Mehmet Özay 15.05.2024
Sosyalist
Parti 135 sandalyeli parlamento’da 42 milletvekili çıkarırken, bağımsızlık
yanlısı partiler parlamentoda 1984’den bu yana ilk defa çoğunluğu kaybetmiş
oldu.
Seçimlerde
35 milletvekili çıkaran bağımsızlık yanlısı Birlik Partisi ikinci parti oldu.
Yeni
dönem
Pazar
günü yapılan seçimler, Sosyalistlerin bölge tarihinde seçimlerde ilk kez hem,
seçim hem de, milletvekili sayısında ilk kez bu denli başarı elde ettilerini
ortaya koyuyor.
Bu
anlamda, geçen hafta yapılan Katalan bölge seçimlerini, Avrupa’da dikkat çeken
bir sonuç olarak değerlendirmek gerekiyor.
Seçim
sonuçları, bir tek partinin Katalan bölgesini yönetme şansı elde edememesini
gösterse de, seçimlere damgasını vuran olgu Sosyalist Parti’nin başarısı oldu.
3.1 milyon
kayıtlı seçmenin oy kullandığı bölge seçimleri, ulusal partiler ile bölge
partileri arasında yarışa sahne olurken, en önemli gelişme ‘bağımsızlık’
yanlısı partilerin uzun bir aradan sonra parlamento çoğunluğunu kaybetmeleri
oldu.
Sosyalistlerin
başarısı
Seçimden,
ulusal iktidardaki Sosyalist Parti adayı ve sabık Sağlık Bakanı Salvador
Illa’nın başarıyla çıkarken, ‘bağımsızlık’ yanlısı dört partinin beklenen
başarıdan uzak bir görünüm arz etti.
Sonuçlara
bakıldığında en ağır darbeyi ise Katalon Cumhuriyetçi Sol’u aldığı görülüyor.
42
milletvekili çıkaran Sosyalist Parti’nin hükümeti kurabilmek için, 68
milletvekiline ulaşması gerekiyor.
Yarışı
ikinci sırada bitiren bağımsızlık yanlısı Birlik Partisi ise, 35 milletvekili
çıkardı.
Koalisyon
süreci
Partilerin
aldıkları sonuçlar tek bir partinin hükümeti kurmasına olanak tanımazken,
koalisyon süreci önümüzdeki günlerin belirleyici gündemi olacak.
Bu
noktada, Katalan bağımsızlıkçı partiler tek başlarına iktidar olma şansı
bulamasalar da, kendi aralarında oluşacak olası bir koalisyonun bölge
siyasitini değiştirebileceğini söylemek mümkün.
Bu
noktada, en önemli çabanın seçimi ikinci sırada bitiren, bağımsızlık yanlısı
Birlik Partisi lideri Carles Puigdemont olacaktır.
Puigdemont’un
başında bulunduğu Birlik Partisi (Junts per Catalunya-JxCat), ılımlı ERC
ve aşırı sol CUP’nin toplam 59 milletvekili bulunuyor. Bunlara, yeni kurulan ve
ultra-milliyetçi olarak adlandırılan Catalan Birliği’nin iki milletvekili
eklense dahi bağımsızlık yanlısı partilerin hükümet kurma şansları bulunmuyor.
Matematiksel
olarak böyle bir ihtimal olsa da, seçimin galibi sosyalist partinin -ulusal
hükümetin desteğini de alarak- böyle bir gelişmeye ‘evet’ deyemecektir.
Bu
süreçte, -aşağıda değineceğim üzere- ulusal hükümet başbakanı Pedro Sanchez’in
‘siyasal af’ tanıdığı bağımsızlıkçı liderlerin özellikle de Carles Puigdemont
ile yapacağı ‘siyasi anlaşma’ olacaktır.
Bölge
hükümet kurma çabalarında en kötü senaryo, Ağustos ayına kadar koalisyon
çabalarının sonuç vermemesi halinde yeniden seçim olacak...
Bağımsızlık
ruhunda kayıp
Bu
seçimin, Katalon bölgesi ve ulusal siyaset için belki, bundan daha önemli
sonucu 1984 yılından bu yana ilk defa, bölge parlamentosunda ‘bağımsızlık’
yanlısı partilerin çoğunluğu kaybetmesi oldu.
‘Bağımsızlık’
yanlısı partilerin seçmenlerin üçte birinin oyunu alsa da, parlamento
çoğunluğunu elde edemediler. Bu durum, oyların ulusal ve bölge partileri
arasında farklı oranlarda -belki de, orantısız demek daha doğru- paylaştığı
anlamına geliyor.
Seçimlerin
en başarılı ikinci adayı ise, bağımsızlık yanlısı aday olarak dikkat isim Carles
Puigdemont oldu.
2017
yılında Avrupa çapında ses getiren, “bağımsızlık referandumu”un öncü ismi olan
Pugdemont’un bu başarısının, bölge ve ulusal siyasette yankıları ilgiyle
izlenmeye değer olacaktır.
2017
sonrasındaki gelişmeler sonrasında, Fransa’da sürgünde bulunan Puigdemont,
seçimleri ülke dışından yönetmesi seçimleri ilginç kılan unsurlardan biriydi.
1984
yılında bu yana, Katalan bölgesi parlamentosunda geçen haftaki seçimlere kadar
çoğunluğu oluşturduğu, bağımsızlıkçı söylemin 2017’de zirve yaptığı ve
ardından, bugün ortaya çıkan siyasal haritaya bakıldığında Katalan
bağımsızlıkçılığının önemli bir darbe aldığına kuşku yok.
Bu
noktada, ‘Cumhuriyetçi Katalan’ söylemine dayanan bağımsızlıkçı siyasal hareketin,
kısa ve/ya orta vadede kendini yenilemesine şüpheyle bakılabilir.
Gözlemciler,
ulusal iktidardaki sosyalist parti başkanı ve başbakan Pedro Sanchez’in 2017
referandumuna katılan Katalan siyasetçileri affetmesine vurgu yapıyorlar.
Bu
durum, Katalan halkının idealist söylemine temel ve olumsuz bir etkisi olması,
halkın seçimlerde ‘bağımsızlıkçı’ söylemden ziyade, daha çok eğitim, sağlık ve
ekonomi gibi toplumsal sorunlara yönelik söylemelere eğilim gösterdiğini ortaya
koyuyor.
Seçim
sonuçlarının ardından, başbakanın bu ‘af politikası’nın ulusal parlamentoda
onanacağını düşünmek mümkün.
Başarının
anahtarı
İspanya’dan
bağımsızlığı ile gündeme gelen Katalan bölge yönetimi için yapılan seçimleri
ulusal hükümeti yönetem sosyalist parti adayı Salvador Illa’nın, ‘bağımsızlık’
yanlısı adaylar karşısında önemli başarı kazanması iki açıdan
değerlendirilebilir.
Bunlardan
ilki, Avrupa’da uzun süredir ‘sağ partiler’ ağırlıklı siyasal eğilimlere
karşın, İspanya’da hem de, ‘bağımsızlık’ yanlısı bir bölgede sosyalist partinin
öne çıkmasıdır.
İkincisi,
Katalanlar gibi milliyetçi değerleri yüksek bir toplumda, halkın sosyalist
partiyi bölge yönetimine eğilim göstermesidir.
Seçim
sonuçlarını etkileyen hususu ulusal siyaseti yöneten Sosyalist Parti mi yoksa,
partinin Katalan bölge yönetimine aday gösterdiği, eski Sağlık Bakanı Salvador
Illa’nın bireysel başarısı mı olduğu tartışılabilir.
Seçim
sonrası analizlere bakıldığında özellikle, ikinci görüşün öne çıktığını
söylemek mümkün.
Temel
sorunlara eğilim
Salvador
Illa, Katalan bölgesinin ‘ağır siyaset’ ağırlıklı söylemler yerine bölge
halkının temel sosyal sorunlarına yönelik söylemiyle halktan önemli bir ilgi
gördüğü anlaşılıyor.
Her
ne kadar tek başına bölge yönetiminde söz sahibi olamayacaksa da, Salvador
Illa’nın hükümet teşkilinde elinin gayet güçlü olduğu ortada. Illa’yı güçlü
kılan bir başka unsur ise, ‘bağımsızlık’ yanlısı partilerin kendi aralarında
ayrışmış olmalarıdır.
Seçimlerde
düşük sayıda da olsa milletvekili çıkarma imkanı bulan bazı partilerin de,
önümüzdeki dönemde koalisyon görüşmelerinde yer alabilecekleri öngörülebilir.
Bunun,
İspanya’da -tıpkı Avrupa genelinde olduğu gibi-, son dönemde yaşanan ekonomi
başta olmak üzere, politika gerilemelerinin bir yansıması olarak değerlendirmek
mümkün.
Bu
çerçevede, halkın önceliğinin ‘bağımsızlık’ gibi gayet önemli siyasal
beklentiler yerine, daha güncel bireylerin ve toplumsal grupların ekonomik ve
sosyal kalkınmalarıyla bağlantılı konulara evrildiğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bölge
halkının böyle bir seçim sonucu ortaya çıkmasına neden olan yaklaşımında,
bölgenin bağımsızlığı dört farklı eğilimin ve siyasi hareketin varlığı olduğunu
söylemek gerekiyor.
Benzeri
bölgelerde görüldüğü üzere, bağımsızlık veya özerk yönetim talebiyle ortaya
çıkan siyasal hareketlerin kendi içlerinde ayrışmalarının neden olduğu bir tür
siyasal kaotik ortam dikkat çekicidir.
Bu
durum, bağımsızlığa veya özerk yönetime namzet bölge halkının, arzu edilen
istikrar arayışları bir yana, gündelik yaşamlarına doğrudan etki eden ekonomik
ve sosyal politikalar konusunda dahi arzu edilen siyasal yaklaşımlara uzak
bırakılmalarına neden oluyor.
Katalan
bölgesinde yapılan bölge seçim sonuçları, son on yıldır bölgeyi yöneten
‘bağımsızlık’ yanlısı partilerin, Katalan halkı tarafından bölge yönetimine
layık görülmemeleri gayet önemli bir duruma işaret ediyor.
Bu
siyasal sonucun ortaya çıkmasında, Başbakan Pedro Sanchez’in ‘Katalanlarla
yeniden birleşme’ denilebilecek üst bir politik yaklaşımın eseri olarak,
Katalan bağımsızlık yanlısı siyasetçilere yönelik af süreci oldukça önemliydi.
Gayet
riskli olarak değerlendirilen bu af sürecinin, seçim sonrasında Katalan
bölgesinde yeni oluşacak yönetim ile ulusal siyasete yansımaları önümüzdeki
dönemde izlenmeye değer olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder