Mehmet Özay 01.05.2024
Adına ‘işçi’ denilen grupların kendilerini ifade etmelerinin sembolik yollarından biri olarak, Mayıs ayının ilk gününe verilen ‘işçi bayramı’ (labour day) ismi, yerelliğin ve bölgeselliğin dışında, küresel bir açılıma konu olmasıyla önem taşıyor.İşçi kitlelerinin
küresel temsilliği meselesi, tıpkı benzeri olgular da olduğu üzere, ‘imgelem’ (imaginative)
düzeyinde bir bağlama oturuyor.
Mayıs ayının ilk
gününün, ‘işçi bayramı’ olarak küresel bağlamda gündeme gelmesinde, Batı Avrupa
toplumlarını ve siyasal yapılarının ürünü/devamı olan Marksist teorinin
doğrudan bir yansımayla karşılaşılır.
19. yüzyıl Alman
düşünür ve sosyologu Karl Marx’ın mimarı olduğu bu felsefi ve sosyolojik temel
düşüncenin anlaşılabilmesi, Batı Avrupa’nın modernleşmesinin ve bu sürece temel
teşkil eden veya bu süreci düşünce düzeyinde yapısallaştıran Aydınlanma’dan bağımsız
ele alınması mümkün değildir.
Marx’ın, toplumu anlama
ve anlamlandırma çabasında diyalektik metoda başvurarak, niçin işçi-işveren;
işçi/burjuvazi-kapitalist ikiliklerine başvurduğuna kısaca değinmekte yarar
var.
Böylece, Marx’ın ortaya
koyduğu teorik yaklaşımın sınırlılığının kendinde bir anlamı olduğu
anlaşılabilecektir. Bu hususa aşağıda kısmen devam edeceğim…
Toplumsal yapı ve
toplumsal değişim
Marx’ın sosyal
teorisinde vurgunun toplumsal değişimle ilgili olması bu anlamda toplamsal yapı
ve toplumsal değişim olgularına değinilmeyi gerektiriyor.
Toplumların kuruluş ve
çöküşlerine dair tarihin değişik evrelerinde getirilen açıklamalar, geçmişte
olan biteni anlama kadar, yaşanılan döneme ve bir ölçüde geleceğe ışık tutma
konusunda bize, kavramsal ve düşünsel düzeyde yardımcı oluyor.
Söz konusu kuruluş ve
çöküşlerde kültürel, siyasal, dini, ekonomi, askeri yapıların birbirlerinden
bağımsız ya da iç içe geçmiş özellikleriyle, toplumların ve/ya devletlerin
kuruluş ve çöküş süreçlerini izah etmede işlerlikleri görülür.
Bu anlamda, insan ve
toplum üzerine düşünen zihinlerin, toplumsal değişimin dinamiği olarak kültürü,
siyasal ideolojiyi, dini, ekonomiyi ve askeri yapıyı gündeme getirmeleri kadar,
adları farklı olmakla birlikte, gizli/açık bu unsurlara içkin olan süreçlerle
değişimleri tanımlama ve anlamlandırma çabası tarihsel bir süreklilik arz eder.
Bu çoklu açıklamalar
kadar, toplumsal değişimi tekil bağlamda izah etme çabası, oldukça genellemeci
bir yaklaşım olarak kabul edilerek, toplumsal değişimi indirgemeci (reductionist)
bir bağlamda anlama ve anlatma idddiasına konu oluyor.
Biraz daha ileri
giderek söylemek gerekirse, toplumsal değişimin birbirine benzer ve/ya
birbirinden ayrışan ve farklılaşan unsurlarının oluşturduğu bir kombinezon,
bütünün göz ardı edilmesi gibi bir eleştiriyle karşı karşıya kalır.
Bu noktada, gündeme
getirilmesi gereken soru şudur: “O zaman, niçin tarihin değişik evrelerinde
bazı düşünürler, örneğin, Karl Marx gibi tekil açıklamada bulunma yönünde bir
eğilim sergilemişlerdir?”
Bunun en temel nedeni,
toplum denilen soyut bütünü anlama ve bu bütünün, kuruluş ve değişim
bağlamlarının tümüne hakkını vererek açıklama konusunda, insan zihninin ve
çabasının kayda değer bir sınırlılıkla karşılaşması olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bağlamdan hareketle,
Marx’ın sınıflı toplum yapısı sadece, 19. yüzyıla damgasını vurmakla kalmayan,
içerden ve dışardan gelen eleştirel yaklaşımlarla evrilerek, bugüne kadar adı
ve teorisi gündemde yer işgal eden ve/ya farklı yaklaşım ve teorilere kaynaklık
etmek suretiyle varlığını ve etkisini sürdürdüğünü söylemek gerekiyor.
Kavramsallaştırma çabası
Marx’ın, diyalektik kavramsallaştırmasına
dönecek olursak…
Bugün ‘işçi’ kavramı,
ideolojik ve sosyolojik zeminde ortaya koyan isim yani, Karl Marx’ın düşünce
sistemiyle ilişkilendirilen bir öneme sahiptir.
Toplumu sınıflar
bağlamında analiz etmenin bir aracı olarak ve bu anlamda, öne çıkartılan
dayanak noktası olarak iş/çi kavramı temelinde ortaya konulan bu açılımın,
belirli bir kitle ile sınırlı olmadığını söylemek gerekiyor.
Bu kitlenin yani işçi
kitlesinin, daha kapsamlı bir sistemin yani, adına kapitalizmin (capitalism)
denilen ekonomik sistemin unsuru olması sebebiyle, bu sisteme dair bir ilgi ve
alâkayı ortaya koymada kavramsal bir araç işlevi görür.
Bu noktada, iş, işçi,
iş dünyası kavramlarından hareket ederek, ekonomi ve toplum ilişkileri gibi
daha geniş alanlara doğru açılım sergileyen bir boyutla karşı karşıya
olduğumuzu söyleyebiliriz.
Toplumsal değişim
‘İşçi bayramı’ özeli ve
bu gün içerisinde ortaya konulan anlatılar, çabalar, eylemler bize salt bir
toplumsal sınıfı, kurumu, varlığı ve bütünlüğü anlamakla sınırlı olmayan aksine,
bunun dışında, olması gerektiği ifade edilen toplumsal değişime dair gizli/açık
bir vurgu ve bu değişime dair bir başvuru aracı olduğuna gönderme yapılır.
Bu durum, iki temel
hususla yani, ‘toplumsalı tanımlamak’ ve ‘toplumsal olanı değiştirmek’ ile
karşı karşıya olduğumuza işaret ediyor.
Burada toplumsal
değişimin nasıl olacağı tartışmasına girmeye gerek yok…
Hiç kuşku yok ki,
aradan geçen -en azından- yüz elli yılı aşkın tecrübelerde, her daim toplumsal
değişime yönelik bir talebin olduğunu ortaya konulurken, bunun yöntemlerinin ne
olacağı konusunda farklı yaklaşımların gündeme geldiği de bir o kadar
gerçektir.
Örneğin, Anthony
Giddens’ın dile getirdiği üzere 20. yüzyılın ikinci yarısının toplumsal
yapıları, Marxist toplum teorisinin de içinde olduğu sosyal teorilerin
güncellenmesi ve hatta bunun, ‘rakidal’ bir bağlamda yapılmasını
gerektirmiştir.
Aydınlanma ürünü
Marx’ın, sosyolojik
kurumlardan biri olan ekonomi kurumunun ‘canlı’ bir bütünlük arz etmesine yol
açan ve adına ‘işçi’ denilen kitleler ile ‘işveren’ denilen çevreler arasındaki
ilişkiye dair yaklaşımı, hiç kuşku yok ki, yaşadığı dönemin yani, Aydınlanma
sonrası veya ona eşlik eden 19. yüzyıl Batı Avrupa toplumsal değişiminin
izahına yöneliktir.
Bu noktada, özellikle
endüstri devriminin kaçınılmaz bir önem arz ettiğini hatırlatmak gerekir.
Marx’ın, iş/çi kavramı
veya bu kavramdan hareketle gündeme getirdiği ilintili kavramlar zinciriyle,
toplumsal yapıyı ve toplumsal değişimi açıklama çabasını, mensubu olduğu,
-geniş anlamıyla ifade etmek gerekirse- kültürel yapılaşmayla yani, Aydınlanma
ile ilişkili olarak ele almak gerekiyor.
Bu noktada, Aydınlanma,
tek tek felsefi, edebi, kültürel ve bilimsel açılımları kadar, bunların biri
veya birkaçından hareketle veya bunların birleşimiyle, toplumsal kurumların
oluşumunu ve dönüşümünü pratik ve güncel ilişkiler bağlamında ele alabilmeyi
olanaklı kılmıştır.
Örneğin, insanı,
toplumu, maddi dünyayı vb. anlamaya elveren felsefi bakış açısı ile bunun hem,
şekillendirdiği ve hem de, bunların bizatihi ürünü olduğu bilimsel açılımlardan
ayrı düşünmek mümkün değildir.
Modern durum
Yukarıdaki söylemin
devamı olarak, burada Aydınlanma’yı da içine alacak şekilde adına modernite
denilen olguya vurgu yerinde olacaktır.
Hiç kuşku yok ki,
modernite, Batı Avrupa’da yeni bir düşünce sistematiği olarak karşımıza çıktığı
gibi, yine Batı Avrupa’nın toplumsal ve siyasal dönüşümlerinin bir toplamı
olmasıyla dikkat çekiyor.
Bu noktada, Batı Avrupa’da
yaşanan bu dönüşümleri bir düşünce sistematiğine dönüştürme ve böylece olan
biteni açıklamada, diğer sosyal felsefeciler kadar, Marx’ın da katkısı bulunuyor.
Marx’ın sosyal
teorisinde işçilerin bir sınıf teşkil etmesi, modern endüstrileşmiş toplumların
yapısal özelliklerinden biri olarak dikkat çekiyor.
Bu sınıf yapısını
ortaya koyan isimlerin arasında Marx’ın olması, bir rastlantı olmadığı gibi,
onu sınıf veya benzeri kavramları ele alan diğer isimlerden ayıran temel
noktaların olduğu da biliniyor.
Bu hususta, Marx’ın
işçi sınıfı vurgusu kadar, belki bundan önce, modern dönemi tanımlamada
araçsallaştırdığı ve ekonomi kurumu ilişkilerine açıklama getirmeyi amaçladığı,
‘sınıf temelli’ yapılaşma, hiç kuşku yok ki, birden fazla sınıfın varlığını
gerektirmiştir.
Bu çerçevede, literatürde
yer aldığı şekliyle adına şehirli (bourgeouisie) veya kapitalist denilen
‘karşı sınıfın’ varlığı, modern dönemdeki ekonomi ilişkilerini açıklamada
araçsallığına kuşku bulunmuyor.
Endüstri toplumu yeni
bir toplumsal system olarak ortaya çıkarken, bu toplumu şekillendiren temel dinamikler
olarak ikili sınıf yapısı yani işçi sınıfı ve kapitalist sınıf kavramsallaştırması
ve ilgili tüm izahları ile Marx’ın Batı Avrupa toplumsal değişimlerine yönelik izahını
doğru değerlendirmek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder