Mehmet Özay 06.07.2024
Bir İngiltere siyaset klasiği olarak, İşçi Partisi ve Muhafazakar
Partisi arasında geçen yarışta, İşçi Partisi büyük bir başarıya imza atarken,
Muhafazakar Parti’nin, -uzmanların dikkat çektiği üzere- ciddi bir siyasal
kimlik kriziyle karşı karşıya olduğuna kuşku yok.
İşçi Partisi, 650 sandalyeli parlamentoda 410 milletvekilliği
kazanarak, asgari limit olan 326 barajının çok üstünde bir başarı elde etti.
Yaşanan bu iktidar değişikliği, Ada’da 2016 yılındaki
Avrupa Birliği’den çıkıştan sonraki en önemli gelişme kabul etmek yanlış
olmayacaktır.
Şimdi değişim zamanı
İşçi Partisi genel sekreteri ve çiçeği burnunda başbakan
Keir Starmer, “şimdi değişim başlıyor” sloganıyla, temelde muhafazakar
eğilimleriyle bilinen İngiliz toplumuna yeni bir siyasal ve toplumsal enerji
vermeye aday gözüküyor.
İşçi Partisi’nin ve parti başkanı Starmer’ın değişim
vurgusunun meşruiyetini aslında bizatihi, 14 yıllık uzun bir Muhafazakar
iktidarının varlığı oluşturuyor.
Starmer’ın, sıradan kabul edilebilecek değişim çağrısının
gelişimine veya arka plânına bakmak gerekiyor.
Öyle ki, Starmer, İşçi Partisi genel sekreterliğine
geldiği beş yıl öncesinden itibaren, partiyi yeniden yapılandırmada sergilediği
başarının, onun tekil bir siyasetçi olarak başarısı olduğuna kuşku yok.
Starmer, şimdi partisi içinde değişim eksenli oluşturduğu
özgüveni, ulusal düzeyde yani, İngiliz toplumunun geneline yayma amacında.
Öyle ki, Cuma günkü seçimler en düşük katılımcı seçimler
kategorisinde yer alması, Ada toplumundaki karamsarlığın ve de bununla
birlikte, yenilenme ihtiyacının bir göstergesidir.
Hedefin büyük olduğuna kuşku yok...
Ancak, zaten büyük hedefler de İngiltere’deki İşçi
Partisi ve Muhafazakar Parti gibi gayet köklü siyasal hareketlerin ve
kurumların işidir.
Siyasette yenileşme
Bu seçim’i standard bir zafer olarak yorumlamanın dışında,
bazı anlamlarıyla birlikte ortaya koymak gerekiyor.
Bunlardan ilki, istatistiki bir veri olarak Muhafazakar
Parti’nin on dört yıllık iktidarını sona ermesidir.
Bir diğeri ise, İşçi Partisi’ne geç dahil olan ve kısa
sürede parti başkanlığına kadar çıkan Keir Starmer’ın sergilediği liderliktir.
Starmer’ın bu anlamda, İşçi Partisi’ne bir istikrar ve bununla birlikte bir
disiplin getirdiği anlaşılıyor.
Bu sürecin önümüzdeki dönemde İngiliz hükümeti ve
siyasetine neler getireceğini, belki şimdiden söylemek güç. Ancak, İngiliz
seçmeninin Muhafazakar iktidarın illüzyonlarından kurtulmanın ilk adımını bu
seçimde ortaya koyduğu kesin.
İşçi Partisi için aslında şatafatlı yenilikçi
politikalardan ziyade, Muhafazakar Parti hükümetinin hatalarından
sıyrılabilmek, işlerini en çok kolaylaştıracak unsur olacaktır.
Bunların başında, ilk etapta seçmene veya halka güven;
etkin yönetim; hükümette ve bürokraside şanslara yer tanımama gibi olguları
sıralamak mümkün.
Kaybeden Muhafazakarlar
Seçimi kaybeden taraf olan Mufazakar Parti’de ise
yapılması beklenen gayet önemli bir hesaplaşma olduğu anlaşılıyor.
Temelde, Muhafazakar Parti’ye yönelik eleştirilerin beş
yıl önce kovid-19 sürecinde dönemin başbakanı Boris Johnson’un “pandemiyi
yönetememiş” olmasından başlatmak gerekir.
O dönem yazdığımız kısa bir kritik yazımda, kovid-19
sürecini iyi yöneten siyasetçilerin ve bürokratların kovid-19 süreci sonrası
kazananları olacaklarına değinmiştim.
Bu gözlemimi, bugün İngiliz siyasetinde hem dönemin başbakanı
üzerinden yapılan değerlendirmeler hem de genel itiarıyla Muhafazakar yönetimin
siyaset yapma biçimi, bürokraside kararlılık ve istikrar gibi olgularla
birlikte tanık oluyoruz.
Borris sonrasının önemli yıkımı ise Liz Truss’un ülke
ekonomisini dağıtmaya yetecek kısa başbakanlığı dönemi oldu.
Sonrasında, Hindistan kökenli Rishi Sunak’a bırakılan
ise, tabiri caizse ortalıktaki pisliği temizlemekti...
Bir üçüncü dünya kökenli olarak Sunak bu işi
yapabileceğine kanaat getirmiş veya o kanaat kendisine aşılanmış olmalı ki,
başbakanlık görevini üstlendi.
Ancak, seçim sonuçlarının da ortaya koyduğu üzere,
Muhafazakar Parti’de birbiri üstüne birikerek gelen sorunların altından
kalkılabilmesi mümkün değildi.
Son dönemde, İngiliz kamu kurumlarının yönetilemiyor
olmasında ipuçlarını güçlü şekilde yerel hükümetlerde, sosyal güvenlik
sisteminde ortaya koyuyordu.
Her ne kadar kimi gözlemciler, Muhafazakar Parti’nin kamu
yönetimi ideolojisinde hatayı Borris Johnson ve Liz Truss’da değil de, 2010’lı
yıllarda parti sekreteri Geroge Osbourne’na gönderme yapsalarda, bu durum bile,
Parti’nin Johnson ve Liz dönemin de iyi yönetilmetiğinin gayet açık bir
göstergesidir.
İktidar yitimi olgusu
Bu anlamda, 15 yıl önce Tony Blair’ başkanlığındaki İşçi
Partisi’nin iktidarı kaybedişiyle, bugün Muhafazakar Partisi’nin iktidarı
yitirişi arasında bazı benzerlikler bulmak mümkün.
Tony Blair’in en büyük kaybının, Ortadoğu siyasetinde
ABD’nin kurbanı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
ABD siyasetinin ve toplumunun hazmedebileceği bu tür
eğilimlerin Kıta Avrupası ve İngiltere’de toplumların güçlü geleneklerle inşa
edilmişliği karşısında pek tutmayacağını, Blair örneği kanıtlamış durumdadır.
Haksızlık üzerine inşa edilmiş bu uluslararası politika
İngiltere’de halkının dikkatinden kaçmamıştı.
Oysa, Blair, yanındaki Anthony Giddens gibi sosyoloji
dünyasının son dönemde öne çıkan teorisyen-akademisyeninin danışmanlığında
önemli işlere adım atıyordu.
“Üçüncü Yol” (The Third Way) gibi klasik
kapitalism ile sosyalizm arasında eko-politikalarda alternatif arayışını
akademik olarak ortaya koymuş olan Giddens için danışmanlığı bu teorik
yaklaşımını İngiliz toplumu özelinde pratiğe geçirebilme ve belki de, Kıta
Avrupa’sına doğru yaygınlaşacak yeni bir paradigma ortaya koyabilmeye adaydı.
Sosyoloji’de ölü doğan teoriler olduğu gibi, ölüm uykusuna
yatmış ancak, zamanı geldiğinde diriltilen teoriler olduğunu hatırladığımızda,
bugün İşçi Partisi’nin yeni yüzleri ile İngiliz siyasetini yenileştirme
çabasında kanımca Giddens’in teori yaklaşımlarının yeniden ele alınabileceğini
söyleyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder