Mehmet Özay 27
Mart 2014
On yılı aşkın bir süredir devam eden barış görüşmeleri sonrasında
Filipinler Merkezi yönetimi ile Mindanao ve çevresindeki adalarda yaşayan
Müslüman Malay halkı temsil eden Moro İslami Özgürlük Hareketi arasında
“kapsamlı barış anlaşması” 27 Mart öğleden sonra başkent Manila’da yapılan törenle imzalandı.
Güneydoğu Asya Budist ve Hıristiyan çoğunluğu oluşturan devletlerinde
azınlık konumundaki Müslümanların yirminci yüzyılın önemli bir bölümünde
sürdürdükleri bağımsızlık mücadelesinin bir örneğini vermiş olan Moro’da şimdi
barış şartları gündemde. Barış anlaşmasına konu olan Moro-Mindanao coğrafyası
dünyanın bir “ucunda” bir bölge değil, aksine, Asya’ya 21. Yüzyılda biçilen rol
ve yer içerisinde kayda değer bir yeri olan Güneydoğu Asya’nın önemli
jeo-stratejik ve politik bir bölgesinde yer alıyor.
Öte yandan, söz konusu barış anlaşmasını sığ bir bakış açısına hapsedip,
kendi içinde debelenen bir Müslüman halka verilmiş bir ‘hak’tan ibaret saymak da
mümkün değil. Moro-Müslümanlarının tarihsel serüveni, bugün dünya sathında
kayda değer rol üstlenmiş güçlerin bir bölümünün kendi aralarında dünyayı
paylaşma sürecine konu olmuş önemli bir İslam coğrafyasını teşkil ediyor. Bu
anlamıyla, Moro Barışı’nı salt Filipinler yönetiminin siyasi, ekonomik,
kültürel baskılarını kaldırması şeklinde değerlendirmek de mümkün değil. Aksine,
bu gelişmeye daha geniş perspektiften, yani yüzyılları kapsayacak bir bağlamda
bakılmalıdır. Bu nedenledir ki, söz konusu bu barış anlaşması, sömürgeciliğin
emperyalizme evrildiği 19. Yüzyıl ikinci yarısından başlayarak Moro-Mindanao
coğrafyasının önce İspanyonlar, ardından ABD ve nihayetinde emperyalist
güçlerin çizdikleri siyasi haritanın ifadesi olarak ortaya çıkan ulus-devletler
arasında kendine mahsus özellikleri ile dikkat çeken Filipinler devletinin siyasi
ve askeri gücü karşısında maruz kaldığı istilalar silsilesinden Moroluların bir
an olsun başını kaldırmasının göstergesi olarak dikkat çekilmelidir.
Öte yandan, bu barış anlaşması, Moroluların yüzyılları kapsayan özgürlük
mücadelelerinden feragat ettikleri anlamı taşıdığı ve bu nedenle ‘başarısızlık’
ile yaftalanmayı hak etmemektedir. Aksine, bölgedeki diğer benzerleri gibi,
adına ‘ümmet’ denilen bütünden koparılmış veya ‘ümmet’ denilen bütünde söz
sahibi güçlerce tek başına bırakılmışlığına rağmen, sahip olduğu vatan, din,
kültür aidiyetleriyle her türlü sosyo-dini ve siyasi erozyona rağmen, Morolular
nesiller boyu haklı bağımsızlık bilincinden ve eyleminden vazgeçmemiştir. Bu
çerçevede, barış anlaşmasını, süreklilik arz eden bağımsızlık sürecinin farklı
bir alana evrilmesi olarak yorumlamakta fayda var. Öyle ki, Moroluların
karşılık veremeyecekleri maddi güç bloklarına maruz kalmaları nedeniyledir ki,
bugün bağımsızlık yerine otonom statüsü tercih edilmiştir. Bu gelişme
karşısında herhangi bir Müslüman kesimin Moroluların tarihsel mücadelelerine
bakıp “Bırakın savaşmayı” demelerindeki anlamsızlık kadar, “Bağımsızlık
ruhundan soyutlanmışlar” suçlamasını yapanların da buluştukları yer hemen hemen
aynıdır. Şu ya da bu şekilde yalnızlığa terk edilmiş Moro ve benzeri
toplumların bugün varlıklarını sürdürüyor oluşları bile kendi başına bir
başarıdır.
Tam da bu noktada, şimdi barış sürecinin başlamasıyla bu halkı nelerin
beklediğini düşünme vaktidir. Bunu yaparken, dışarlıklı Müslüman çevrelerin
tıpkı dünün sömürgeci güçlerinin yaptığı gibi, “yerli” kılıfında algılama
süreçlerine dikkat çekmekte fayda var. Moro halkı, savaşmayı bildiği gibi,
tarihin derinliklerinden getirebildiği dini-kültürel ve toplumsal kodlara dair
her ne var ve kaldı ise, onunla yeni bir toplum inşası sürecine başlamasına ön
ayak olmak gerekir. Yoksa bu topluma “cahil” muamelesi ile yaklaşmak, yeni bir
sömürgeciliğe kapı aralayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder