Mehmet Özay 17 Mart 2014
Myanmar son üç yıldır bir yandan demokrasi vaadinin öte yandan yeni
yatırımların gözde ülkesi olarak dikkat çekiyor. Siyasi reformlar, çeşitli
etnik azınlıklara mensup siyasi tutukluların salıverilmesi ve Suu Kyi gibi bir
muhalefet liderine parlamento yolunu açmasıyla dikkat çekmişti. Bununla
birlikte, ülkede siyasi yönetim, sivil görünüme bürünmüş eski askerlerin ön plânda
olduğu, ancak perde arkasında güçlü bir askeri bürokratik karar mekanizmasının
da işlerliğini devam ettirdiği bir yapı hakimiyetini sürdürüyor. Siyasi
değişime dair bazı göstergelerin ülkenin çoğulcu etnik yapısının hakim olduğu
toplumsal düzende neye tekabül ettiği ise belirsizliğini koruyor. Bunu ülkenin
sınır boylarını çevreleyen irili ufaklı etnik azınlığın uluslararası
standartlar denilebilecek temel yaşam haklarına anayasada yer alan ve de almayan
boyutlarına ne kadar ulaşıp ulaşmadıklarıyla test etmek mümkün.
Değişime matuf olarak ortaya konduğu ileri sürülen bazı uygulamalar,
temelde Batı’nın demokratikleşme yönündeki ilkelerini yerine getirmeye kafi
gelmese de, dönemin ekonomik koşullarının bir zorlaması olarak Myanmar’ı
‘teşvik’ edecek sinyaller çeşitli Batılı ülkelerin önde gelen siyasi çevrelerince
ve de akabinde iş çevrelerince “tatminkâr” bulunmuş gözüküyor. Peki bu
yaklaşımlar “Myanmar nereye gidiyor?” sorusuna sağlıklı bir cevap vermeye kafi
mi? Evet Myanmar, 2015’de genel seçime gidiyor. Öyle bir genel seçim ki, en son
benzerini 1990 yılında tanık olmuş ve ardından merkezdeki askeri-bürokratik
elitin kapıları muhalefete ve de dünyaya kapatmasıyla sonlanmıştı. Bu nedenle
2015 seçimleri ülkenin modern tarihinde önemli bir test imkânı olacağına kuşku
yok. Batılı çevrelerde söz konusu seçimlerin favori ismi kuşkusuz ki, neredeyse
çeyrek yüzyıl önce o dönem yapılan seçimde en çok oyu alan Suu Kyi.
Batı’nın tüm yatırımının Suu Kyi üzerine olduğu aşikâr. Belki bu nedenledir
ki, yukarıda dile getirdiğimiz husus bağlamında, yani Myanmar’ın mevcut siyasi yönetiminin,
adına demokratikleşme denilen adımlarının tüm kifayetsizliğine rağmen, ülkede
aralarında Arakan Müslümanlarının başı çektiği etnik yapılar üzerinde sür git
devam eden siyasi ve toplumsal ayrımcılığı “görmezden gelmeyi” tercih etmesi de
yaklaşan genel seçimler nedeniyle olmalı. Bunu söylerken, uluslararası medyaya
zaman zaman demeç veren kimi Batılı liderlerin “Arakanlı Müslümanlara da öyle davranma
ama...” yönlü çıkışlarının siyasi erk üzerinde karar değiştirtecek bir yaptırım
boyutunda olmadığına vurgu yapıyoruz. Yani bir temenni ile sorunu savuşturma
bağlamının ötesine geçmediği en azından 2012 yılı Mayıs ayı sonlarından itibaren
yaşananlardan belli.
Oysa 2012 Nisan’ında Suu Kyi’nin siyasi geleceğinde kilometre taşı olarak
plânlanmış 45 sandalyeli küçük çaplı seçimde başında bulunduğu Ulusal Demokrasi
Birliği (NLD) ile kazandığı 43 üyelikle aslında ülke demokrasisine yeni bir ivme
kazandırabilecek potansiyele sahipti. Bu potansiyeli, sadece şahsının -ki
şahsını önemsemediğini defaatle ifade ediyor- ait olduğu ve de tümüyle modern
Myanmar tarihine damgasını vurmuş olan Burma etnik yapısı, ait olduğu Budist
dini yapısına değil, bunun ötesinde ülkenin çok dilli, dinli ve kültürlü
toplumsal gerçekliği kapsayacak teşebbüslere girişmesi bekleniyordu. Beklenti
sadece büyük acılar çeken Arakan Müslümanlarının haklarını dile getirmesi
değil, aksine Hıristiyan Kaçin’ler dahil olmak üzere irili ufaklı tüm etnik
unsurları ‘bir potada’ birleştirebilecek çıkışı sergilemesiydi. Bu yaklaşım,
kimi yazarların iddia ettiği üzere Suu Kyi’nin kamusal yaşama maneviyat
taşıdığı görüşüyle de örtüşecekti. Buna ilâve olarak, bu süreç, salt pasif bir
“insan hakları” desteği ile sınırlı kalmayacak, aksine, adı geçen geçmeyen tüm
etnik unsurlar içerisinde de yeni bir siyasi bilinç erişimine olanak
tanıyacaktı. Kimilerinin dediği gibi belki de başlatılacak bir tür ‘demokrasi
eğitimi’ süerci meyvelerini vermeye başlayacaktı. Herhalde 1980’lerin ikinci
yarısından itibaren kendini, ülkesine ve halkına adadığını söyleyen Suu Kyi
gibi bir liderden bunu beklemek son derece haklı gerekçeleri içinde
barındırıyor.
Son üç yılın adına demokratik açılım denilen sürecinde kuşkusuz ki Arakan
başta olmak üzere diğer Eyaletlerde yaşananlar toplumsal barış ve birliktelik
adına yeterli olmadığını söylemek bile abartı. Bu dönemle örtüşen gelişme
Arakan Eyaleti’nde yaşanan insan kıyımı olduğu gözlerden kaçmamalı. Yani ortada
aslında birbirine zıt iki sürecin nasıl yanyana işlediğine tanıklık söz konusu.
Aradan neredeyse iki yıl geçmesine rağmen, Arakan Eyalet yönetimi başta olmak
üzere merkezi teşkil eden Nyapyitaw yönetiminin de evlerinden barklarından olan
ve insanlık dışı koşullarda yaşamaya maruz bırakılan onbinlerce -ki resmi
rakamlara göre 140.000 civarında- Arakanlı Müslümanın hallerini iyileştirmeye
dair siyasi kararlılıkları ortada gözükmüyor. Kaldı ki bu süreçte söz konusu bu
halk üzerinde devam eden saldırılar ve baskılarla hayatını kaybeden
yüzlercesine karşılık, bu işkencelerden kurtulma adına soluğu okyanusta
alanların akibetinin de zorlu deniz yolculuğunu atlattıktan sonra ulaştıkları
ülkelerdeki yaşamlarının pek de farklı olmadığı görülüyor.
Ülkenin etnik unsurlarının vatandaşlık statülerinin iyileştirilmesi
konusunda Suu Kyi’nin potansiyel etkisinin pek de görülmemesine paralel olarak,
etnik çoğunluğunu oluşturan Budist Burma halkının, ulus-devlet şemsiyesi
altında -belki de seküler siyasetçilerden daha çok- sosyo-kültürel bağlamında
kendilerini yakın hissettikleri Budist Rahiplerin etnik farklılıklara dayalı
toplumda ortak bir yaşamı paylaşma olgusunun ortaya çıkması yönünde katkılarına
da tanık olunmuyor. Bu noktada, adına ulus-devlet denilen siyasi sistemin genel
itibarıyla Güneydoğu Asya halklarının toplumsal gerçekliğiyle örtüşmediği bir
kez daha ortaya çıktığı görülüyor.
Bu noktada, Burma etnik çoğunluğunu temsil eden merkezi yönetim ise Arakan
Müslümanlarının ülkenin doğal insan stoğu arasındaki yeri olduğunu reddetmekle
kalmıyor, üstüne üstlük Burma etnik çoğunluğunun haklarını elinden alma
teşebbüsünde bulunan ‘dışarlıklılar’ şeklinde sınıflandırarak yaşam
safhalarının tümünde kendilerini Arakanlılar üzerinde karar mercii konumunda görüyor.
Bunu, Arakanlı Müslümanların etnik kimliğini tanımlada, evlilik ve çocuk sahibi
olma haklarını belirleme, toplumsal ve siyasi mobilitelerini şekillendirme,
ibadethanelerini inşa etme vb. yapılaştırmalarla gündelik siyasetin odağına
yerleştiriyor. Geçenlerde “Fortify Rights” adlı bir kuruluşun Myanmar
devletinin belgelerine dayandırarak 25 Şubat’ta yayınladığı 79 sayfalık Arakan
Raporu’nda tüm bu hususlara ve de diğerlerine dikkat çekiliyor. Myanmar
devletinin kamuoyuna açıkça ifade etmediği Arakanlı Müslümanlara yönelik bu
“özel” politikasının ortaya çıkartılması önemli. Bazı Burmalı yetkililer
raporun gündeme gelmesi üzerine suçu, geçen Temmuz ayında kaldırıldığı ifade
edilen özel sınır birliği ‘Nasaka’ya atarken, Arakan Eyaleti’nde barınaklarda yaşam
mücadelesi veren Arakanlı Müslümanlara yönelik sağlık hizmeti veren
uluslararası bir kuruluşun çalışmalarını derhal sonlandırması çağrısı ise
çelişkilerin bitmek bilmediğinin en son göstergesi. Gelecek yıl yapılacak
seçimlere hazırlanan Suu Kyi’nin anaç bir figür olarak düşmanlarını bile
sarmaladığı belirtilen barışçıl tutumu maalesef -en azından şimdilik- Arakanlı
Müslümanları ve de diğer azınlıkları kapsamıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder