İslamiyyeye mucib-i ar-u hacalet olduktan başka ...”
belki, bugün pek de kimsenin umurunda olmadığı, hatta pek çok kişinin duyduğunda,
reddiye çekecekleri bir ahlâklılığı gündeme taşıyor Cevdet Paşa.[1]
Söz konusu bu olan biteni, yenilikçilik arzusuyla gündeme
taşıyan saray elitinin kadın kesiminin, sıradan bireysel gelişmeleri olarak
değerlendirmek de mümkün.
Ancak, buna mani olan iki temel husus var.
Sosyolojik olarak, değişimlerin yukardan aşağıya,
modellik tesisi ile ilgili husus. Yani, elitlerin yapıp ettiklerinin aşağı
tabakalara yayılması...
İkincisi, saraylı kadınlara tahsis edilen meblağların
kendi aile gelirleri değil, devletin temel maliyesiyle olan irtibatı.
Bu noktada, Cevdet Paşa’nın yaşananların Osmanlı
ekonomisine ne denli darbe vurmakta olduğunu gündeme taşıması, sorunun
azınsanmayacak bir düzeyde olduğunu bize gösteriyor.
“... Bir sene zarfında ettikleri borçlar iki yüz
seksen sekiz biz keseye baliğ olup, bunun yüz yirmi beş bin kesesi Serfiraz
Hanım’ın idi ...”
Bu kese işini, derinlemesine açıklama işini, dünyaca ünlü
Osmanlı maliyesi uzmanı hocalarımıza bırakıyorum...
Derinleşen kriz
Cevdet Paşa’nın açıklamasına bakacak olursak, o dönem
harcanmakta olan epeyce bir meblağ olsa gerek...
Nihayetinde, “... İşte bu haller devlet-i aliyye’nin
muahharen gördüğü müşkiyat-ı maliyyeye mebde’ ve menşe’ olmuştur” demesi,
olan bitenin bireysel arzular, istekler ve harcamalarla sınırlı olmadığına
işaret ediyor.
Ve de bir karşılaştırma yapıyor...
Kanımca, bu karşılaştırma saray efradının tüketim
ekonomisindeki yerlerini göstermesi bakımından kayda değer bir veri içeriyor...
“Sultan Mahmud merhumun zamanında saray-ı hümayunun
bilcümle masarıfı hiçbir vakitte 1000 keseyi tecavüz etmez iken, ondan sonra
refte refte terakki bularak ...”[2]
diyerek, harcamalarda birkaç on yılda nereye gelindiğini gösteriyor.
Askeri yenilgiler Tanzimat ilişkisi
19. yüzyılda, sadece saray kadınlarıyla da sınırlı
olmayan bir israf ekonomisinin gündeme gelmesinin ardındaki gerçekliğe, kısaca
da olsa bakmakta yarar var.
Osmanlı Devleti’nde ekonomi kurumlarının varlığı ile
bunun yönetimi meselesinin, 19. yüzyıl ilk yarısında Tanzimat yani, reform
sürecinde ele alınması beklenen önemli meselelerden biri belki de, öncelikli
olan bir konudur.
Bu konuya, tarihsel olarak biraz daha geriye giderek
bakmakta yarar var...
Orduyu yenileme düşüncesinin ilk örneklerinin, 17.
yüzyılda gündeme geldiği ortada...
Aradan geçen gayet uzunca bir süre sonrasında, söz konusu
bu düşüncesinin, Tanzimat’la etkin bir kurumsal yapıya büründüğü görülüyor.
17. yüzyıl reform çabasının sadece, askeri yenilgilerle
ilgili olmadığı aksine, bu mağlubiyetlerin doğrudan sonucu olarak giderek, siyasal
ve toplumsal yapının genelini içine alan genel bir etkiye sahip olduğu
düşünüldüğünde, askeriyede reform ile sınırlandırılacak bir yaklaşımın gayet
kısır bir girişim olduğuna kuşku yok.
Ancak, burada bir an için durup, şöyle bir düşüncenin
varlığının da, mümkün olduğunu söylemek mümkün...
O da, Osmanlı saray çevreleri ile sivil ve askeri
elitinin, ordu üzerine konuşlandırdıkları reform çabasının, bir
ekonomi-politiğe karşılık geldiğinin bilincinde olduğudur.
Burada, bir tenakuz olmadığını ileri sürebilirim...
‘Gaza’ ekonomisi
Daha açıkça ifade etmek gerekirse, ordu yenilenip, Batı
Avrupalı ve Rusya ile mücadelelerde yeniden başarılar kazanılmaya
başlanmasıyla, Osmanlı klasik dönemi ‘gaza’ nosyonuyla gelişme gösteren
ekonomik yapının, yeniden diriltileceğine olan inançtır.
Ancak, bu düşüncenin teorik ve pratikte başarıyı
getirmediği, aradan geçen uzun dönemin ardından, Tanzimat’la birlikte çok daha
geniş kurumsal yapılaşmalarla şekillendirilmek istenen kapsamlı reformla
kendini ortaya koymuştur.
Önceki evrelerde, devlet hazinesinin, genel bütçe ile
saray bütçesi arasında temel bir ayrıma tabi olmasının anlaşılabilir nedenleri
olabilir.
Bu ayrımın, devletin sürekli ‘fetihler’ gerçekleştirdiği
dönemlerde, ‘ganimetler’den padişaha düşen payı ile merkez hazinenin
ayrışmasının gaza nosyonuna bağlı olarak ‘İslami’ ve de rasyonel bir duruma
tekabül ettiği görülüyor.
Bununla birlikte, ‘fetih’ süreçlerinin yerini
mağlubiyetlerin alması, ‘gaza ekonomisi’nin yerinin neyin alacağı sorusunun,
Osmanlı saray çevreleri ve siyasi elitinde nasıl karşılık bulduğu hususu ilginç
bir konu olsa gerek.
İlk bakışta, savaş meydanlarındaki yenilgilerle kalmayan,
üstüne üstlük toprak kayıplarıyla da tedrici olarak devletin temel ekonomi
politiğine darbe vuran gelişmeler karşısında, devletin önde gelenlerinin, 17.
ve 18. yüzyılda ilk nüveleri görülen ‘reform’ çabalarında, gözlerini askeri
reforma çevirmelerinin, gaza ekonomisinin güçlü yönüyle bağı olmadığını
söylemek güç.
Temelde, reformu askerlerin eline daha etkili silahlar
vererek gerçekleştirmenin, kısa sürede savaş meydanlarında karşılık bularak,
Osmanlı ekonomisini yeniden dirilteceğinin bir inanç boyutunda olduğunu ifadede
bir mahsur olmasa gerek.
Ancak, dini-devlet ekonomi politiğinin bu şekilde
yaklaşılmasında bir sorun olup olmadığı ya da bir başka ifadeyle söylemek
gerekirse, bu ekonomi-politiğin dönemin şartları uyarınca kendini yenilebilecek
bir yapıya kavuşturulup kavuşturulmayacağının dönemin uleması, sivil ve askeri
eliti tarafından, ne denli dikkate alındığı kanımca üzerinde durulmaya değer
bir konudur.
Osmanlı Devleti’nin çöküşü meselesinde sosyolojik olarak
çeşitli kurumların oynadığı rol, ayrı ayrı değerlendirilebileceği gibi, bunları
bütünlüklü bir yaklaşımla ele almak ta mümkündür.
19. yüzyılın ortalarını konu alan anlatısında, Cevdet
Paşa bize bunun ipuçlarını veriyor.
Hem saraylı kadınlar, hem -daha önceki yazılarda kısmen
dikkat çektiğim üzere- üst düzey bürokratlar arasındaki çıkar çatışmaları ve
rekabet, bunun özellikle, Sultan Abdülmecid üzerinde yol açtığı yılgınlık
devletin maliyesinin kontrol edilemez bir noktaya taşınmasındaki nihai
gelişmelerdir.
Cevdet Paşa’nın derinlikli devlet tecrübesini yansıtan
çalışmalarını yeni yorumlamalarla birlikte değerlendirmeye devam etmekte yarar
var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder