Mehmet Özay 17.08.2024
Bugün, Endonezya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının 74. yıldönümü...
Bu yazıda, bağımsızlık olgusunu genel itibarıyla,
coğrafya ve antropolojik sınırları ile ilişkisi bağlamında kısaca ele almaya
çalışacağım.
Coğrafya ile adına, Malay Takımadaları denilen bütünün
önemli bir bölümünü içeren yapıyı kastediyorum. Ve bu yapı üzerinde, tarihsel
olarak varlık süren ve antropolojik olarak aynı, ancak çeşitli kültürel ögeler bağlamında
birbirinden ayrışan unsurların varlığına tanık olunuyor.
Coğrafya ve demokrafik yapı
Bir ulus-devletin adı olarak, Endonezya adı ile bu adın
maddi unsurları yani, coğrafya üzerinde kendini ortaya koyan boyutlarının, şu
ya da bu şekilde ilintili olduğu iki husus bulunuyor.
Bunlar, sömürgecilik dönemi tecrübesi ile Batı Avrupa’da
geliştirilmiş olan ulus-devlet kavramının, bölge toplumları ve siyasal
yapılaşmaları üzerindeki karşılığıdır.
Uzun sömürgecilik sonrası dönem, 20. yüzyıl başlarındaki
küresel gelişmeler ve geniş Malay toplumlarının siyasal, ekonomik ve kültürel
varlığı gibi unsurlar söz konusu olduğunda, Endonezya’nın bağımsızlığını olumlu
bir gelişme olarak değerlendirmek gerekiyor, hiç kuşku yok ki.
Bununla birlikte, söz konusu bağımsızlığı ülkenin,
coğrafi ve demografik sınırları ile değerlendirmek te mümkün.
Bir başka deyişle, hem coğrafi nitelikleri ve hem de,
etnik yapıları göz önüne alındığında, bağımsızlığın akademi çevrelerinde hâlâ
tartışılan yönleri olduğuna da kuşku bulunmuyor.
Öte yandan, bu tartışmanın, ulus-devlet merkez
yapılarında ve de çevresinde, gizli/açık bir tartışma ortamında devam ettiğini
söylemek de yanlış olmayacaktır.
Aslında bu durum tam da, Endonezya bağımsızlığına giden
süreçte, bağımsızlığı teşkil eden unsurlar arasında çok yönlü, dinamik yatay ve
dikey etkileşimlerin ne denli hayati olduğunun bir göstergesidir.
Bütünlüklülük
Yukarıda geliştirilen düşünceyi desteklemesi mahiyetinde
bir parantez açarak, şu görüşü de paylaşmakta yarar var.
O da, yukarıda kısaca değinilen ulus-devlet kavramının
ortaya çıkışı ve gelişimi ile bunun Takımadalar toplumlarına ve coğrafyasındaki
karşılığının sorunlu boyutları, Endonezya ile sınırlı değildir.
Aksine, bu sorunlu boyutların, şu veya bu şekilde
sömürgeleştirilmiş toprakların genel ve yaygın bir özelliğini teşkil ettiğini
söylemek gerekiyor.
Temelde, Takımadalar coğrafyasının teritoryal
genişliğinin ve bu genişliğin bütüncül bir kara parçası olmaktan uzak oluşu
problemin azımsanmayacak bir bölümünü teşkil ediyor.
Tecrübi olarak bunun karşılığını, örneğin ulaşım -ve
yakın döneme kadar iletişim noktasında-, bağımsızlık sonrası onyıllar
içerisinde ve hatta bugün dahi kendini ortaya koyacak şekilde ‘merkez’ ile
‘çevre’ ilişkililiğinin doğallığındaki ve sürdürülebilirliğindeki zorluklar
üzerinden tanık olunuyor.
Bir başka ifadeyle, bu cografi yapının Kalimantan, Sulawesi,
Sumatra, Cava, Lombok, Bali vb. Adalar ile özellikle de, ülkenin doğu’sunu -bölgesel
olarak düşündüğümüzde- Takımadacıkların oluşturduğu devasa ve birbirinden
ayrışan fiziki yapılar olarak karşımıza çıktığı görülür.
Ulus-devlet kavramı
Bu geniş coğrafyayı ve üzerinde yaşam süren farklı
toplumsal yapıları, Batı Avrupa’da geliştirilmiş olan ve dil, toprak bütünlüğü,
siyasi irade, dini/mezhebi yapı vb. gibi parametrelerle ortaya koyan ulus-devlet
kavramına ve oluşumuna zemin teşkil eden siyasal anlayışın, Takımadalar
geneline şamil olup olmadığı, önemli bir teorik sorudur ve bu bağlamda, kendi
başına anlamlılık taşımaktadır.
Bunun sağlamasını yapabilmek için Takımadalar coğrafyası
ve toplumları ile Batı Avrupa toplumlarının sosyolojik temellerinin
karşılaştırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Bununla birlikte, bugün bağımsız bir ülke olan
Endonezya’nın ulus-devlet oluşumu sürecinin temellerinin yakın geçmiş
sömürgecilik süreciyle bağı olduğu konusunda bir konsessus bulunuyor.
Bu çerçevede, Indonesia yani, ‘Doğu Adaları’ veya
sömürge döneminde adlandırıldığı şekliyle, “Hindistan’ın Doğusu” (East
Indies) bağlamlarının yukarıda dile getirilen ve Batı’da üretilmiş
ulus-devlet konseptine uyumluluğu noktasında, bir veri olarak kabul edilebilir.
Öte yandan, sömürge dönemi özellikleri yani, sömürge
yönetiminin ürettiği siyasal, ekonomik ve kültürel yapılaşmaların kapsamı
konusunda, söz konusu bu bağlamın gerçeklik ile kurgu arasında durduğu da, bir o
kadar gerçektir.
Bu hususun, yukarıda dikkat çekilen ve sömürge döneminden
ilhamla oluşturulan coğrafi sınırlarla bir çelişkisi olup olmadığı tartışmaya
açıktır.
Bu tartışmanın bir yanında, sınır ve etkileşim olguları
yine birer ilginç alan olarak karşımıza çıkıyor.
Yani, Takımadalar’ın sömürgeleştirilme tarihini 350 yıl
olarak zikderen literatür içerisinde, buna alternatif teşkil edecek şekilde,
Takımadalar’ın sadece, ulaşıma ve iletişime elverişliliğiyle dikkat çeken belirli
sahil şeridlerinde ve bununla birlikte, sınırlı olarak iç bölgelerde kendini
ortaya koyan ve bu çerçevede, bütüncüllükten uzak bir sömürge tecrübesi olduğu
da vurgulanagelen hususlar arasındadır.
Dolayısıyla, sömürgecilik sürecinin, -en azından belirli
alt coğrafya parçaları için- 350 yıl değil, aksine daha az sürelerle ifade
edilmeye matuf bir yönü bulunuyor.
Nihayetinde bugün karşımızda, Malay Takımadaları adıyla
anılan, geniş Malay toplumlarını temsil kabiliyetinde olan bir coğrafya ve bu
coğrafya üzerinde yaşam süren çeşitli toplumların varlığı bulunuyor.
Bugün ulus-devlet çatısı altında bağımsızlık olgusuna
muhatap olan bu coğrafya ve toplumlara anlamlılık kazandırma adına, yukarıda
dikkat çektiğim sömürge dönemi yapılaşmalarının gizli/açık reddine karşılık,
yeni bir tarihsel, coğrafi ve kültürel bütünlüğe referansı gerekliliği ortaya
çıkıyor.
Buna, örneğin diyelim ki, Srivijaya ve Majapahit
dönemleriyle ortaya çıktığı üzere, sömürge öncesi dönemin siyasal gerçekliğiyle
açıklık getirme çabasının anlamlı olduğu söylenebilir.
Tarihi devamlılık olarak algılanabilecek olan bu durumun
Batı Avrupa ulus-devlet yapılaşmasıyla örtüştürmeye yeter bir neden olup
olmadığı, yine üzerinde durulmaya değer bir konudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder