Mehmet Özay 06.05.2024
Bugün, Filipinler devlet başkanı Marcos’un “gerilimi
artırmaya niyetimiz yok” açıklaması ile, ABD ve Filipinler birliklerinin,
Çin’in bölge sularında olası “tehlikeli eylemlerine” karşı nasıl tepki
verileceğine yönelik tatbikat, çelişkili mesajları içinde barındırıyor.
Çin’den güç testi
Güney Çin Denizi’nde kıta sahanlığı sorunu veya daha
gerçekçi bir bakışla Çin’in, uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, Güney Çin
Denizi’nin yüzde 90’lık bölümü üzerinde hak iddiası, bölgesel ve küresel
ilişkilerde Soğuk Savaş sürecinin yaşanmasına neden oluyor.
Bu durumun, yeni bir olgu olmadığı aksine, özellikle,
2013 yılından bu yana, kendini kayda değer ölçüde hissettirdiğine kuşku yok.
Söz konusu bu gelişmeyi, Çin’in son otuz kırk yıl
sürecinde elde ettiği ekonomik gelişmenin yansıması olurken bir yandan,
tarihsel verilere dayandırarak gündeme getirdiği teritoryal hakları koruma ve
bu çerçevede, askeri gücünü sınama ile bağlantısını unutmamak gerekiyor.
Çin devlet aklında, tarihin bir yerinde Batılı güçlerce
kıstırılmış halinin yer alması, bugün ekonomik süper güç olmaya doğru giderken
Güney Çin Denizi’nde benzer bir kuşatılmışlık hali yaşıyor.
Bölgede, ortaya koyduğu tüm çaba da aslında, bu
kuşatılmışlık halinin ortadan kaldırılmasına matuftur.
Bugün, söz konusu bu sorunun önemi, Çin’in bu sorun
çerçevesinde sürekli karşı karşıya geldiği ülke olan Filipinler’in, askeri ittifakları
içerisinde yer aldığı ülkelerle ilişkilerin giderek gelişmekte olmasıyla
ilintilidir.
Bu gelişmenin, özellikle askeri vechesi ve bunun, kara ve
deniz tatbikatlarıyla güncellenmesinin, bölgede barış ortamına yönelik tehdidin,
her an gerçek bir savaş ortamına dönüşebileceğinin göstergesi sayılmalıdır.
Marcos’dan egemenlik hakkı söylemi
Filipinler devlet başkanı Ferdinand Marcos’un, bugün
bölge basınında karşılık bulan, “Kimseye saldırmaya niyetimiz yok, sadece
egemenlik haklarımızı koruyoruz” açıklamasını dikkatle incelemek gerekiyor.
Marcos’un açıklamasının detaylarında, Filipinler deniz
kuvvetlerine ait gemilere sutopları olarak da anılan, tazyikli su sıkan
mekanizmaların yerleştirilmeyeceği bulunuyordu.
Marcos, bu mekanizmayı “silah niteliğinde” kabul ettiğini
söylemesi önemliydi. Filipinler deniz kuvvetleri bu mekanizmaları, -en azından,
bugüne kadar kullanmamış olsa da-, Çin tarafının her daim buna başvurduğunu
unutmamak gerekiyor.
Marcos’un, bölgede son dönemde artan gerginliği gidermeye
yönelik olduğu intibaı veren bu söylemi bir başka bağlamda ele alındığında,
Çin’in, Filipinler’e ait savaş gemileri ve balıkçı teknelerine karşı silah
kullanıyor anlamına geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Barış-savaş dikotomisi
Bu tür bir söylemin gündeme getirilmiş olması, bölge
ülkeleri arasında var olan gizli/açık Soğuk Savaş boyutunun varlığına ilâve
olarak, Çin ile bölge ülkeleri arasında kıta sahanlığı ve deniz güvenliği
konularının ciddi bir noktaya evrildiğine işaret ediyor.
Bu gelişmeyi ve çatışma söylemlerini sadece, bölge ile
sınırlı boyutta ele almamak, aksine, dünyanın farklı bölgelerinde özellikle de,
Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da var olan savaş ortamlarından beslenme eğilimlerini
göz ardı etmemek gerekiyor.
Bölgeden uzakta gerçekleşmekte olan bu açık çatışma
süreçlerinin, bölgede barışa daha çok şans tanıma imkânı olarak görülebilir.
Öte yandan, belki de, en az bu olumlu seçenek kadar, Doğu
Avrupa ve Ortadoğu’daki savaşların ilgili ülkelerin ‘reel politikalarının’
yansıması olduğu düşüncesi, benzeri reel politikaların bölgede de neşet
edebileceğini akla getiriyor.
Bu noktada, Filipinler devlet başkanı Marcos’un söylemine
içkin olan, saldırı ve savunma gibi dikotomik iki kavramın varlığından
hareketle, bölgede iki farklı bakış açısına sahip politikanın gayet tehditkâr
bir nitelik taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Filipinler ve güçlenen ittifak
Ekseninde Çin’in bulunduğu ve bölgede Soğuk Savaş normu
olarak görülen gelişmelerde Filipinler’in öne çıkmasında, Marcos iktidarıyla
birlikte, yeniden ABD ile yakınlaşma süreci gayet belirleyici bir rol oynuyor.
Bu durum, Çin’in egemenlik iddialarına karşı
Filipinlerin’in, ABD başta olmak üzere Japonya ve Avustralya ile yakınlaşmasına
neden oluyor.
Kuruluşu yaklaşık on yıl öncesine dayanan ve adına
“squad” denilen dörtlü ittifak gücü, son dönemde taraflar arasındaki görüşmeler
ve askeri tatbikatlarla somut bir şekilde ortaya konuyor.
“Kıta sahanlığı egemenlikleri” çerçevesinde, ABD’nin eski
sömürgesi olan Filipinler’in haklarını güvence altına alma kararlılığı salt bu
ülke teritoryal haklarıyla sınırlı değil.
ABD’nin bölgedeki gelişmelere bakışı çok daha küresel
boyut taşıyor...
Çin’in, Güney Çin Denizi’nde egemenlik iddiasını,
yüzlerce sahil güvenlik gemileriyle pratik olarak sürdürmesi, bu deniz
üzerinden gerçekleşen küresel ekonomik ilişkiler için büyük bir tehdit anlamı
taşıyor.
Egemenlik hakları ve ekonomik varsıllık
Çin ile bölgedeki altı ülke yani, Filipinler, Vietnam,
Bruney, Malezya, Tayvan ve Endonezya arasında -farklı ölçülerde de olsa, sürekli
gündemde yer alan sorunun iki temel açılımı bulunuyor.
Bunlardan ilki, bölgedeki ülkelerin kıta sahanlığı ve/ya
egemenlik haklarıyla ilgili.
Bu anlamda, henüz pek fazla gündeme getirilmeyen ve
yatırım ve üretimleri söz konusu olmayan sualtı doğal kaynakları bölge
ülkelerinin geleceğinde, önemli jeo-ekonomik önem egemenlik hakları söyleminde
başat bir rol oynuyor.
İkincisi ise, Güney Çin Denizi’nin küresel kalkınma
süreçlerinde Çin’in dışında, gayet önemli yerleri olan Doğu Asya ülkeleri yani
Japonya, Güney Kore -buna, Tayvan’ı da eklemek mümkün- ile Ortadoğu ve Avrupa
ile olan çok yönlü enerji ve ticaret ilişkilerinde stratejik bir yeri
bulunuyor.
ABD, Avustralya, Yeni Zelanda, Hindistan gibi bölge ve
küresel ekonomideki rolleriyle öne çıkan ülkelerin yukarıda dikkat çekilen Doğu
Asya ülkeleriyle suyolları üzerinden bağı, Güney Çin Denizi’nin kritik önemini
daha da artırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder