Mehmet Özay 05.07.2024
Havai fişeklerin sembolikliğinde şenlikli bir toplum olma
özelliğiyle öne çıkartılan ABD’nin bu yapısının dışında ve ötesinde bizi
ilgilendiren husus, Kuzey Amerika’da böyle bir toplumun nasıl inşa edildiğiyle
alâkalıdır.
Yeni bir toplum
Bu inşanın, Batı Avrupa’dan yapılan göçlerin ürünü olması
kadar, bu göçlerin hangi boyutlarının Kuzey Amerika’da yeni bir toplumun
inşasında başat bir rol oynadığı dikkate alınması gereken bir sorudur.
Göçler öncesinde ve de sürecinde, Avrupa’da ve de
özellikle, Batı Avrupa’da düşünce plânında kayda değer değişimler yaşanırken,
bu sürecin okyanus ötesinde, yeni dünya’ya aktarımının nasıl olduğu bir başka
önemli soruyu teşkil eder.
Öyle ki, şayet Kuzey Amerika’da yeni bir toplumun inşa
edilmesinin ve bu toplumun bugüne kadar gayet önemli kurumsallaşmalar
noktasında istikrarlılığını ve de varsıllığını, şu veya bu şekilde sürdürdüğü hatırlanacak
olursa, kurulan yeni toplumun öyle sıradan bir nitelik arz etmediği ortadadır.
Kültürel taşıyıcılar ve ‘yeni dünya’
Tam da bu noktada, “Batı Avrupa’daki değişimi, Kuzey
Amerika’ya taşıyanlar kimlerdir?” sorusunu gündeme getirebiliriz.
Öyle ya, Kuzey Avrupa yerlilerinden geriye pek bir şey
kalmadığına göre, yeni bir toplum inşasında siyasal, kültürel ve dini
aktarımlardan başka seçenek var gözükmüyor...
‘Yeni Dünya’ kavramıyla birlikte anılan Amerika kıtası
veya kıtalarına karşılık bu kavramın, çokça Amerika Birleşik Devletleri’ne
gönderme yaptığına tanık olunur.
Bunun nedeni, Güney Amerika Kıtası’nda kurulan
devletlerin diyelim ki, Avrupa Kıtası’ndaki geleneksel devlet ve toplum
yapılarından pek de ayrışmamış olmasında görülebilir.
Buna karşılık, Kuzey Amerika Kıtası’nda özellikle, kendine
özgü nitelikleriyle ortaya çıkması ABD’nin, ‘yeni dünya’ kavramına anlam kattığı
ortadadır.
Amerikan bağımsızlığı söyleminde özellikle, bu nitelikler
üzerinde durulmaya değerdir.
‘Özgürlük’
Yeni dünya kavramına eşlik eden bir diğer gönderme ise,
‘özgürlük yurdu’ kavramıdır.
Bu ve benzeri kavramların diyelim ki, Asya ve Afrika’daki
toplumlar bir yana, Avrupa kıtasında özellikle de, Kıta’nın batı bölgelerinde
ve de İngiltere’nin içinde yer aldığı Adalar kümesinde tecrübe edilen düşünce
sistemlerindeki değişimlerin izlerini taşıdığına kuşku yoktur.
Bununla birlikte, dikkat çeken husus, Batı Avrupa’daki
düşünce sistemleri değişimine karşılık, ABD’nin ‘özgürlük yurdu’ kavramında
olduğu gibi farklılaşmacı yönleriyle ortaya çıkması temelde, Batı’daki düşünce
akımlarının kendi içinde de evrilmelere maruz kaldığını gösterir.
Atlantik Okyanusu üzerinde gerçekleşen göç hareketleri
dikkate alındığında, göç kümelerini oluşturan grupların, benzer sosyal ve
siyasal köklere sahip olduğunu düşünmek güç.
Göç ve sınıflar
Bu çerçevede, Tocquivelle üç temel toplumsal yapıya
atıfta bulunarak, Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya yapılan bu göçlerin neye tekabül
ettiğine dikkat çekiyor.
Bunları sırasıyla, şu şekilde adlandırmak mümkün. İlk
dönem göç kitlelerini oluşturan maceraperestlerdir.[1]
Bu grup, dağınıklığı kadar akışkan materyalistliğiyle öne
çıkarken, yeni topraklarda yeni toplum inşasında belirleyici olamayacağı ilk
etapta akla gelmiyor.
Nihayetinde, keşfe yönelik bir tutumun bu grubu da başat
gruplar arasında zikretmeyi gerektirse de, belirleyicilik noktasında önemlerini
belki de en sonlarda görmek gerekir...
Bunun yanısıra, bu grup içerisindekiler öyle
anlaşılıyorki, tıpkı Portekiz ve özellikle de, İspanyolların Güney Amerika’nın
maden zenginliklerine erişmeleriyle ilgili söylemlere kapıldıklarını iddia
etmek olmayacaktır.
İkincisi, çiftçiler ve zanaatkârlar...[2] Bu
toplumsal grupların ilk etapta, yeni bir toplumu inşa etmede gayet işlevsel ve
dinamik bir rol oynayacakları düşünülebilir.
Bununla birlikte, fiziki plânda katkılarına kuşku olmasa
da, bunun ötesine geçebilecek bir düşünce sistemine sahip olmadıkları görülür.
Üçüncü grup ise, idealleri uğruna Batı Avrupa’dan ‘yeni
dünya’ya göçü göze alan gruplardır.[3]
Bu grubu önceki, iki gruptan farklı kılan zihniyet
dünyalarını ve bunun güttüğü toplumsal yapılaşma hedefiyle, Okyanus’u aşma
cesareti gösterebilmiş olmalarıdır.
Bu üç grup üzerinde detaylı açıklamalar sonrasında, girişte
gündeme getirdiğim, “Batı Avrupa’daki değişimi, Kuzey Amerika’ya taşıyanlar
kimlerdir?” sorusuna rahatlıkla cevap verebilmek mümkün gözüküyor.
Zihniyet ve inşa
Üçüncü grubu, kendileri dışındaki ve Kuzey Amerika’nın
geniş coğrafyasındaki diğer bölgelerini de etkileyecek şekilde güçlü kılan
husus, manevi bağı öncelleyen birbirine kenetlenmiş toplum olmasıdır.
Ancak bu yaklaşım bile, aslında ortaya konulan gayet
önemli değişimi açıklamaya ne kadar el verdiği hâlâ tartışma konusudur.
Öyle ki, kendilerin püritenler denilen bu dini yapının,
klasik anlamda sadece, dini alanı inşa etmekle kalmadıkları ortadadır.
Bu noktada, karşımızda yeni bir toplumsal zemin ve bu
zemin içerisinde var olmalarına imkân tanınmış pek çok toplumsal grupların
varlığıyla karşılaşıyoruz.
Tocqueville’nin dikkat çektiği bu sınıflamada kurucu
unsur olarak öne çıkartılan üçüncü grup bize tam da, Max Weber’in, Batı
Avrupa’da başlayan zihniyet dünyasındaki dönüşümün ve bunun doğurduğu rasyonal
düşüncenin, aslında yeni dünya’da nasıl kendine münbit bir ortam bulduğunu
ortaya koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder