Mehmet Özay 26 Temmuz 2013
Laos, one of the three countries in Indo-China,
has a relatively small territory which does not have an access to seas. In this
context, it makes this country unique among the other regional states. Owing to
this reason, it has not much interacted with neither internal nor external
folks historically. Even today, the interactions of the larger ethnic group Lao
settled in the central and northern parts with the ethnic minorities inhabiting
in the mountainous regions, particularly in the border of Viet Nam are
problematic. On the other hand, Muslim community is very tiny if compared with
the ones in neighbor countries. Laos has a great experience of pre-colonial three
native kingdoms territorially divided from each other; reorganization by the
hands of the colonial power; collaboration of the Palace circles with the
French; civil war; Vietnam War, communist revolution… Now Laos people wish to
forget the dark past and commence a new life. There might be a bright future for
them in the context of recent developments in the region, provided that the
political elite plays a significant role…
Hint-Çini’nde
bir kara devleti olan Lao veya Laos olarak da adlandırılan “Lao Demokratik Halk
Cumhuriyeti” son dönemdeki değişim/açılım politikalarından pay almaya
çalışıyor. Ülke, sahip olduğu toprak parçası kadar nüfusu ile de bölgenin en az
nüfus yoğunluğuna sahip ülkesi sayılır. Halkın, %60’a varan önemli bir bölümünü
“Lao” etnik çoğunluğu oluşturuyor. Nüfusun
geri kalanını ise, yukarıda zikredilen coğrafi şartların sonucu olarak ‘yerli’
aidiyetlerini koruyan ve bu anlamda animist inanç sistemine tabi Hmong, Kha ve
Kmhmu etnik yapıları teşkil etmektedir. Lao merkez siyasi yönetiminin bu
azınlık gruplarıyla geçmişteki etkileşimine aşağıda değineceğiz.
Ülkedeki
Müslüman unsurlara kısaca göz atmakta fayda var. Bölgede Müslümanların
varlığına referans olarak, Fransızların sömürge döneminde ara işlerde
çalıştırmak amacıyla getirdiği Tamil kökenliler, Pakistan’lı kökenli Peştunlar
ile Khmer rejiminden kaçan Kamboçyalı Müslümanların oluşturduğu çok küçük bir
grup mevcuttur. Müslümanların genel nüfus içerisindeki oranı ise %1’in altında
olduğu varsayılıyor. Tabii, Budist çoğunluk içinde yaşayan Müslümanlar
denilince akla aynı coğrafyadaki örneğin Tay Budist toplumu içerisindeki
Patani, Burma Budist toplumundaki Arakan gibi sorunlu bölgeler akla geliyor.
Tarihsel olarak gerek bölge içi gerekse Ortadoğu-Hindistan eksenli ticaret,
sosyal ve dini içerikli göçlerin ulaştığı noktaların liman şehirleri olduğu
düşünüldüğünde söz konusu bu göçler vasıtasıyla Müslümanların bugünkü sınırları
içerisindeki Laos’a gelmediklerini varsaymak mümkün. Bununla birlikte, Çin’e,
Myanmar’a ve Kamboçya’ya -kısmen yukarıda değinmiştik- komşu olması özellikle
yirminci yüzyıl boyunca bu ülkelerde Müslümanlara yönelik baskı ve zulümlerden
kaçan bazı grupların Laos’a yerleştiği düşünülebilir. Bu noktada, Laos Müslümanları
olarak adlandırılabilecek bir kitleden bahsedilebilirse de köklü kurumsal
yapılanmalar konusunda diğer çevre ülkelerine nazaran gelişmeye matuf olduğunu
söylenebilir. Özellikle Myanmar’da Müslümanlara yönelik saldırıların bölge
ülkelerinde karşılık bulması gibi bir ihtimal göz önüne alındığında -ki bunun
ipuçları Malezya ve Endonezya’da ortaya çıkmaya başlamıştır, Laos
Müslümanlarının kendilerini koruyabilecek bir yapılanmaları söz konusu
değildir. Öte yandan, çok az bir kitlede olsa, Laos Müslümanlarının eğitim,
sağlık, ekonomik yeterlilik gibi alanlarda kendine yeter bir yapıya
kavuşturulmaları üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmeyi hak ediyor.
II. Dünya
Savaşı hemen öncesinde başlayan sömürgecilik karşıtı eğilimler, savaş
sonrasının; komünist hareketlerin monarşi/milliyetçi bloga karşı mücadeleleri;
20. yüzyıl ortalarında başgösteren Hint-Çini savaşları ve Batılı unsurlar ve
Çin’in müdahaleleri, Sovyet Rusya’nın çöküşü ve Çin’in liberal ekonomiye geçişi
vb. dikkate alındığında, aynı zamanda bir ASEAN üyesi de olan Laos’un bölgenin
yeniden şekillenmekte olan jeo-stratejik ve ekonomik süreçlerinden bağımsız
kalmayacağı kesin. Hatırlatma babında dikkat çekilen bu ve benzeri hususlar
1965 yılında bölgeye gelen ve bir daha da çık(a)mayan Lao dilbilimcisi James R.
Chamberlain’ın ifadesiyle daha o dönemlerde, bir kasaba görünümünde olmakla
birlikte, dünyanın batısı ile doğusundan pek çok kişinin ‘cirit attığı’ bir
beldedir başkent Vientiane. Laos’u bu nedenle önemsemekte dünü, bugününü
anlayarak geleceğe projeksiyon yapmanın faydalı olduğuna şüphe yok.
Mevcut
duruma geçmeden önce kısaca geçmişte neler olup bittiğine bakmakta fayda var.
Fransız sömürgeciliğinin 17. yüzyıl sonlarında başlattığı Hint-Çini’ne
(l’Indochine Française, ki bu tanımlama daha sonra l’Union indochinoise’e
evrilecektir) özellikle Fransız Katolik misyonerleri koruma adına başlattığı
ardından 19. yüzyılda ekonomik vecheye bürünen nüfuz çabalarıyla
kıyaslandığında, görece geç bir tarihte, yani 1893’de Fransa’nın nüfuzu altına
giren bu topraklar, o dönem söz konusu coğrafyada varlık süren üç farklı Lao
Krallığı’nın elbette sancılı olan birleşme sürecine tanıklık etmiştir. Sancılı
diyoruz çünkü, bu üç farklı monarşinin ‘gevşek’ teritoryal egemenliklerinin
ortadan kaldırılması, yeni ‘mutlak’ sınırların konulması, modern bürokratik
idari mekanizmanın gündeme getirilmesi vb. özellikle ulaşım ağının oldukça
sınırlı olduğu bu coğrafyada büyük bir sorundu. Öte yandan, bu merkez güçlerle
dağlık bölgelerdeki çeşitli etnik unsurlar arasındaki dini/kültürel, ekolojik,
siyasal ve coğrafi farklılıkların çeşitli süreçlerle aşılma çabası da başlı
başına bir konudur. Öyle ki, merkez güçleri teşkil eden bu krallıklarla, farklı
dini-kültürel bağlamlarda yaşayan etnik unsurların varlığı ve bunlarla girilen ilişkiler
de sadece maddi sınırların değil manevi, yani bir merkezi-devlet olgusu
etrafında yeniden şekillendirilmek zorunda kalınmıştır. Çünkü sömürge öncesi
dönemde örneğin kendi sınırlarının ruhlar tarafından korunduğuna inanan ve bu
anlamda ‘otonom’ bir yaşam süren dağlık bölgelerde yaşayan etnik azınlıklar
ile, merkezde saray çevresindeki yapının dağlık bölgelerdeki unsurları ‘asimile
etme’ gibi bir çaba içerisinde olmaması sömürge yapısının yeni formatına geçişi
zorunlu ve de aynı zamanda sancılı kılıyordu.
Tabii, bu
sorunun bugüne kadar ne ölçüde çözülebildiği tartışmalıysa da, nihayetinde
Laos’u Laos yapan güçlerin belirlediği sınırların tanınırlığı böyle bir ülkeyi
ortaya çıkarmıştır. Nihayetinde bu süreç, 20. yüzyıl ortalarında kuzey
bölgesinde öne çıkan krallık “Luan Phrabang” monarşisi çatısı altında
birleşerek tamamlanabilmiştir. Sömürge süreci bir yandan teritoryal sınırları
oluştururken, aynı zamanda II. Dünya Savaşı sonrasının ulus devletine evrilecek
olan ‘Laos’ adının Fransızlarca verildiğine tanık olundu.
Tabii bu
noktada, sömürgeci güçlerin ‘yerlileri medenileştirme’ süreçlerinde idari
yapılanmanın öncelikli önem arz etmesi nedeniyle yeni sınırlarına ulaşan Luan
Phrabang monarşisi yönetimde saray ve çevresinin “Fransız eğitimli” ve
modernleşmede kurtarıcı rolü oynayan kadrolarına Başbakanlık, Bakanlık vd.
makamlarda görev vermiştir. Savaş sonrasının çetin şartlarında ‘Lao’ etnik
çoğunluğu etrafında şekillenerek, ‘yeni bir ulus’ olarak doğan Laos’un ayakları
üzerinde duramayacağını gören saray ve çevresi, o dönem tüm bölgeyi saran
‘bağımsızlık ülküsünü’ pratiğe geçirme arzularına rağmen, çareyi “geçici de
olsa” Fransız korumacılığında/mandacılığında bulmayı yeğlemiştir. Bu
korumacılık/mandacılık talebi karşısında Fransa’nın siyasi varlığı 1955 yılına
kadar sürmüştür. Bu mandacılığı yeğleme işinin gene yönetim elitinin tekelinde
gerçekleştirildiği malum. Neden o dönem yükselen bir güç olarak Amerika değil
de, imparatorluk döneminden çok şey kaybetmiş olan Fransa olduğu da
sorgulanabilir elbette. Tabii burada James Chamberlain’dan esinlenerek şunu da
söylemeden geçmeyelim. Saray ve çevresinin aldığı Fransız eğitimi onları
‘aydınlanmanın’ beşiği bir medeniyete şu veya bu şekilde eklemlenmelerine neden
olmuştu. Bu birikim, yönetim tabakasının ülkeyi modernleştirme projelerinde
ortaya koydukları ‘başarının’ arka plânını oluşturuyordu hiç kuşkusuz. Aydınlanma işinin önemli bir boyutunun
da gene 1960’lı ve 1970’li yıllarda başkent Vientiane’daki –“Sao Khong,
Mithason, Pai Nam, Sangkhomkhadi, Bulletin des Amis du Royaume Lao” vb., kayda
değer kitap ve dergi yayıncılığında bulmak mümkün. Bu da bize, Fransız
eğitiminin saray ailesiyle ve onların yönetimsel etkileşimleriyle sınırlı
kalmadığını, sözlü bir toplum özelliği sergileyen Lao toplumunda gerek ülke içerisinde
gerekse Avrupa’da eğitim olanaklarına kavuşan azınlık da olsa bir kitlenin
öncülüğünde sözlüden yazılıya kayan güçlü bir Lao kültürünün yeniden
şekillendirilmekte olduğunu görürüz.
Yukarıda
dile getirdiğimiz ‘Fransız korumacılığı/mandacılığı’ bağlamındaki seçim,
aslında bir başka alternatif yapılanmanın yolunu açacaktır. O da artık bölgede
hiçbir şekilde Batılı yüzü görmek istemeyen komünist hareketlerin Laos’daki
uzantısı “Viet-Minh”in siyasi bir güç olarak ortaya çıkması olmuştur. Bu yapı,
adından da anlaşılacağı üzere Vietnam tandanslı bir harekettir. Ancak
unutulmaması gereken bir şey var ki, o da bu hareketin dışardan ithal görünümü
verse de insan kaynakları noktasında, özellikle ‘Lao’ topraklarının orta ve
güneyinde önemli bir toplum kesiminde yaşam süren Vietnam asıllıların başat rol
oynadığıdır. Viet-Minh hareketinin güç kazanmasında da böylesi bir etnik
temelin varlığı göz ardı edilmemelidir. Üstüne üstlük dağlık kesimlerde yaşayan
etnik azınlıklar Fransız yönetiminin Lao etnisitesini öncelleyen yaklaşımı
karşısında ‘ayrımcılığa’ tabi tutulmasının da komunist harekete desteğin
nedenleri arasında olduğu unutulmamalıdır. Bununla birlikte, bu süreçte saraya
mensup bir isim Souphanouyong da komünist harekete ardından kurulacak partiye
üye olarak saray ve çevresinde büyük şaşkınlığa yol açmıştı.
Komunist
harekete devam etmeden önce Budizme dair birkaç söylemekte fayda var. Bu
süreçte, bölge halklarının kahir ekseriyetinin –nominal anlamda da olsa- bağlı
olduğu Budizmin birleştirici bir dini/kültürel yapı oluşturamadığı, aksine
Budizm her bir coğrafyada, ulus-devlet insaşı sürecinde etnik çoğunluğa dayalı
milliyetçiliği destekleyen bir aparata dönüşmüştür. Bu anlamda, siyasi bir
model sun/a/mayan Budizmle modern dönemde ortaya çıkan milliyetçiliklerin
birleşmesi bir anakronik durum oluştursa da sosyo-siyasi işlevselliği konusunda
kimsenin şüphesi yoktur herhalde. Bu durum, kendisini Laos’ta da ortaya koymuş
ve 1946 yılından itibaren monarşi, 19. yüzyıldaki rolünü büyük ölçüde yitirip
sembolik bir yapıya evrilirken, biri dini alanda Budizm ve diğeri siyasi alanda
milliyetçilikle kaynaşmıştır. Bu milliyetçi yapı, yukarıda değindiğimiz üzere
saray ve çevresinin varlığıyla ülke idari mekanizmasında kendini güçlü bir
şekilde hissettirmiştir. Bu sürecin belki kendi halinde işleyip farklılıkların
bir tür ‘zaman aşımına’ uğrayacağı tahmin edilebilir. Ancak Laos iç politikası
ve toplum yapısının şekillenmesi kendi başına bırakılmamıştır.
Bununla,
tabii ki Hint-Çini’ndeki sivil savaşları ve özellikle Vietnam Savaşı
süreçlerini kastediyoruz. Lao etnik kimliği üzerinden siyasi mücadeleyi yürüten
‘merkez’ Lao milliyetçi yapılanmasıyla, ülkenin doğusunda çeşitli etnik
azınlıkların yaşam sürdüğü Vietnam sınırındaki dağlık bölgelerde ortaya çıkan
komunist hareket ülkede on yıllarca süren iç savaş ortamına neden olmuştur.
Nihayetinde, Vietnam’ın desteklediği komünist grupların mücadelesi, dağlık
bölgelerdeki etnik azınlıklar için yeni bir siyasi bilinçlenme sürecine neden
olmuştur. Bu azınlıklar, aynı zamanda komunist mücadelenin örgütlü yapılaşması
içerisinde yer alan kadroların varlığını sürdürmelerine olanak tanıyacak maddi
ve manevi kaynakları temin etmesiyle de önem arz ediyordu. Nihayetinde, Laos’da
2-3 Aralık 1975 tarihlerinde ‘Pathet Lao’ adı verilen komünist Parti Kongresi,
bizzat müstakbel kral Vong Savang’ın krallığın resmen ülke yönetiminden
çekildiğini ilân
etmesiyle, yani bir anlamda ‘yumuşak devrimin’ gerçekleştirmesine neden olacak
kadar önemli siyasal sonuçlar doğmuştur. Bu süreç aslında 16. yüzyıldan itibaren
varlığını sürdüren monarşinin sonu anlamına geliyordu. Burada ilginç olan
husus, tıpkı İngilizlerin Malaya’da çok önceden hayata geçirdikleri üzere,
Fransızların da monarşiyi tümüyle ortadan kaldırmak yerine, siyasi egemenliği
ellerinden alıp, yerine sadece ‘dini/ritüelci’ yaşamın koruyucusu sıfatını
bahşetmesi olmuştur. Burada İngilizlerin Fransızların uygulamasında bir model
teşkil ettiğini söyleyebilir miyiz? Öte yandan, bu süreç, örneğin Tayland
monarşisinin 1932’deki “kırılmasının” ardından yaşanan siyasal alandaki
ayrışmalara ve halk nezdindeki ‘manevi’ karmaşaya yol açmamış, aksine bölge
halkının dini/mitik karışımı bir saygı beslediği monarşiye toplumsal rasyonel
bir işlerlik bahşedilmiştir.
Laos,
barış zamanlarında Tayland ve Vietnam’ın birbiriyle siyasi rekabete varan
karşılaşmalarına konu olmuştur. Bu siyasi nüfuz/etkileşimin, özellikle II.
Dünya Savaşı sonrasının etnik çoğunlukçu milliyetçiliğe dayalı komünist
ideolojilerin yeşerdiği ve buna karşılık Batılı güçlerin, merkezinde monarşinin
yer aldığı muhalefeti desteklemesiyle ortaya çıkan sivil savaşlar bölge
halklarının toplumsal hafızasında silinmesi zor izler bırakmıştır. Vietnam
Savaşı süreci gibi çatışma dönemlerinde Laos, Vietnam’ın ‘arka bahçesi’ haline
gelmişti. Bununla birlikte, ABD’nin de bir karşı girişimi olduğu vakidir. Bu
çerçevede, savaş süresince Amerika birliklerince Vietnam topraklarına sürülen
Laos topraklarında yaşayan -aralarında ‘çocuk savaşçıların’ -ki yaşları 8’e
kadar olanların da bulunduğu- altmış
bini bulan ‘Hmong’ etnik grubuna mensup kitle Amerikan silahlarıyla
donandırılmıştı. Öyle ki, ormanlarda saklanan bu sivil savaşçıları dış dünyayla
temaslarının kesilmesiyle Vietnam Savaşı sona erse de, bundan ancak on beş yıl
sonra gibi uzun bir süre varlıkları keşfedilmişti. “Afyon” meselesine de
değinmekte fayda var. Bölgenin ‘kültürel
norm’u kabul edilen afyon yetiştiriciliği ve tükeminin savaş döneminde Amerikan
‘varlığı’ sayesinde uluslararası ‘metaya’ dönüştürüldüğü ifade edilmektedir.
Laos’da
yaşanan komünist devrim de tıpkı yarım yüzyıl öncesinin monarşisi gibi kendi
ayakları üzerinde duramamış, Sovyetler Birliği ve Çin’de gerçekleştirilen
ekonomik liberalizme eklenlenmek suretiyle 1980’li yılların ortalarından
itibaren kapılarını uluslararası sermayeye açmıştır. Bu dönem, tıpkı Malezya’da
“Yeni Ekonomi Politikası”nın hayata geçirilmesine benzer şekilde Laos’da da
“Yeni Ekonomi Mekanizması” adıyla bir program yürürlüğe konulmuştur. Yeni
düşünce (chin thanakaan mai) olarak da adlandırılan bu süreç ekonomi alanında
paradigm değişimine, yani devlet-kontrolünden piyasa-yönelimli bir ekonomik
yapıya geçiş söz konusu olmuştur. Bu noktada, hiç kuşku yok ki, başka ülkelerde
de benzerleri görülen bu ekonomi açılımları, Hint-Çini’ndeki diğer ülkeler gibi
Laos’u da içine alacak şekilde, Batı güç odaklarınca projelendirilen dönemin
küresel neo-liberal yönelimlerine eklemlenme amacı taşıyordu. Malezya
örneğinden devam edersek, Malay Yarımadası’nda kalkınma hamlesi ‘uygun adım’
ilerlerken, bunun Laos’da gerçekleşmemesinin nedeni olarak siyasi ve idari
yetkenin halen politbüro’nun, yani Komunist Partisi’nin (Laos Devrimci Halk
Partisi) tekelinde olması ve bunun getirdiği bir dizi sıkıntılar olduğu ileri
sürülebilir. Bu durum, 1980’lerde başlayan ekonomide reform sürecinin siyasi
yansımalarının olmadığı yorumlarını güçlendiriyor. Laos’un sınırlarını açan bir
diğer gelişme ASEAN üyeliği olmuştur. 1992 yılında gözlemi sıfatıyla başladığı
işbirliğini 23 Temmuz 1997’da tam üyeliğinin kabul edilmesiyle önemli bir aşama
katetmiştir.
Bugün Laos
nerede duruyor?
Bölgenin açık denizlere bağlantısı olmayan tek ülkesi
konumundaki Laos komşu ülkelerin, özellikle nehirler ve deniz vasıtasıyla
sağlanan ulaşım ağından sağladığı avantajlardan yoksundur. Dış unsurlarla etkileşimine olanak tanımayan bu
özelliğinin ötesinde, görece küçük bir coğrafya olmakla birlikte, dağlık ve kesif ormanlık
alanlarla kaplı olması ülke içerisinde ve sınır boylarında yaşayan çeşitli
yerli halkların birbiriyle temasını zorlaştıran önemli faktörlerdendir. Bu
anlamda, kendi içine kapalı bir yapıdan, özellikle de çeltik tarımına elverişli
geniş ovalarda yaşayan Lao etnik çoğunluğu ile yükseltilerde hayat süren etnik
azınlıklar arasında bir ayrışmadan bahsedilebilir. Sömürge öncesi dönemde
sınırlı ancak barış ortamında sürdürülen ilişkilerin Fransızlar döneminde
yeniden yapılandırılması ile doğan sıkıntılardan kurtulunabilmiş değil. Bununla
birlikte, söz konusu bu etkileşimin günümüzde, ülkenin bir yandan kalkınma
kalkınma, öte yandan farklı etnik yapılarla birlikte var olma sürecinde göz
ardı edilemeyecek bir öneme sahip olduğuna şüphe yok.
Bu
dezavantajlarına rağmen, sahip olduğu ve henüz keşfedilmeyi bekleyen kaynakları
nedeniyle güç odaklarının göz ardı edemeyeceği bir coğrafya. Hatta yabancı
yatırımcılar noktasında alt yapı çalışmaları noktasında bir cazibe merkezi
olduğunu söylemek bile mümkün. Bu noktada Çin’in ‘atılımcılığı’ dikkat çekiyor.
Mekong Nehri’nin yanı başındaki Bokeo şehrine bağlı Ton Pheung’de tamamıyla Çin
idaresine verilmiş Serbest Ticaret Bölgesi bunun göstergelerinden biri. Burası
ticaret merkezi olmanın yanı sıra, her türünden eğlence endüstrisine de kapı
aralayan bir özelliğe sahip olması dolayısıyla Tayland ve Çinden sürekli
‘turist’ çekiyor. Toplamda 2.5 milyar Dolar bütçeli projenin bütünüyle
tamamlanmasına daha zaman olmasına rağmen, ilk bitirilen bölümünün kumarhane
olması, Tayland ve Çin’de resmen yasak olan kumarhanelerin yerine Laos’un
‘cazibe merkezi seçilmesi’ öngörülüyor. Bu akında Çinli yatırımcıların burayı
Macau’ya dönüştürme projelerinde Lao yönetiminden destek alıyorlar. Çin’in
yukarıda bahsettiğimiz olanaksızlıkları imkâna dönüştürme çabasının bir diğer göstergesi ise bu eğlence sektörüyle
bağlantıyı da sağlayacak şekilde Çin-Laos-Tayland arasında önemli bir otoban
inşaatı bulunuyor. Tabii bu sürecin sosyo-kültürel boyutlarının bir süre sonra
ortaya çıkacağını tahmin etmek güç değil. Örneğin, yoğun bir Çin göçmen
nüfusunun varlığı Laolular arasında pek de hoş karşılanmayacaktır. Ya da tarım
arazilerini ucuz fiyatlar karşılığında ‘müteahhitlere’ satmaya zorlanan
köylülerin ne tür bir değişime konu olacaklarına yakında tanik olacağız. Söz
konusu bu kalkınma sürecini destekleyenlerin argümanı ise, 1960’lar ve
sonrasında ‘afyon cenneti’ olarak anılan bölgenin bu ‘kötün ün’den kurtulacağı
yönünde. Burada bir soru sorabiliriz herhalde. Acaba bu eğlence sektörünün
ortaya çıkmasında fon ‘afyondan’ elde edilen gelir olmasın sakın?
Sahip
olduğu doğal kaynaklarına rağmen, ekonomik gelişmişlik sıralamasında en alt
sıralarda zikredilmektedir. Ekonomisinin kendine yeter çeltik tarımına
dayanmakla birlikte, son yıllarda bölge ülkeleri arasında sosyo-kültürel
değişimi en az yaşayan toplum olmasıyla özellikle ‘etnik kültürel yapının’
cazibe merkezi haline gelmesine ve dolayısıyla Batı ülkelerinden önemli bir
turist akının gerçekleşmesine neden oluyor. Bununla birlikte, Batı sınırındaki
Tayland’la ilişkilerin geliştirilmekte olduğu ve ekonomik etkileşiminde
öncelikli ülke olmaya aday olduğuna kuşku yok. Bunda Tay ve Lao dillerinin
benzerliği, halkları birbirine yaklaştıran bir özellik olarak ortaya çıkıyor.
Başkent Vientiane’nin Thayland’a sınır olmasının da bunda önemli rolü vardır.
Bu durum, örneğin 19. yüzyılda Siam Krallığı ile Laos krallıkları -belki buna
prenslik demek daha doğru olacak- arasındaki koruyucu/vassal devlet ilişkisi
dikkate alındığında tarihsel bir devamlılık olarak da okunabilir. Öte yandan,
Tayland yönetim çevresinde Tay dil ve etnik unsurlarını birleştirmeye yönelik
Pan-Tay ideolojisi taraftalarının Laos’la ilişkileri ciddi bir şekilde
yönlendirebileceklerini yabana atmamak lazım.
Tayland’ın
bir yandan Amerikan, öte yandan Japonya’nın önemli yatırım alanları olması
kadar, siyasi ittifakları da dikkate alındığında Laos’un dünyaya açılan kapısı
konumunda olduğunu ileri sürebilir. Tam ba burada Tayland iç politikasında
istikrarsızlıkların, özellikle ordunun siyaset ve ekonomi dünyasındaki
mücadelesinden kaynaklanacak olumsuz etkileri unutulmamalı. Diğer ülkeler gibi
Laos’un da 2015 ASEAN Ekonomik İşbirliği’ne hazırlanmakta olduğu ve bu anlamda
yasal hazırlıkların ülkeyi bölgeye açacak imkânlar hazırlamakta olduğu düşünülebilir.
Kaynaklar
Edo Andriesse. (2011). Laos: A State Coordinated Frontier Economy,
Working Paper, No. 522, International Institute of Social Studies, The Hague.
Grant Evans. (2009). The Last Century of Lao Royalty: A
Documentary History, Chian Mai, Thailand: Silkworm Books.
Interview with “James Chamberlain”
conducted by Grant Evans, Center For Lao
Studies, Vol 1, Issue. 1, 2010, San Francisco.
Jonathan Rigg. (1997). Southeast Asia: The Human Landscape and
Modernization and Development, London: Routledge.
Nattapong
Thongpakde. (2001). ASEAN Free Trade Area: Progress and Challenges, In ASEAN Beyond the Regional Crisis: Challenges
and Initiatives, (ed.) Mya Than, Singapore: ISEAS
Vatthana Pholsena. (2006). Post-War Laos: The Politics of Culture,
History and Identity, Singapore: ISEAS.
Saly Khamsy&Pradap
Pibulsonggram. (1991). Relations Between
Laos and Thailand 1988, In Laos: Beyond the Revolution, (ed.) Josehp J.
Zasloff&Leonard Unger, London: Macmillan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder