Mehmet Özay 13 Temmuz 2013
Cakarta seyahatlerinin her arefesi biraz endişeli başlar. Bu endişenin
yoğunlaştığı an ise hiç kuşku yok ki, uçağınızın Sukarno-Hatta Havalimanı’na
inişe geçtiği zaman dilimidir. Şehrin açık güneşli bir atmosferinin sizi
neşelendireceği mi, yoksa yağmuru her an bekleyen yoğun siyah bulutlarına
karışmış hava kirliliği ile karamsarlığa mı bürüneceğiniz bu anda belirginlik
kazanır. Uçaktan adımınızı atmanızla birlikte şayet yağmur damlalarıyla
karşılaşmadıysanız endişenizde görece bir azalma, tersi olduğunda ise
karamsarlık halinde bir artış olacaktır. Niçin diye sorulabilir? Cakarta’da
yağmur demek şehir merkezine ulaşımı sağlayan otoban’da saatler sürecek bir
ızdırap anlamına gelir.
Komşu ülke başkentlerinin aksine, şehre ulaşımda herhangi bir raylı
sistemin olmayışı Cakarta’nın kimilerince öne sürülebilecek ünü önünde duran en
önemli engellerden biri. Sadece yabancılar için değil bu endişe tabii ki. Bir
ucundan diğerine onlarca iç uçak seferlerine konu olan söz konusu başkent
havalimanına her gün binlerce Endonezyalı geliyor. Geçen günkü seyahatim
sırasında gün ortası olmasına rağman ağır aksak ilerleyen trafikte taksi
şoförüne “Otoban dışında, arka köylerden şehre inen alternatif yol yok mu?”
soruma aldığım hayır cevabı hiç de iç açıcı değildi. Trafiğin can sıkıcılığını
aşmanın en güzel yollarından biri açıp bir şeyler okumaktı.
Ziyaretin ana amacının dışında kalan kıymetli vakti değerlendirmenin yolu
şehrin giderek her köşesine dağılma emaresi gösteren dev alışveriş merkezleri
yerine, bu merkezleri ‘es geçip’ kadim şehrin köklerine uzanmaktı. Bu yıl 486. kuruluş
yıldönümünün kutlandığı Cakarta’da şehre son döneme kadar kimliğini kazandırmış
olan ve bugün de şehir görünümünde kayda değer bir yeri olduğuna kuşku olmayan sömürge
yapılarının bulunduğu Eski Şehre (Kota Tua) kısa bir gezi son derece
yerindeydi. Eski
Şehir olarak çevirebileceğimiz Kota Tua adıyla bilinen semptir. Kuzey
Cakarta’da liman bölgesindeki, yani Sunda Kelapa’da Kota Tua yönetim binası,
ticari depoları vb. yapıları ile dünden bugüne kalan sömürge dönemi maddi
unsurları olarak dikkat çekmektedir.
Cakarta’nın 1619 yılında kurulduğu dikkate alındığında zamanla gelişen
ticari faaliyetlere ve sömürgecilik idaresine paralel olarak Eski Şehir’de 1640’lı
yıllardan 1760’lara kadar süren dönemde önemli yapıların inşa edildiği görülür.
Bu yapılar arasında hiç kuşku yok ki, ticaret amaçlı inşa edilmiş depolar başlı
başına bir yer işgal eder. Günümüzde bu depoların bulunduğu yer Cakarta’nın
kuzey bölgesinde, Eski Şehir adıyla bilinen Kota Tua’dadır. Burası, Ciliwung
Nehri’nin Sunda Denizi’ne dökülmesi, diğer su yollarına yakınlığı ve elbette
hinterland’ındaki verimli araziler gibi çeşitli özellikler dolayısıyla
Hollandalılarca önemli bir bölgeydi.
Geçmişte, bu depolardaki mal stoğunun ve de limana yanaşan gemilerin
kıymetine kuşku yok. Bu nedenle, depoların bulunduğu yapıların bir bölümü, aynı
zamanda “kale” işlevi de görüyordu. 1645
yılına tarihlenen Culemborg Kalesi’dir. Culemborg adı, dönemin valisi General
Antonio van Diemen’in Hollanda’daki doğduğu yerin adıdır. Zamanla Malay
Takımadaları ile Avrupa Kıtası arasında giderek artan ticaret hacminin adaların
çeşitli bölgelerinde, özellikle de sömürgeci güçlerce inşa edilen sömürge
başkentlerindeki depoların genişletilmesine neden oluyordu.
Örneğin şehrin dokusunu veren ‘kanallar’ gibi bu ticaret depoların mimari
özellikleri de Hollanda’dakilerin benzerleridir. Bu anlamda, bu unsurlar bizzat
batılı sömürgecilerle hayata geçirilen maddi kültürel aktarımının canlı
örnekleri olarak bugün de varlıklarını sürdürmektedirler. Bu depolar özellikle
baharat ve çay, kahve gibi çeşitli plantasyon ürünlerinin toplandığı ve
musonların ardından denize açılan gemilere yüklendiği yerlerdi. Hollanda’nın
Takımadalar’daki sömürgecilik faaliyetinin genişliği dikkate alındığında sadece
Betavi ve çevresinden değil, Cava Adası kadar Maluku, Sulavesi gibi diğer
adalardan da mal sevkiyatının yapılıyordu. Bu anlamda Kota Tua’daki liman ve
depoların çok daha stratejik özellikler taşıdığı ortaya çıkar.
Günümüzde depoların Batı bölümündeki kısmı Denizcilik Müzesi (Museum
Bahari) olarak kullanılıyor. Sömürgecilik öncesi dönemden kalma buluntularıyla
da dikkat çeken müzenin hemen karşısındaki mekânda ise gemi replikaları yer
alıyor. Aslında sömürge yönetimlerinin başkentlerini geniş ırmaklarla denizin
buluştuğu noktada inşa ettikleri düşünüldüğünde bu bölgede, aynı zamanda idari
merkez de yer alıyordu. Bu amaçla inşa edilen üç katlı betonarme bina Kota
Tua’nın tam ortasında geniş meydana bakmaktadır. Meydanın öte yanında ise “Batavya
Cafe” adlı restoran mimari dokusuyla ve de cazip yerli menüsüyle meydana
rengini veren yapılardan. Bu meydan, aynı zamanda çeşitli kültür sanat
etkinliklerine konu olmasıyla da dikkat çekiyor. Gecenin geç saatlerine kadar
devam eden etkinlikler sadece Cakartalıları değil, yerli ve yabancı
ziyaretçileri de cezbeden yönlere sahip. Çeşitli el sanatları ürünleri satışından
‘Cakarta hippilerine”, geleneksel el falı uzmanlarından şifa dağıtanlara kadar
çok renkli bir atmosfere tanık olmak mümkün.
Sadece Güneydoğu Asya’nın değil, dünyanın en kalabalık nüfuslu şehri olarak
dikkat çeken Cakarta bugünlerde yeni bir gelişme hamlesine adım atmak üzere. Politik
yaşamda hüküm süren güçlü Cava milliyetçiliği nedeniyle, ülkede özellikle
Suharto yönetimi sırasında, 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak kalkınmacı
politikalarının yoğunlaştığı yer olması bir yandan maddi yapılaşmayı gündeme
getirirken, bu yapıların inşasından merkez ve çevre tüm kurumsal donanımlarını
gerçekleştirecek insan iş gücünün de şehre akmasına neden oluyordu. Bir yandan
modern binalar yükselirken, öte yandan şehrin nüfusu kozmopolitlik derecesinde
artış meydana geliyordu. Bu sürecin insan/mekan ilişkisini gerçek değerleri ile
ortaya koyduğunu söylemek maalesef mümkün değil. Cakarta ortaçağlarında inşa
edilen Kota Tua’dan şehrin merkezine akan geniş bulvarlar, bu bulvarlara
eklemlenen varoşlarla biçimlenmiş ara yollar farklı bir dünyaya girildiği
izlenimini uyandırıyor. Oysa ki, sahip olduğu Müslüman nüfusu ile öğünen bir
beldenin ki, bu bir başkent ise şehir sakinlerinin yaşamını ait olduğu
medeniyetin hakiki unsurlarını yerelle meczetmiş anlayışın ürünlerini görmek
istiyor insan. Umarız, Vali Joko Widovo yerli ve yabancı turistleri sadece Kota
Tua’ya mahkum etmez ve önümüzdeki süreçte şehrin dini/kültürel ve sosyal
gerçekliğine uygun yapıları ile donatmaya başlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder