Mehmet Özay 07.07.2024
Bu hayır temennisinin, olmuş bitmiş bir vakı’aya dönük
irrasyonel bir alana tekabül etmediği aksine, bu vakı’anın oluşturduğu
dinamizmden neşet eden bir yapılaşmaya bir başka deyişle, bugüne ve yarına
yani, gelecekle ilgili bağlama dikkat çekmekte yarar var.
Tarihte yeni bir evre
Son 1445 yıllık zaman diliminin, insanlık tarihi
açısından, kısa sayılabilecek bir döneme tekabül ettiği söylenebilir. Bununla
birlikte, bilinen tarihi süreçler içerisinde, bu zaman diliminin en dinamik
dönemlerden biri olduğuna da kuşku yok.
Söz konusu bu dinamizm, İslamiyetle birlikte veya bir
başka deyişle, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’den başlayan ve Medine’de sona
eren göç hadisesi sonrasında, kendinde bir Müslüman toplumu inşasıyla birlikte,
farklı insan toplumlarının ve kültürlerinin birbirleriyle etkileşiminde
sergilenen gelişme seyridir.
Bunun ilk nüveleri bizatihi, farklı din-toplumsal
grupları bünyesinde barındıran Medine toplumsal yapısında micro düzeyde ortaya
çıkarken, ilerleyen yüzyıllarda, bu etkileşim bölgeler ve okyanuslar ötesi
boyutlara taşınmıştır.
Bu çerçevede, bir vahiy dini (revealed religion) olarak
İslam’ın, insan toplumlarına sunduğu mesaj, bu mesajın kabulü, anlaşılması ve
bu mesaj üzerinden, bir kültür ve medeniyet evrenin oluşturulması, hiç kuşku
yok ki, insanlık adına gayet önemli bir gelişmedir.
Toplumların tarihselleşmesi
Daha önceki bir yazımda dile getirdiğim üzere, yeryüzünde
yaşam sürmüş ve bugün yaşam sürmekte olan insan toplumlarının, kendi din ve
kültür evrenleri içerisinde benimseyip geliştirdikleri takvim, zamanı salt bir
sayısal sınırlarla anlama çabası değildir.
Bunun dışında ve ötesinde, söz konusu takvimlerin
başlangıçları üzerinden geliştirilen, bir kültür ve medeniyet bağlamı olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır.
Yani, zamanın tek düze, lineer bir ilerleyişi zannına
rağmen, aslında ilgili kültür ve medeniyet çevrelerinin bu zaman üzerinden
kendilerini yeniden ve yeniden inşaları (recursive construction) gündeme
gelmektedir.
Böylesi oluşumların adına bizatihi, ‘tarihi gelişmeler’
denilmesinin de tesadüfi olmadığı aşikârdır.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, zamanı ölçen ve bu
anlamda, insan faaliyetlerinin diyelim ki, tarım, denizcilik, ticaret vb. çeşitli
süreçlere bağlı olarak ölçülebilmesinin takvimler vasıtasıyla olması,
toplumların tarihselleşmesi anlamına da gelmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ve insanlık
Böylesi bir süreçten, Müslüman toplumların da nasipdarlığı
söz konusudur.
Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’den
Medine’ye göçüne tekabül eden süreç ve bunun doğurduğu yapılaşma sadece dönemin
Arap toplumu ve sadece tarihsel süreçte Müslümanlaşan toplumlar ile sınırlı
değildir.
Aksine, 1445 yıl önce başlayan yapılaşma, farkında
olunsun veya olunmasın, tüm insanlığı içine alan bir boyuta sahiptir. Ve bu
özelliğiyle, Hicri yeni yıl veya bir başka deyişle Hicri takvim, tüm insanlığı
ilgilendiren özelliğiyle dikkat çekmektedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şahsından hareketle, bu
tarihsel devamlılığı değerlendirmek gerektiğinde karşımıza, ‘Alemlere Rahmet
Olarak Gönderilen’ (Rahmat’al li’l alamin) kavramının çıktığını görürüz.
Bu kavramın, birden fazla boyutu olduğunu unutmadan, en
azından Hicri yılbaşı yazısı çerçevesinde değerlendirmek gerektiğinde, Hz.
Peygamber’in (s.a.v.) varlığının, salt Müslüman bireyler ve toplumlarla sınırlı
olmadığını aksine, tüm insanlığı içine aldığını söylemek gerekiyor.
Hicret ve düzen
İslam’ın bir din olarak Arap Yarımadası’ndan başlayan
serüveni, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye göçü vasıtasıyla
kendine bir nizam çizme amacını taşıyordu.
Bir maddi gerçeklik olarak, arkada bırakılan
yolsuzluklarla anılan şehir yani, Mekke ile Müslüman toplumun birlikteliği
kendinde bir yapılaşma olarak ortaya koyma hedefine matuf inşacı unsurlarla
gündeme gelen Medine arasında, temel bir ayrım bulunmaktadır.
Bu gelişmenin yanı sıra, burada temel bir farkın altını
çizmekte yarar var.
O da, Medine’nin Müslüman toplum için temsil gücünün
büyüklüğü kadar, Müslüman toplumun kuruluş sürecinin daha ilk evrelerinde,
‘öteki’lerle ilişkilerini belirlemeye matuf bir yaklaşım sergilemesidir.
Bu çerçevede, söz konusu göç hadisesinin, Kabe’nin yani,
insanlık tarihinin ilk mabedinin bulunduğu Mekke’den ayrılışa tekabül
etmesiyle, bir tenakuz içerdiği ileri sürülebilir.
Bununla birlikte, Hz. İbrahim’i merkeze alarak söylemek
gerektiğinde, İbrahim’i inancın merkezi hükmündeki Kabe’nin, İslam’ın yeni bir
vahyi bir din olarak ortaya çıkışına kadar, aradan geçen süre zarfında maruz
kaldığı işlevselsizlik (dsyfunctionality), geri dönülmesi ve yeniden
diriltilmesi gereken bir yapıyı da ortaya koyuyordu.
Bu anlamda, Hz. Peygamber’in Mekke’yi terk ile Medine’ye
göçünü birbirinden ayrışan değil, belki te, tastamam birbirini tamamlayan iki
gelişme olarak görmek gerekir.
Hicri 1447. yılın Müslümanlara ve tüm insanlara hayırlar
getirmesi temennisiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder