Mehmet Özay 21.05.2024
Tayvan’da, yeni başkan William Lai Ching-te, dün gerçekleştirilen yemin töreninin ardından görevine başladı.
Demokratik Gelişimci Parti (Democratic Progressive
Party-DPP) başkanı ve 64 yaşındaki yeni başkan Lai Ching-te’nin
açıklamalarında öne çıkan husus, hiç kuşku yok ki, Çin tehdidi ve bunun
karşısında açıkçası, korunması gereken barışa dair vurgusuydu.
Lai Ching-te Pekin’e gönderme yaparak, “Çin’in siyasi ve
askeri tehditlerine son vermesi” ve “olası bir savaş korkusundan dünyayı
kurtarması” çağrısında bulundu.
Bu yılın başında yapılan seçimler öncesinde, Pekin
yönetiminin Tayvan seçimlerine yönelik yaklaşımının, ‘savaş ve barış’ dikotomisi
ekseninde geliştirildiği hatırlanacak olursa, Lai Ching-te’yi zorlu günlerin
beklediğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Lai Ching-te’nin, Çin Halk Cumhuriyeti yönetimince
“tehlikeli ayrılıkçı” olarak adlandırılması, iki taraf yetkililerinin
önümüzdeki dönemde biraraya gelmelerinin pek de olanaklı olmadığını gösteriyor.
Küresel temsil gücü
De facto siyasal egemen
bir yapı olarak uluslararası arenada var olan Tayvan’daki siyasal yapının ve
başkanlık değişiminin, söz konusu bu Ada ülkesi ile sınırlı olmayan boyutlarına
dikkat çekmekte yarar var.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin (People’s Republic of China
-PRC) yönetiminin Tayvan’ı yani, bir başka ifadeyle, Çin Cumhuriyeti’ni (Republic
of China-RoC) siyasal egemenlik olgusu olarak telâkki etmesiyle, Çin-Tayvan
ilişkilerinde yaşanan gerilim, kendini bölgesel ve uluslararası arenaya
yansımasıyla önem taşıyor.
Tam da bu durum, Tayvan’da seçimleri ve başkan
değişimlerini, bölgesel ve küresel olarak izlenmesi gereken bir olgu olarak öne
çıkartıyor.
Yeni başkan Lai Ching-te, yemin töreni sonrasındaki
konuşmasının ilerleyen bölümlerinde, “Tayvan’ın geleceği, dünyanın geleceği
için önemlidir” cümlesini dikkatle ele almak gerekiyor.
Tayvan’ın küresel gelişmelerin merkezine koyan bu
söylemi, salt bir retorik olarak değerlendirilmemelidir.
Aksine, çatışma alanlarının Ortadoğu merkeziyle sınırlı
olmadığı hatırlandığında, Güney Çin Denizi’nde, Çin’in egemenlik hakkı ve bunu
elde etmek için savaşı göze alabileceği söylemi karşısında Tayvan’ın varlığını
bölgesel değil, küresel çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Aslında, yeni başkan Lai de yukarıda dile getirilen
ifadesiyle buna vurgu yapıyor.
Tsai’nin ‘uluslararasıcılık’ göndermesi
İki dönem, yani son sekiz yıldır devlet başkanı olarak
Tayvan’ı yöneten Tsai, görevinin sona ermesinden bir gün önce yani, Pazar günü
verdiği mesajlarda Tayvan’ın geleceğini, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ada
üzerindeki egemenlik hakkını uluslararası gelişmelerle birlikte zikretmesi ve
iki temel olgu arasında analojiler yapması dikkat çekmişti.
Tsai, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı istilasıyla ortaya
çıkan savaş durumuna ve sonrası gelişmelerle, Pekin yönetiminin artık benzer
bir siyasal ve de özellikle, askeri süreci aklına getirmemesi gerektiğini
vurguluyordu.
Tsai, ülkesinin, dünyadaki pek çok ülke ve de
uluslararası kuruluşlar tarafından bağımsızlığı tanınmayan, ancak bununla
birlikte, başta Anglo-Sakson ülkeleri olmak üzere, ikili ilişkileri gayet üst
düzeyde seyreden bir ülke olduğunun farkında.
‘Uluslararası camia’ vurgusu
Bu nedenle, son dönemde yaptığı açıklamalarında,
“uluslararası camia” kavramını kasıtlı olarak kullandığını söylemek yanlış
olmayacaktır.
Tsai’nin bu kavramla vurgusu yine, Doğu Avrupa’da ortaya
çıkan siyasi ve askeri gelişmelerle benzerliği bağlamında değerlendirmek
gerekiyor.
Tsai’nin görevini tamamlaması dolayısıyla Pazar günü
başkanlık ofisindeki resepsiyonda Singapur, Japonya ve Birleşik Krallık
(İngiltere) temsilcileriyle biraraya gelmesi, söz konusu uluslararasıcılık
olgusunun en açık göstergesi kabul edilmelidir.
Bu noktada, Tsai ile Tayvan yönetiminin en önemli siyasal
başvuru aracı olarak ‘uluslararası’ bağlantılı kavramları gündeme getirmesine
şaşmamak gerekiyor.
İlk etapta, söz konusu bu vurgunun savunmacı nitelikte
olduğu düşünülebilir...
Hatta, Batılı ülkelerin, Rusya’nın Ukrayna işgali
sonrasında özellikle, askeri yardımda ‘ikircikli’ tutumları hatırlandığında
Tayvan’ın, böylesi benzer bir olası gelişmede kendine modael alabileceği bir
yapının olmadığı dahi ileri sürülebilir.
Bunda haklılık payı yok değil...
Tam da bu noktada, Ukrayna-Tayvan ikilisini birbirinden
ayıran iki temel husus olduğuna dikkat çekelim.
Bunlardan ilki, Tayvan’ın başta Anglo-Sakson ülkeleri
olmak üzere neredeyse, tüm gelişmiş -ve hatta gelişmekte olan ülkelerin-
ticaret güzergâhlarının üzerinde bulunuyor oluşudur.
İkincisi ise, Tayvan’ın, Ukrayna’nın askeri
yapılaşmasıyla karşılaştırılamayacak ölçüde askeri bilimsel ve teknolojik
yatırımları bünyesinde barındırmasıdır.
Donanımlı Tayvan
Tsai’nin son konuşmalarında dile getirdiği üzere, Tayvan,
son dönemde Çin Halk Cumhuriyeti’nin askeri kalkınmasına paralel denilebilecek
bir sürece konu olduğunu hatırlatmak gerekiyor.
Savunma sanayi başlığı altında değerlendirilebilecek olan
bu husus, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin Tayvan’a verdiği destekten
bahsetmiyoruz.
Bizatihi, teknolojik yatırımları ile göz dolduran
Tayvan’ın bu gelişmişliğini, askeri teknoloji alanına yansıtmadığını düşünmek
büyük bir hayalcilik olur.
Tsai, işte bu güce gizli/açık atıfta bulunarak, olası bir
askeri girişim karşısında Çin’in karşı karşıya kalacağı duruma işaret ediyor.
Burada yine bir analoji olarak görülebilecek şekilde,
Pekin yönetiminin, görece zayıf ve -bazı ölçülerde yalnız bırakılmış- Ukrayna
karşısında bile, Rusya’nın içine düştüğü halin ötesinde bir durumla
karşılaşacağına vurgu yapıyor.
Çin birliği
Tayvan Boğazı ile tanımlayan ve Çin Halk Cumhuriyeti ile
Tayvan arasında gerilimli dönemlerin yaşanmasına karşın, dünyanın farklı
bölgelerindeki gelişmeler Çin birliği meselesinin ele alınabilirliğine dair bir
fikir veriyor.
Yazının başlarında dile getirildiği üzere, sabık başkan
Tsai ve -her ne kadar, Pekin yönetimince ‘ayrılıkçı’ olarak adlandırılsa da-,
yeni başkan Lai Ching-te Çin’le görüşme süreçlerine tümden kapıyı kapatmış
değiller.
Öyle ki, Tayvanlı liderler, Çin’le olası bir birleşmeyi
tümüyle reddetmiyorlar...
Ancak, Tayvan’ın bugün ulaştığı sosyo-ekonomik
gelişmişlikten feragât etmeyecek bir sürecin işletilmesinden yanalar.
Bununla birlikte, bu talebe Pekin yönetiminde tam ve
doğru bir karşılık buludğunu söylemek ise mümkün değil.
Pekin yönetimi, bu yılın başında Tayvan’da yapılan
seçimleri “savaş ve barış” dikotomisiyle açıklama getirmiş, Demokratik Gelişimci
Partisi’nin seçilmesine açıkça, ‘savaş’ vurgusuyla tanımlama getirmişti.
Bugün Tayvan’ı, bu dikotominin ‘savaş’ bölümünde yer alan
bir ismi yani, Lai Ching-te yönetmeye başladı.
Olağanüstü gelişmeler olmaması halinde, önümüzdeki
dönemin her iki taraf için de kolay olmayacağını söylemek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder