Vietnam Devlet Başkanı Truong Tan Sang 25 Temmuz’da
Washington’a resmi ziyarette bulunacak. Bu ziyaret 2007 yılında dönemin Devlet
Başkanı Nguyen Minh Triet’in G. W. Bush’la görüşmesinden sonra iki ülke
arasında üst düzeyde gerçekleştirilecek ilk önemli girişim. Ziyaretin her iki
ülke içinde önemine kuşku yok. Ancak aşağıda detaylı bir şekilde ele alınacağı
üzere bu önemin Vietnam için boyutu çok daha kayda değer. Bu bağlamda bu
girişimin, son dönemde bölgedeki gelişmelere paralel olarak Vietnam yönetiminin
yeni açılımlar konusundaki isteğinin dışa vurumu olarak da yorumlanabilir.
Ziyaret öncesinde Vietnam’da neler olup bittiğine genel itibarıyla bakmakta
fayda var.
Günümüzde Amerika-Çin eksenine oturan hegemonya yarışı
bağlamında bu iki gücün nüfuzlarını giderek yeniden Vietnam üzerinde daha fazla
hissettirmesi söz konusu. Tarihte bu iki güce karşı, bir anlamda topraklarını
ve kültürel aidiyetini koruma mücadelesi verirken, bugün bu iki gücün stratejik
çıkarları doğrultusunda tüm bölgeyi içine alan çıkar çatışmalarında Vietnam’ın
bir mücadele alanı olduğu görülüyor. Bununla birlikte, Vietnam’ın duruşunu
pasif bir konuma indirgeyerek okumaktan
ziyade, gelişmeler karşısında ülkenin kendi siyasi varlığını korumaya
endeksli bir yaklaşım içerisinde olduğu düşünülebilir.
Bir yanda sınır komşusu ve ortak bir siyasi
yönetimi paylaştığı Çin, öte yandan 1960’ların ikinci yarısında topraklarına
nüfuz etmiş bir Amerika bulunuyor. Bunun bir yandan teritoryal, öte yandan
ekonomik boyutları var hiç kuşkusuz ki. Teritoryal boyutlardan kastedilen,
elbette ki Güney Çin Denizi’nde yaşanan Adalar ve kıta sahanlığı sorunu. Çin
yönetiminden bir süredir sadır olan demeçler ve Çinli balıkçı teknelerinin ve
de akabinde güvenlik birimlerinin Adalar çevresindeki bazı ‘somut girişimleri’
uzun süredir soğumaya bırakılmış bu sorunu yeniden aktive etme anlamı taşıyor.
Bu iki gücün Vietnam’da ne türden karşılığı olduğunu
görmek için ekonomi alanından da bir örnek verelim. İlk etapta söylenmesi
gereken, Vietnam’ın bölge ülkeleri arasında ekonomisi büyük ölçüde Çin’e
bağımlı ilk ülke konumunda olduğu gerçeğidir. Çin’in istediği zaman ‘ezme’
gücüne sahip olduğu bu ekonomik ilişkiye karşılık, Vietnam’ı -tarihin bir
çelişkisi de olsa- kurtuluş alanı olarak Amerika ile yakınlaşmaya itiyor.
Örneğin, geçen yılki ekonomik etkileşim de bunu rakamlarla ortaya koyuyor
zaten. Vietnam’ın Çin’le ticari ilişkisi 15,5 milyar Dolar açık verirken,
Amerika ile ticaretinde benzer rakamla artı verdiği görülüyor. Çin’in giderek
bölgede kendini hissettiren siyasi gücünün de eklenmesiyle Vietnam yönetimini
bir tür Çin sendromuna sevk eden durum alt edilmeyi bekliyor. Bunun çıkış yolu
da -bir başka alternatif olmadığına göre- Amerika ile günün modası ‘stratejik
ortaklık’ anlaşması imzalamak. Bu noktada, önümüzdeki hafta Vietnam Devlet
Başkanı’nın görüşmelerde gündeme getireceği en önemli konu bu olacak. Bu
yöndeki niyet, 2008’de Çinle imzalanan benzer bir anlaşmayı -ki Güney Çin
Denizi’ndeki problem nedeniyle pek de hayata geçirildiği söylenemez-
dengelemeye yönelik olduğu düşünülebilir.
Bu durum, hiç kuşkusuz Vietnam yönetiminde ve de halkında
bir tür şaşkınlığa yol açmıyor değil. Bu şaşkınlık iki vechelidir: İlki, bin
yıla varan Çin hakimiyetine rağmen, asimilasyon politikalarına boyun eğmemekle
gurur duyan ve Vietnamlılık aidiyetini sürdürebilmeyi başarmış olan ülke
olması. İkincisi ise, dünyanın ‘iki kutuplu’ yapılaşmanın vuku bulduğu tarihi
dönemde gücünü Vietnam üzerinde sınamayı deneyen Amerika karşısında ise
neredeyse bir tarih yazdığı ileri sürülebilecek bir Vietnam halkının varlığı.
Bugün kimi gözlemcilerin ifadesiyle, Vietnamlılar bu iki ‘şeytan’ın ülkelerinin
siyasi ve de ekonomik geleceğini belirlemesinden kurtulabilmiş değil.
Tam da bu noktada, bir üçüncü yol olarak Vietnam’ın
bölgede kendisine destek bulabileceği kaç ülke var diye sorulduğunda akla kapı
komşusu Laos ve Kamboçya’dan başka ülke gelmiyor. Zaten bu ülkelerin de siyasi
ve ekonomik güç olarak esamesinin okunmadığı ortada. Öte yandan, üyesi olduğu
ASEAN’da başka hangi ülke veya ülkeler Vietnam’a arka çıkacak ideolojik,
kültürel ve dini bir benzerliğe sahip sorusunun cevabını da bulamıyoruz.
Bu çerçevede, Vietnam yönetimi Çin gücüne alternatif
olarak Amerika ile yakınlaşma isteğinde olduğu izlenimi veriyor. Bunun en
son somut örneklerinden biri Vietnam Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakan
Yardımcısı Do Ba Ty’ın Haziran ayı sonlarında Amerika’da Pentagon’a yaptığı
ziyaretti. Bu ziyaret, Vietnam Savaşı sonrası Amerika-Vietnam askeri ilişkileri
bağlamında bir zirve kabul ediliyor. Generaller zirvesinde konunun hiç kuşkusuz
yukarıda dile getirdiğimiz Güney Çin Denizi’ndeki problemle yakından ilintili.
Bu noktada Amerikan yönetiminin geçen yıl ilân ettiği ‘Asya-Pasifik bölgesini yeniden dizayn’
projesinin bir uzantısı olarak Vietnam’ı Çin gücüne karşı askeri anlamda da
güvenceye alma konusunda bir çıkarımda bulunmak mümkün.
Ancak Amerikan’ın tıpkı benzerlerinde olduğu gibi
Vietnam’ın siyasi ve ekonomik yardım/işbirliği taleplerine yeşil ışık yakmanın
ilk ve temel aracı olarak -benzer ülkelerde ileri sürdüğü üzere- insan hakları
ve demokratikleşme konularını masaya yatırdığı malum. Tam da bu noktada, Amerikan yönetiminin bu iki olguyu ortaya
atmasında gerçekten Vietnam halkının varlığına yönelik bir tehditten mi yola
çıkıyor sorusunu sormalıyız. Yoksa insan hakları ve demokrasinin yabancı
yatırımlarla ülkeyi saracak tüketim kültürünün önünü açacak bir ‘ilk müdahale
alanı’ olmasın sakın?
ABD’nin Soğuk Savaş döneminde kanlı rakipleri
olan ülkelere girişine dair en önemli göstergelerden biri olmuş ulusaşırı
şirketlerin varlığıdır. Bu anlamda, Vietnam’da neler olup bittiğine
bakıldığında karşımıza benzer bir sürecin çıktığı görülür. Örneğin, Starbucks,
Subway, Pizza Hut gibi kafe ve restoranlar zincirinin yeni halkaları yakın
geçmişte Vietnam’a çıkarma yapmıştı. Birkaç gün önce gerçekleşen imza töreninin
ardından Vietnam Başbakanı’nın oğlu McDonalds’ın Vietnam şubelerini açma
imtiyazını elde etti. Aslında bu gelişmenin değişik alanları içine alan farklı
vecheleri olduğu görülüyor. Ancak biz bunlardan sadece birkaçına değinelim.
İlki, Amerikan yönetiminin Vietnam gibi modern Amerika tarihinde unutulmayacak
bir yer edinmiş bir ülkeye 21. yüzyıl şartlarında yeniden müdahale etmenin
yolunu bulduğunu gösteriyor. İkincisi ise, Vietnam yönetiminin Amerika’nın siyasi baskıları karşısında
verebileceği olumlu karşılıklar karşısında siyasi elit ve çevresinin ne gibi
maddi kıymetlerle mücehhez kılınacağına da örneklik teşkil ediyor.
Sadece Amerikan kültürünün değil, siyasi
yaklaşımının da bir ürünü olduğunun göstergesi olarak McDonalds 38 yıl sonra
bir Amerikan hattı olarak Başkent Ho Chi Minh’de (Saygon) ilk şubesini açıyor.
Bu ‘ticari yatırımların’ Vietnam halkı için ne gibi anlamı olabilir? Amerikan
‘aura’sını derinden yansıtan bu yeme-içme kültür merkezleri, Vietnam gençliği
için sosyalizm yönetimi altında maruz kaldıkları psikolojik baskıdan
kurtulmanın bir aracı telâkki
edilebilir. Bir nesil öncesinin, yani ebeveynlerinin Amerika’ya karşı
verdikleri mücadelinin ardından bugünkü neslin nasıl bir donanıma sahip
olduklarını ortaya koyması bakımından önemli. Kimi zaman, örneğin Myanmar
konusunda dile getirdiğimiz üzere, şayet Amerika bir ülkede siyasi ve toplumsal
değişime yönelik bir niyet taşır veya gereği duyarsa ‘tüm kurumlarıyla gelir’
kuralını Vietnam’da da görüyoruz. Yeme-içme gibi sıradanmış gibi
algılanabilecek bir gündelik edimin, ideolojik boyutları olmadığı iddia
edilemez. Aksine, özellikle Amerika söz konusu olduğunda Amerikan kökenli
şirketlerin varlığı tüm kültürel yönetim mekanizmaları ile sadece açlık ve
susuzluğu gidermiyor, bundan çok daha ötesi kalıcı bir ‘bilinç edimi’ne
hazırlık sağlıyor. Bu meyanda olmak üzere, Vietnam gençliğinin yeni zamanların
Amerikan’ın ‘soft’ kültürel savaş stratejilerine ne kadar hazırlıklı olup
olmadıkları sorgulanabilir.
Tabii, gençlerin Batı’ya yani Amerikaya
dönük bir eğilim içine girmelerinde ellerini güçlendiren unsur ise, ülkedeki
sosyalist ideolojiye bağlanmış elit yönetici tabakanın halkın önemli bir
bölümüne sürdürülebilir bir sosyo-ekonomik yaşam sunamaması kadar, farklı
açılımları olan bir sosyo-siyasi toplum imkânı açmamış/tanımamış olmasında yatıyor. Örneğin
ülkenin ana üretim odağını oluşturmasına rağmen, tarım kesiminin ve son
yıllarda %7’leri gören büyüme hızında ortaya çıkan görece kalkınmacı ekonomi
hamlelerine karşılık tüketim fiyatlarındaki artış nedeniyle işçi sınıfının
da derinden maruz kaldığı mağduriyetler
sosyalist ekonomi politikaları güttüğünü söyleyen bir yönetimin karşı karşıya
kaldığı açmazlar arasında. Kimi gözlemcilerin ifade ettiği üzere, 1980’lerde
gündeme getirilen ‘piyasa yönelimli sosyalist ekonomi’ reformunu destekleyecek
siyasi açılımların gerçekleştirilmemiş olması geniş kesimler ile yönetim
arasında sadece ekonomik değil, sosyo-politik yarıkların oluşmasında başat rol
oynuyor.
Bir yanda Çin ve
Amerikan'ın bölgedeki çıkarları, öte yanda Vietnam halkının yaşamına pozitif
katkıları tartışmalı kendine has sosyalist ekonomi-politikaları önümüzdeki
hafta gerçekleşecek Devlet Başkanları zirvesinin ana konuları olacak. Bugüne
değin Vietnam Savaşı üzerinden halk kitleleri üzerinde manipülatif bir
yapılaşma sergilemiş olan hükümetin önümüzdeki süreçte bir takım açılımları
gündeme getireceğine kesin gözüyle bakılabilir. Ancak sorun, bu talepleri halk
istediği için mi, yoksa Amerika'nın kendi oryantasyonuna matuf taleplerine
karşılık ülke yönetiminde siyasi gücü elinde tutan çevrelerin idamesinin devamı
şeklinde mi olacağında kilitleniyor.
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=267736
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder