Mehmet Özay 10.04.2022
Küresel ekonomi-politik sisteminde yeni bir düzen arayışının varlığı, giderek kendini kaçınılmaz olarak ortaya koyuyor. Dünya devleri arasında ticaret ve ekonomi alanında yaşanan gerilimlerin bugün geldiği nokta, kendini dolaylı olarak Rusya-ABD/NATO çatışmasında ortaya koyuyor.
Bugün yaşananlar, bir Batı-Doğu ayrışmasından öte, Batılı
değerleri benimseyenler ile benimsemeyenler bir başka deyişle, demokratik ve
liberal yapı ile bunun dışında olanların neredeyse tümünün ‘diktatoryal’ olarak
konumlandırıldığı bir gelişmeye işaret ediyor.
Bu durum, açıkçası dünyanın nasıl yönetileceği konusunda
önemli bir problematiğin olduğunu da ortaya koyuyor.
ABD-Rusya ve diğerleri
Doğu Avrupa krizinde görüldüğü üzere, bu yapının
temsilcileri ABD/NATO ile Rusya ve ardında, önemli bir destekçi konumuyla Çin
yer alıyor. Ancak, dünyanın bu iki yapıdan ibaret olmadığına işaret eden, irili
ufaklı ulus-devletlerin varlığı, ortaya yeni bir alternatif yapının teşkili
düşüncesini getiriyor.
Bu iki blok dışındaki ulus-devletlerin siyasal ve
özellikle de, ekonomik yapıları, söz konusu iki yapının çatışmacı evreninden
beslenmemesi, aksine işbirliği ve yakınlaşmaya bağlı olması, bazı çabaların
ortaya konmasına neden oluyor.
Bu çerçevede, Mart ayının sonlarında ABD’yi ziyaret eden
Singapur başbakanı Lee Hsien Loong’un ABD’de çeşitli yayın organlarına verdiği
mülâkatlardaki söylemi ve sonrasında ortaya koyduğu açıklamalar, bunu gayet net
bir şekilde gündeme getiriyor.
Küçük bir ada ülkesinin başbakanı olarak Loong’un ABD’de
sekiz gün süren temasları bile Singapur’u ABD’nin Asya-Pasifik’teki önemli
müttefiki konumuna koyması kadar, aslında başbakan Loong özelinde, ABD’nin
uluslararası ve bölge siyasetine dair görüşlerini doğrudan ve açıkça
paylaşabilecek bir siyasi akla ve vizyona sahip olduğunu da ortaya koyuyor.
Sorun Doğu Avrupa krizini aşıyor
Yukarıda dikkat çekilen söylemden hareket edildiğinde, Rusya’nın
Ukrayna topraklarını istilâsının salt bir ulusal güvenlik konusu ile sınırlı olmadığını
söylemek gerekiyor.
Rusya’ya uygulanan ekonomik ambargo karşısında bu ülkeyi
bir yandan, doğal kaynakları bağlamında NATO üyesi Avrupa ülkelerine yaptığı
enerji ihracatının gelirlerini ulusal para birimiyle ödenmesini talep etmesi öte
yandan, küresel ekonominin ikinci gücü Çin’in gayet önemli desteğini almış
olması, gelişmelerin salt savaş ortamı ile sınırlı olmadığının kanıtı
hükmündedir.
Gelişmelerin bu yönde olduğuna dair bir diğer önemli
kanıt ise bizzat, ABD başkanı Joe Biden’ın son dönemde sıklıkla gündeme
getirdiği söylem tarzı oluşturuyor.
Bu söylem, temelde biz ve öteki olarak yapılandırılırken,
biz’den kasıt demokratik değerler ve liberal ekonomi merkezli yapı ile Batılı
ülkeler; öteki’nden kasıt ise, söz konusu bu yapının karşısına konulan ve
‘diktatoryal rejimler’ olarak yapılan genelleştirme oluşturuyor.
Geçen yılın ortalarından itibaren giderek etkisini
gösteren bu çatışma ortamının, bu yılın 25 Şubat’ından başlayarak fiili savaş
durumuna yol açması, son birkaç on yıl boyunca var olan bir durumla
bağlantılıdır.
Ekonomi-politik ve ayrışma
Bu noktada, özellikle de, ABD’de sabık başkan Donald
Trump döneminde gün yüzüne çıkan ABD-Çin ticaret savaşlarıyla küresel etkisini
göstermeye başlayan ekonomi-politik temelli ayrışma, bugün Doğu Avrupa krizi
olarak tam da Batı coğrafyasının merkezine gelip dayanmış durumda.
2016-2020 yılları arasında yaşanan kriz, Trump-Şinping
çatışmasının ötesinde ve üstünde, sistemik bir yönelim sergileyen farklı
ekonomi-politik bakış açılarının yansıması olduğu gayet net bir şekilde ortada.
Batı ekonomi-politiğine hakim güçler, 2001 yılında Dünya
Ticaret Örgütü’ne (World Trade Organization-WTO) kabul edilen Çin’in,
zamanla tabi olacağı düşünülen liberal ekonomik ve demokratik toplumsal
koşulların doğal bir evrim içerisinde gerçekleşeceği varsaymıştı.
Böylece, Çin’de ortaya çıkacak toplumsal ve siyasal
değişim, yeni ekonomi modelinin uygulamasına zamanla eşlik edecek ve nihayetinde
Batı ile eklemlenmesi gerçekleşecekti.
Ancak aradan geçen zaman zarfında, söz konusu bu evrimci
yaklaşım ve/ya beklenti ortaya çıkmadığı gibi, Çin’in elde ettiği başarıya
paralel olarak, küresel sistemde Batı ekonomi-politiğine alternatif bir yapının
oluşabileceğine dair gayet güçlü bir anlayışın gündeme gelmesine neden oldu.
ABD başkanı Biden’in tam da, demokrasiyle yönetilen
ülkeler ile diktatörlükle yönetilen ülkeler söylemi bu gelişmeyle birebir
örtüşmektedir.
Alternatif bir dil ve bakış
Gelinen bu noktada, Singapur başbakanı Lee Hsien Loong,
ABD’nin biz ve ötekiler söyleminin yersizliğini ve de anlamsızlığını açık bir
şekilde eleştiriyor. Ancak aynı Singapur, Rusya’ya doğrudan yaptırım uygulayan
ülkeler arasında bulunuyor.
Singapur bu yaptırımları ABD istediği için değil, aksine Rusya
uluslararası kuralları hiçe saydığından ötürü ve de, mevcut koşullarda meşru
bir yerde duran Birleşmiş Milletler, uluslararası hukuk ve antlaşmalar
çerçevesinde gündeme getiriyor. Bir anlamda, Singapur’un ‘katı bir hukuk’
yönelimi sergilediğini söyleyebiliriz.
Bu iki farklı tutumun elbette ki, bir çelişki olup
olmadığı tartışmaya açık. Aslında tam da bu nokta, Singapur gibi ülkelerin Batı
ile ötekiler arasındaki ayrışmada kendilerini ne denli farklı bir yere
konuşlandırabildiklerini de gösteriyor.
Singapur’un, -yukarıda dikkat çekildiği üzere- ABD’nin
Asya-Pasifik bölgesindeki -yazılı antlaşmalarla teyit edilmemiş olsa da,- en
önemli müttefiklerinden bir olduğu görüşü kadar, en büyük ticaret ortağının Çin
olması, bu ülkeyi bu iki küresel güç arasında bir taraf olmaya değil aksine, farklı
bir ekonomi-politik söylemi gündeme getirmesine imkân tanıyor.
Bu noktada, ABD ziyareti sırasında başkan Biden’in
başbakan Loong’a yönelik olarak, “Ukrayna halkını destekleyen ilkeli
siyasetinden ötürü teşekkür etmesi”nin, Loong için pek fazla bir anlam ifade ettiğini
söylemek güç.
Çünkü, aynı Loong benzer bir ilkeli duruşu gizli/açık
ABD’nin de gündeme getirmesi çağrısında bulunuyor. Bu çerçevede, Biden’ın veya
ABD yönetiminin teşekkür etmekten ziyade, başbakan Loong’un eleştirisini
dikkate almalarında fayda var.
Bu noktada, diyelim ki, Singapur yönetimi gözü kapalı ABD
yanlısı bir siyaset izlese, ABD’nin Rusya’ya verdiği destekten ötürü belki de,
ABD yönetiminin Çin’e karşı yakın bir gelecekte başlatabileceği olası
ambargolar sürecinde Çin gibi en büyük ticaret ortağıyla arasının açılmasına
yol açabilecek gelişmeler yaşanabilir.
Aslında, Singapur’un taraflar arasında gündeme getirdiği
husus, Soğuk Savaş sonrası gelişmeler ışığında yeni bir küresel
ekonomi-politiğin tesisi yolunda olduğu görülüyor.
Soğuk Savaş ortamının bitmesiyle yaşanan bir tür şok
ortamında, o dönem muzaffer bir edayla öne çıkan ABD öncelikli ve yönelimli
ekonomi-politiğinin yerini, bu yüzyılla birlikte almaya başlayan yeni bir
sürecin varlığı söz konusu.
Başbakan Loong, işte bu süreçte gelinen noktaya dikkat
çekerek, artık uluslararası sistemi belirleyen ekonomi-politiğin yenilenmesi
gerektiğini düşüncesine vurgu yapıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder