Mehmet Özay 10 Ocak 2014
Başbakan Erdoğan, Japonya ve Singapur ziyaretinin ardından Malezya’da. 6-11
Ocak tarihlerinde Uzak Doğu’dan Güneydoğu Asya’ya uzanan bir resmi seyahat... Bu
ziyaret, Malezya Başbakanı Necib bin Razak’ın 2011 yılı Şubat ayında Türkiye’ye
yaptığı ziyaretin bir karşılığı olarak da değerlendirilebilir. Başbakan ve
heyeti taşıyan uçak Perşembe akşamı saat 20.05 sularında Kuala Lumpur’a ulaştı.
Cuma sabahı Malezya’nın yönetim merkezi Putrajaya’da resmi törenle karşılanan Başbakan
Erdoğan ve mevkidaşı Malezya Başbakanı Necib bin Razak ikili görüşmelerde
bulundu. Aynı zamanda heyetler arası görüşmelerde gerçekleştirildi. Ziyaret çeşitli
programlarla devam edecek. Bu ziyaret ne anlam ifade ediyor? Malezya’da
görüştüğümüz akademisyen ve sivil toplum liderleri iki ülke arasındaki
ilişkilerin 50. Yılı’na tekabül etmesi dolayısıyla ayrı bir önemi olduğuna
vurgu yapıyorlar.
Aslında Malezya-Türkiye ilişkilerini sadece iki ülke perspektifinde
değerlendirmek yanlış olur. İki ülkenin ‘hinterlandı’ diyebileceğimiz geniş bir
coğrafya hem Ortadoğu/Afrika/Orta Asya, hem de Malay dünyası/ASEAN’dan
bahsetmek günümüz jeo-politik koşullarında hiç de gerçekdışı olmayacaktır. Bu
nedenle iki ülke yetkililerinin söz konusu bu ziyareti bu bağlamlardan ele
almasında fayda var. Tabii ilişkilere bu boyutta bakabilme vizyonu için
yukarıda zikredilen bu iki hinterlanda dair kayda değer tarihi, jeopolitik, sosyo-kültürel
değerlendirmelerin çoktan yapılmış olması ve de var olanların gelişmelere göre
güncellenmesi gerekir. Bu süreçte üniversitelerin, araştırma kurumlarının, kimi
devlet kurumlarının, STK’ların ve de bürokrasinin sağlıklı yaklaşımları olmadan
ve de bu yaklaşım senkronizasyonu sağlanmadan rol alabilmek mümkün değil. Bu
alanlardan birinin ‘ıskalanması’ halinde, diğerlerinin çabalarının da kayda
değer bir zedelenmeye maruz kalacaktır. Bu anlamda ayrıştırıcı ve dışlayıcı
değil, bütünlükçü bir yaklaşıma her zamankinden fazla ihtiyaç olduğu ortada. Bu
yaklaşım tarzının neye tekabül ettiğine aşağıda kısmen değineceğim.
Tabii birkaç yıl önce gündeme getirdiğimiz hususu yeri gelmişken bir kez
daha hatırlatmakta fayda var. Türkiye’de Malay Kültür Tarih ve Medeniyeti
adıyla herhangi bir bölüm, araştırma kurumu olmadan, Malezya’da bunun mukabili
Türk Kültür Tarih ve Medeniyeti gibi bir bölüm açılmadan bu işlerin nasıl
gerçekleştirileceği önemli bir sorun. Kendisiyle görüştüğümüz Malezya Teknoloji
Üniversitesi İslam Bilim ve Medeniyetleri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr.
Wan Muhammed Nur Wan Daud da benzer kaygıları dile getirdi. İlişkilerin salt
ekonomik temelli olmaması gerektiği eğitim ve kültür alanlarında da kapsamlı
işbirliklerine ihtiyaç olduğuna vurgu yaptı. Aradan geçen yarım yüzyıla rağmen,
akademik çevrelerin bu ve benzeri alanlara halen yabancı kalmaları, iki ülkeyi
ayrı ayrı ve birarada ele alacak araştırma kurumlarının olmaması önemli bir
algı yanlışlığından kaynaklanıyor.
Bununla tezat teşkil edecek şekilde medyada bu ziyarete dair
değerlendirmeler, elli yılda olup bitenler, sorunlar, başarılar, gelecek elli
yıl için öneriler bir yana haberlere dahi rastlamak güç. Öyle ki, resmi
görüşmelerin ardından liderlerin basın açıklamaları sırasında soru-cevap
bölümünün olmaması bile fiyasko. Ellinci yılına varılan ilişkiler, son dönem
bölgesel yani Güneydoğu Asya perspektifi, bölge Müslümanlarının ahvali, Hint
Okyanusu/Malaka Boğazı/Güney Çin Denizi su yolunda ve enerji havzalarında neler
olup bittiği vb. sorular Malezya’yı ve Türkiye’yi ilgilendirmiyor mu? Sorulacak
onlarca soru varken ve de inanıyoruz ki,
Başbakan Erdoğan’ın ve de Başbakan Necib Bin Razak’ın cevap vermekten memnun
olacağı konular dururken neden soru cevap bölümü olmadığı sorgulanmalıdır. Bunu
salt bir kayıtsızlık olarak değerlendirerek geçiştirmek mümkün değil. Bu dahi
kendi başına üzerinde kayda değer araştırmalar yapmayı gerektiren bir husus.
Girişte ifade ettiğimiz üzere bu ziyaret, 1963 yılında temelleri atılan
yarım yüzyıla dayanan bir geçmişin üzerine gerçekleşiyor. Ancak Başbakan
Erdoğan’ın ve heyetin bu ziyaretini, geçmişe bakışın ötesinde gelecek vaad eden
ve bu anlamda yeni başlayacak ikinci yarım yüzyıl ilişkilerinin ilk safhası
olarak değerlendirmek daha doğru olur. Böyle bir vizyonla bu ziyarate ve etkilerine
bakmak, bir yanda İslam coğrafyası denilen bütünün neredeyse batısından
doğusuna iç ve dış kaynaklı sorunlarla boğuştuğu bu dönemde yapıcı ve
düzenleyici ilişkilere kapı aralamak, öte yandan ASEAN gibi dünyanın gözünün
üzerinde olduğu bir bölgede Türkiye’nin gelecek elli yılda ne türden rollere
aday olabiliri düşünmek gerekir.
Ancak burada bu ziyaret çerçevesinde hangi alanların geliştirilmeye matuf
olduğuna bakmakta fayda var. Kaçınılmaz olarak enerji, ticaret ve yatırım, turizm,
inşaat sektörü, İslami Finans, otomotiv sanayi, halklar arası kültürel bağlam
gibi konvansiyonel alanların dışında afet yardım mekanizması, küçük-ve orta
ölçekli işletmeler üzerine araştırma-uygulamalar, Helâl Gıda’yı da
içeren gıda güvenliği, savunma sanayii, alternatif enerji üretimi vb.
geliştirilmesine vurgu yapılmalıdır. Bu alanlardan Helâl Gıda,
İslami Finans, alternatif enerji gibi alanların küçümsenmemesi, aksine ciddi
kurumlar vasıtasıyla ilk elden işbirliklerinin geliştirilmesinde fayda var. Adı
‘İslami’ olsa da nihayetinde ‘paranın’ konuştuğu bir finans sektöründe bölgede
Singapur, Avrupa’da da İngiltere’nin son birkaç yılda ne tür bir yaklaşım
sergiledikleri biliniyor. Singapur, Ortadoğu’daki en önemli ticaret ortağı
Suudi Arabistan’la bölgede de Malezya ile İslami Finans konusunda çabalara
ağırlık verirken, İngiltere Başbakanı David Cameron da geçen yılın sonlarına
doğru yaptığı açıklamada Londra’yı İslami Finans merkezi yapmak istediklerini
açıkça dile getirmişti.
Başbakan Necib bin Razak’ın Türkiye ziyareti sırasında gündeme gelen
savunma sanayii işbirliği halen geliştirilmeyi bekleyen önemli bir alan gibi
gözüküyor. Özellikle kendisiyle görüştüğümüz Stratejik ve Uluslararası
Araştırmalar Merkezi Başkanı Tan Sri Rastam Muhammed İsa, geçen yıl Şubat-Mart
aylarında Sabah Eyaleti’ne yapılan Sulu Sultanlığı’na bağlı olduğu açıklanan gerillaların
çıkartmasına atıf yaparak, bu ve benzeri gelişmeler karşısında Malezya’nın
savunma alt yapısını Türkiye ile gerçekleştireceği ilişkilerle
sağlamlaştırabileceğine vurgu yaptı.
Gündemin ekonomik ilişkiler bağlamına oturtulması bir ölçüde anlaşılabilir.
Ancak ilişkiler ağını ‘maddeci’ algı ve algılatmalara yönlendirmek hiç kuşku
yok ki, büyük fotoğrafın görül(e)mediğini ortaya koyar. Bu bağlamda
kendileriyle sık sık görüştüğümüz Malezya akademisi ve sivil toplum liderleri, iki
ülke arasındaki ilişkilerde “halklararası” ilişkilerin öncellenmesi, en az
ekonomik ilişkiler kadar yer verilmesi kanaatini açık ve net dile getiriyorlar.
Örneğin, Malezya’nın doğduğu yer Cohor Eyaleti başkenti Cohor Bahru ile
İstanbul’un kardeş şehir olma özelliklerinden hareketle bile ciddi
birlikteliğin önünü açacak girişimler olabilir. Bu noktada, söz konusu
çevrelerin kaygılarına tekabül edecek kaygılara sahip yetkililer bulmakta fayda
var. Veya bu yetkililerden bu kaygıları azami ölçüde dikkate almalarını
beklemek değil, bunu realize edecek süreçleri harekete geçirmekte bir
zorunluluk arz ediyor. Bu çerçevede, görüşmelerde Türkiye’de Malezya yılı,
Malezya’da da Türkiye yılı ilan edilmesinin gündeme gelmesi bu anlamda olumlu
bir girişim. Hazırlıkların ve çalışmaların nasıl sonuç vereceğini de birlikte
izleyeceğiz.
Bu çerçevede, her iki ülkenin ortak özellikleri derken atıf yapılan nokta
Müslümanlık olduğu ortaya çıkarken, halklararası ilişkilerin karşılığının da
bununla ilintili olması kadar doğal bir durum yok. Herhalde bunun sembolik
ifadesinin Başbakan Erdoğan’ın, Malezya Başbakanı Necib bin Razak’ı ‘kardeşim’
olarak hitap etmesiydi. Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ve parlamenter
demokratik değerleri benimsemiş, görece istikrarlı bir yapıya sahip, son
bölgesel ve küresel ekonomik krizlerden en az zararla çıkmış iki ülke gündeme
getiriliyor. Kimi aydınlara, Malezya’nın neye tekabül ettiğinin sorduğumuzda
aldığımız şu unsurlar öne çıkıyor: ekonomik rezervleri güçlü, ekonomik
istikrarı sağlayabilmiş, son derece düşük işsizlik oranlarına ulaşmış,
enflasyonu kontrol altında tutabilen, özellikle son otuz kırk yıl içinde
yoksulluğun önemli ölçüde azaltılması oluyor. Dr. Chandra Muzaffer’in dediği
gibi sorunlar olmakla birlikte iki ülkede demokrasi ‘etosunu’ geliştirmeye
gayret ediyor. Bu özellikleri ile dikkat çeken Türkiye ve Malezya’nın bir
yandan Birleşmiş Milletler, öte yandan D-8, G-20 içinde sadece ikili
bağlamlarda değil, bölgesel ve küresel özellikle de az gelişmiş ülkelerin
sosyal ve ekonomik kalkınmışlıklarında yerli halkların varlığını, düşünce
yapısını da dikkate alarak oynayabilecekleri roller elbette ki var.
Her iki ülkenin bölgesel ve uluslararası arenada işbirliğinin temelleri de
temelde yukarıda zikredilen ‘Müslümanlığıyla’ bağlantılı... Öyle ki, bu kökler
Malay entellektüel ve akademi çevreleri ile sınırlı kalmayıp, halk arasında da
Müslümanlıkla örtüştürüldüğü görülür. Kökleri Malaka Sultanlığı ve akabinde
Cohor Sultanlığı ile devam eden -kimi veya çoğu boyutları mitsellikten
kurtulamamış da olsa- bir tür tarihi kökler referansı güçlü. Modern dönemde
ülke yönetimleri ve uluslararası siyaset bağlamında ele alındıkta, Filistin
sorunu, Irak ve Afganistan İşgalleri, Suriye ve Mısır’daki gelişmeler,
Myanmar’daki soykırım vb. sorunlara benzer karşılıklar iki ülkenin
işbirliklerinin temelleri olarak değerlendirilmelidir. Bu noktada Başbakan
Erdoğan’ın gene görüşmeler sırasında Suriye, Mısır ve Güneydoğu Asya’da
Myanmar’daki Arakan Müslümanlarının ahvaline dair görüş alışverişinde
bulunulduğunu söylemesi önemliydi. Ancak bu hususlarda iki ülkenin sarf edeceği
enerjinin kimi ilgili ülkeler nezdinde benzer yaklaşımların tetiklenmesini
sağlayacak bir derinlikte olması da kaçınılmaz. Bugün Malezya’nın Mindano ve
Patani’de barışı sağlama konusundaki girişimlerinin Türkiye’nin gözlemciliğin
ötesinde rol almasını gerektirecek tarihi ve de jeo-stratejik boyutları
unutulmamalıdır. Öte yandan, Myanmar’da Arakanlı Müslümanlara yönelik soykırım
sürecinde her iki ülke tarafından ortaya konan çabaların sahada ses getirecek
şekilde yapılandırılması elzemdir. Henüz görece yeni bir sorun olarak ortaya
çıkan, ancak köklü siyasi değişikliklerin ufukta olduğu izlenimi veren
Bangladeş bağlamında da acilen aktif rol alınmasında bölgenin sosyo-kültürel
güvenliği için kaçınılmazdır.
Yukarıda zikrettiğimiz ‘hinterland’ bağlamı geliştirilmeye matuf olduğu
aşikârdır. Bugün Başbakan Erdoğan’ın Malezya ziyareti
nedeniyle Güneydoğu Asya hinterlandında kayda değer bir ‘heyecan’
bulunmaktadır. Sadece Malezya’daki değil, aynı zamanda kendi coğrafyalarındaki
Patanili, Açeli, Arakanlı, Bangladeşli, Mindanaolu çevrelerde bu heyecanın
varlığını yakinen biliyoruz. Bu heyecanla bu çevrelerin Başbakan Erdoğan’la
görüşme talepleri olduğuna bizzat şahidiz. Ancak buna karşı gelecek bir yapı
ortada var mı? Bu talepleri dinleyecek, bu taleplerin neye tekabül ettiğini
idrak edecek bir yapı... Bu yapıyı ortaya çıkartabilecek bir insan gücü, bir
kabiliyet merkezi var mı sorularını da hemen peşinen sormakta fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder