Mehmet Özay 4 Ocak 2013
İktidardaki Halkçı Parti (Awame League) tarafından ‘tek taraflı’ olarak karar
verilen genel seçimlere birkaç gün kaldı. Muhalefet partileri, yani Bangladeş
Ulusal Partisi (BNP) ile bu partinin en önemli seçim ortağı Cemaat-i İslami’nin
yanı sıra, muhalefeti temsil eden diğer 16 parti, 5 Ocak’ta seçimleri boykot
etme kararı aldı. Öte yandan, iktidar partisi ve koalisyon ortakları olan diğer
13 siyasi parti kendi aralarında yarışacak. Bu seçim fotoğrafı kuşkusuz ki
ülkede adına demokratik temsil denilen süreci yansıtmayacak. Sürecin bu noktaya
gelmesinde mevcut iktidarın seçim hükümeti kurulmaması konusundaki dayatması
baş rol oynadı. İktidar dayatmanın da ötesine geçerek cezalandırma
kampanyasıyla önce Cemaat-i İslami’yi, ardından BNP’nin önde gelen liderlerine
yönelik tutuklama ve yargılamalara başladı. En son gelişmelerden biri ise, BNP
lideri Begüm Halida Ziya’nın ev hapsine tabi tutulması oldu.
Bu durum, ülkenin kısa siyasi tarihinin son yirmi yılında ilk defa genel
seçimler öncesinde ‘seçim hükümeti’ kurulmaması anlamına geliyor. Muhalefet
partilerinin aylar öncesinde ‘seçim hükümeti’ kurulması yönünde tüm çabası
hükümet nezdinde karşılık bulmadı. Ardından Amerika Birleşik Devletleri ve
İngiltere makamlarının Halkçı Parti ve Ulusal Parti arasında arabulucu rolü
oynamaları da sonuç vermedi. Aslında Şeyh Hasina ve hükümeti bu yıl yapılacak
seçimlerin hazırlıklarına yıllar önce başlamışlardı. 2009 yılı başlarındaki
seçimin ardından seçim kanunundaki değişiklikle ‘seçim hükümeti’ uygulamasına
son verildi. Bu süreç, iktidar ile muhalefet arasında gerginliklerin
yaşanmasına neden olurken, toplumsal kaos ve Cemaat-i İslamiye yönelik
suçlamalar ve idam cezaları ile doruğa çıktı.
Bu noktada muhalefetin iki güçlü unsuru, Ulusal Parti ve Cemaat-i
İslami’nin ne tür bir ittifak içerisinde yer aldıklarına değinilmeli. Ulusal
Parti kamuoyu desteğiyle ‘öncü’ bir güç. Cemaat-i İslami ise sahip olduğu
organizasyon yapısıyla destekçi görünümünde. Ulusal Parti, kuruluş özellikleri dikkate
alındığında ordu kökenli yapılanmaların bir ürünü. Cemaat-i İslami ise ‘pür’
bir sivil hareket. Bugün, Cemaat-i İslami liderlerine yönelik karalama
kampanyasının idamlara kadar uzanması karşısında BNP ne idamlara karşı çıkıyor
ne de bu idamları onayan hükümete destek veriyor. Cemaat-i İslamiye’yi bu
noktada açıkça desteklememesi, yargılamalar ve idamlar karşısında görece sessiz
kalması partinin ‘kurucu kökleriyle’ bağlantılı. Bir de ülke medyasının %95’ini
elinde tutan bir iktidar aygıtının şekillendirdiği toplumsal algı karşısında
Cemaat-i İslami’yi açıktan desteklemenin seçmenleri nezdinde doğuracağı ‘faturayı’
hesap ediyor. Bu hususlar, BNP’nin yüksek sesle direniş göstermemesi ve
Cemaat-i İslami’nin yanında yer almamasını kafi derecede açıklıyor. Öte yandan,
hükümetin Cemaat-i İslami’yi ‘ortadan kaldırma’ projesine açıkça destek
vermemesi de, her halükârda oldukça güçlü bir yapılanmaya sahip Cemaat-i
İslami’nin ‘yumuşak’ gücüne kaçınılmaz ihtiyaçdan kaynaklanıyor.
Cemaat-i İslami vechesinde ise, parti tek başına siyasi gücü ele
geçiremeyeceği gerekçesiyle BNP ile seçim ittifakı yapmaktan kaçınmadığı bir
görüntü hakim. Argümanları da, ülkenin daha iyi yönetimi için mevcut siyasi
erkin mutlaka değişmesi düşüncesine dayanıyor. Bu anlamda tedrici bir
iyileşmeden yana tavrını bu seçim ittifakları ile kamuoyuna yansıtmaya
çalışıyor. Cemaat-i İslami sözcülerinin mevcut sistemin meşruiyet sorunu olduğu
yolundaki argümanı, seçim hükümetinin kurulmaması dolayısıyla iktidarın devlet
mekanizmasında oynayabileceği roller, bir başka ifadeyle manipüle etme gücünden
kaynaklanıyor. Ülkeyi yakından tanıyan kaynaklarımızın ifadesiyle, ‘seçim
korsanlığı’ uygulanacak. Yani önceden hazırlanmış oy pusulaları seçimlerde
belirleyici olacak.
Peki Bangladeş’i vuran siyasi ve toplumsal kaosu ülkenin iç işleri ile
sınırlandırmak ve böylesi sığ bir değerlendirmeye tabi tutmak mümkün mü? Bu
soruyu yönelttiğimiz Bangladeşli kimi aktivistlerin cevabı ‘hayır’. 160
milyonluk nüfusunun kahir ekseriyeti ‘Müslüman’ olan Bangladeş’in komşu
ülkeleri arasında çoğunluğu Müslüman olan bir ülke bulunmuyor. Öte yandan,
hemen yanı başında, Hindistan gibi küresel güç istidadı olduğu şüpheli de olsa,
kimi bağlamlarda bölgesel gücü devşirme uğraşındaki bir ülkeye komşu olması
dikkatlerin bir ölçüde bu ülkeye çekilmesini gerekli kılıyor.
Kimi gözlemciler, Hindistan Dışişleri Bakan yardımcısı Sujatha Singh’in
yakın dönemde Bangladeş’i ziyaret ederek ülke iç politikasına müdahil olacak
girişimlerde bulunduğunu ifade ediyor. Kaldı ki, Bangladeş politikası ülkenin
‘ulusal politikası’... Yani Hindistan’daki seçimlerde Kongre Partisi iktidarı
değiştiğinde Bangladeş siyasetinde değişme olmayacak. Bu noktada Hindistan bir yandan
bölgesel güç kazanımına odaklanırken, öte yandan demografik yapısı dikkate
alındığında önemli bir tüketim piyasasına işaret eden Bangladeşi bir tür
‘sömürü’ aracına dönüştürmek istiyor. Yani hem siyasi, hem de ekonomik kazanım
peşinde... Kaldı ki, bu ulusal dış politika, sadece Bangladeşle de sınırlı
değil. Diğer komşu ülkeler Sri Lanka, Bhutan ve Nepal’e yönelik olarak da benzer
şeyleri söylemek mümkün.
Hindistan’ın bugün oynamakta olduğu rol, dün oynadığı rolün devamı mahiyetinde.
Hindistan, İngiliz sömürge yönetiminin bölgeden çekilmesinden sonra Doğu ve
Batı Pakistan olarak ikiye ayrılan Müslümanların çoğunlukta olduğu coğrafyanın bir kez daha
bölünmesi konusunda elinden gelen çabayı göstermiş bir ülke olduğu
hatırlandığında, son birkaç yılda Dakka siyasetindeki gelişmeleri yerli yerine
oturtmak için geçmişe dönüp bakmak bir zorunluluk arz ediyor. Bu noktada, acaba
Bangladeş akademyasında bir çabadan söz edilebilir mi diye sorulabilir. Bangladeş
iktidar erkinin belirleyiciliği, akademisyenlerin bağımsız ve eleştirel
çalışmalar yapmalarının önünü alıyor. Bu durum ülkenin modern tarihinin
neredeyse anlaşılmasını imkânsız kılıyor ve resmi tarihe mahkum ediyor.
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, bugün Cemaat-i İslami adı verilen köklü
ve de ‘yerli’ kuruma karşı başlatılan saldırının nedeni, 1970’deki adına
‘bağımsızlık savaşı’ denilen süreçte, o dönemki adıyla Batı Pakistan’dan
ayrılmak istememelerine ve de Pakistan ordusuyla işbirliğine dayandırılıyor. Bu
nedenledir ki, Cemaat-i İslami liderlerine yönelik gayri adil suçlamalar,
yargılamalar ve idamları, ultra milliyetçi çevreler ‘ikinci bağımsızlık’ süreci
olarak adlandırıyorlar. Söz konusu suçlamalara maruz bırakılan Cemaat-i İslami,
sanki bağımsızlığın önünde engelmiş gibi gösteriliyor. Burada öncelikle,
‘bağımsızlık’ kavramının Bangladeş ve bölge Müslümanları için neye tekabül
ettiği ve bu kavramın ‘üretim’ sürecinde hangi bölgesel ve uluslararası
aktörlerin rol aldığı konusu es geçilemeyecek kadar belirleyici bir husus.
Israrla ‘Müslüman’ diyoruz, çünkü bu bölge halkının kahir ekseriyeti tarihsel
ve geleneksel anlamda bu ‘sosyo-dini’ yapının içinde yer alıyor. Bu gerçeği göz
ardı ederek bölge gerçeklerine yaklaşmak, olsa olsa ideolojik miyoplukla
tanımlanabilir...
Ancak aynı Cemaat-i İslami’nin liderlerinin, ülkenin kurucu babası ve
bugünkü Başbakan Şeyh Hasina’nın biyolojik babası Şeyh Muciburrahman’ın
1970’deki Doğu-Batı Pakistan’daki seçimlerde en çok oyu alması karşısında, Batı
Pakistan siyasi elitine ‘Bırakın Muciburrahman ülkeyi yönetsin’ önerisini güçlü
bir şekilde dillendirmeleri ise atlanan önemli bir husus. Cemaat-i İslami’yi
siyasi etik gereği, ülke ve bölge siyaseti içinde konumlandırmadan, Bangladeş
yönetiminin ne yapmak isteğini ve bu yaptıklarının neye tekabül ettiğini
anlamak mümkün değil.
Kaldı ki, Cemaat-i İslami liderlerine yöneltilen ‘savaş suçlusu’ yaftası da
muğlak bir durum. Ancak kaynakların ve tanıkların ifadesine göre 1970’deki savaş
Pakistan-Bangladeş orduları arasında gerçekleşmekten ziyade, Pakistan-Hindistan
savaşı olarak kayıtlara geçmiştir. Bunun kanıtını ise, o dönem yapılan barış
anlaşmalarına imza atan yetkililerin imzalarında görmek mümkün. Öte yandan, bir
zamanlar ‘tu kaka’ kabul edilen, ancak ardından şartların değiştirilmesiyle bir
‘ulusal kahraman’a dönüştürülen babası Muciburrahman’ın siyasi mirasını
devşiren bugünkü Başbakan Şeyh Hasina’nın uzun yıllar Hindistan’da yaşadığı
dikkatlerden kaçırılmaması gereken hususlardan biri.
Bangladeş’in iç ve bölge siyasal yapısına dair özetle bunları söyledikten
sonra, ülkenin kahir ekseriyetini oluşturan Müslüman kitleler hatırına şu
hususa da değinmekte fayda var. Bangladeş, başta Türkiye olmak üzere halkı
Müslüman olan ülkelerin siyasi ve sivil kesimlerince yakından izlenmesi gereken
bir ülke. Ancak aradan geçen süreçte, Batı medyası bir yana, bu yönde özellikle
de ilgili ülke medyalarının, Bangladeşdeki gelişmeleri ne kadar yakından
izlediği ise kuşkulu. Batılı yayın organlarının devşirmeciliğinde yürütülen
habercilik anlayışı sözde özgürlükçü, demokratik çevrelerin zaafiyetlerinin bir
kez daha ortaya çıktığını göstermesi bakımından dikkat çekici. Bangladeş gibi
dünyanın en yoksul ülkeleri sıralamasında başı çeken, yolsuzluklar konusunda
araştırmalarıyla tanınan Uluslararası Şeffaflık Kurumu’nun yıllık raporlarında
ilk üçte yer alan bir ülkeye insan hakları, demokrasi, kardeşlik, özgürlük gibi
şatafatlı kavramları dillendirenlerin nasıl bir yaklaşım sergilediklerini
ibretle izliyoruz. Ülke iktidarını oluşturan ve sol/sosyalist vb. kavramlarla
yüklenmiş siyaset jargonu ile hareket eden Halkçı Parti (Awame League) ne insan
hakları ne de sahiplendiği sol tandanslı kavramlar ve ideolojik çıkışları
bağlamında ele alınıyor. Ülkenin yoksul kesimlerine hak, adalet vb. kavramların
‘ulaşması’ için faaliyet gösteren siyasi bir organ olmanın ötesinde toplumsal
açılımları ile öne çıkan Cemaat-i İslami’ye yönelik ‘yakıştırmalar’ ise
insafsızlığın ta kendisi denilecek boyutta. Bangladeş’i yazmaya devam
edeceğiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder