1 Ağustos 2024 Perşembe

Seçilmiş cinayetler ve sınırsız adaletsizlikler / Selected murders and limitless injustices

Mehmet Özay                                                                                                                            01.08.2024

Yaşadığımız dönemi tanımlamak gerektiğinde, kural tanımazlığın belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Öyle ki, tekil ve toplumsal ilişkiler ağının en temel kuralının ‘adalet’ olması gerekirken, bu ana başlık altında yer alan ve diğer tüm kavramsal sektörleri, siyasal ve sosyolojik açılımları bununla açıklaması gereken bakış açısının, kayda değer ölçüde kaybolduğu bir zaman dilimini tecrübe ediyoruz.

Bununla birlikte, bugün tanık olunan adalet dışılığın sadece, bugüne dair ve sanki, daha önce yaşanmamış ve yaşatılmamış bir durum olduğu hissine kapılmamız, yaşadığımız dönemin gerçekliğine olan güçlü bağlılığımızdan ve de toplumsal hafızanın zaafiyetinden kaynaklanıyor.

Ve bu nedenledir ki, bugün karşı karşıya kaldığımız adaletsizlikleri, salt bugüne has kabul etme yanılgısına düşüyoruz.

Bugünkü gerçekliğe sımsıkı bağlanma eğilimi ve arzusu, varoluşsal bir çözüm bulmuşluk tutumu takınılması zorunluluğundan doğarken, bunun şu veya bu şekilde, aynı zamanda dün yani, geçmişte var olan adalet dışılıkları unutabilme becerisinden kaynaklandığını söylemek de mümkün.

Dünü, geçmişi anlamak ve anlamlandırmak için epeyce bir çaba sarf edilmesi zorunluluğu ve geniş kitlelerin, bu zorunluluğu pek de göze alamıyor olmaları, bize dün ve geçmişte yaşanan adaletsizlikleri görmezden gelmemize neden oluyor.

Aslında bu durum, karşı karşıya kalınan vehameti ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.

İsrail gerçeği

İsrail devletinin, otonom bir siyasi yapıya sahip bir başka toplum yani, Filistinliler üzerinde sergilediği baskı ve şiddet yeni değil...

20. yüzyıl başlarında güçlenerek gelişen bir İsrail devleti siyasal düşüncesinin kendini, 1948’de ‘resmi hüviyete bürünerek’ ortaya koyabilmesine kadar geçen süreçte, Filistin topraklarında yaşananların bugünkünden geri kalır bir yanı olduğunu söylemek mümkün mü?

Bununla birlikte, bugünü dünden farklı kıldığı ileri sürülebilecek gelişmelere rağmen, düşünce yapısı itibarıyla, olan biten aslında, dünkü siyonist siyaset felsefesinden pek ayrışmıyor.

Aksine, siyonist siyaset felsefesi bugün, pratikte istikamet olarak aynı ve benzer şekilde lineer bir doğrultuda ilerlediğini hem kendisine hem tüm dünyaya kanıtlıyor.

Bu eğiliminden geri adım atma gibi bir yaklaşım da sergilemiyor...

Bir başka ifadeyle, siyonist siyaset felsefesinin, dün belirli maddi sınırlar içerisinde hareket eden pratiği bugün, elde etmiş olduğu maddi imkânlar sayesinde, sınır tanımaz olarak nitelendirilebilecek bir nitelikle karşımızda duruyor.

Adalet/siz/lik

Bu durum, adalet olgusunun teorik ve pratik karşılığının ortadan kalkmışlığı, yeni ve adaletle bağlantısız bir tür kendinde gerçeklik üretirken, bu gerçekliğin öyle görülüyor ki, İsrail’den ve İsrail yanlılarından başka kimseye pek bir yararı bulunmuyor.

Bugünü dünden farklı kılan husus, siyonist siyaset felsefesinin ürettiği ideolojik yapının, kendi varlığını pekiştirecek ve bunun şartı olarak, ‘öteki’ni ortadan kaldırmayı sağlayacak araçları hakimane bir tutumla kullanıyor oluşudur.

Günümüzde neredeyse, şu veya bu şekilde, her ulus-devlette var olduğu söylenebilecek teknolojik donanımı ve araca karşılık, siyonist rejimin bu donanım ve araçları, kendi siyaset felsefesinin belirlediği hedefler için kullanma becerisinin temelde, öykünülenecek bir yanı bulunmuyor.

Bugün, ‘adaletsizlik’ olgusunun yaygınlık kazanmasında, siyonist ideologlar ve bunların araçsallaştırdığı İsrail’li bireylerin ve kitlelerin, bu teknolojik aygıtları sadece, kendi ulus-devlet sınırları içerisinde değil, bu sınırların dışına taşarak kullanabilmeleri olgusu bulunuyor.

Ve de, bunu kasıtlı, bilinçli, isteyerek yapıyor olmalarıdır adaletsizliği küresel boyutta destekleyen ve yükselten...  

İsmail Haniye’ye yönelik saldırıda -bir kez daha- gayet açık bir şekilde ortaya çıktığı üzere, nerede ve hangi koşulda olursa olsun, siyonist ideoloji, insan ve maddi aygıtlarını harekete geçirebilecek bir donanımda olduğunu küresel topluma göstermekten geri kalmıyor.

Aslında bu durum, başlı başına bir problem olarak karşımızda duruyor.

2004 yılında, Şeyh Yasin’i sabah namazı çıkışında Filistin’de ortadan kaldıran siyonist ideoloji aygıtları, bugün binlerce kilometre ötede, bir başka ulus-devletin sınırları içerisinde bir Filistinli’nin -hemen hemen benzer şekillerde- canına kast edebileceğini açık seçik herkese ilân ediyor.

‘Adalet’, ‘hak’, ‘düzen’, ‘norm’ gibi ulusal ve küresel hukuk sistemlerinin oluşumunda başat rol oynayan terminolojilere ait var olan tüm kavramları benimsediği var sayılan çevrelerin, kurumların, ülkelerin vb. böylesi ürkütücü bir gelişmeden rahatsızlık duymuyor olmaları insanlık toplumu için büyük bir ikilemi beraberinde getiriyor.

Bu kavramların sözde ve teoride varlığına rağmen, anlam ve içeriklerinin herhangi bir zaman diliminde ve herhangi bir mekânda ortadan kaldırabilir olması karşısındaki suskunluk zihinlere durgunluk veriyor.

İsmail Haniye’ye Allah’tan rahmet diliyorum.

https://guneydoguasyacalismalari.com/secilmis-cinayetler-ve-sinirsiz-adaletsizlikler-selected-murders-and-limitless-injustices/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder