Mehmet Özay 15 Aralık 2012
Dünya İslam Ekonomi Forumu Vakfı’nın (WIEF) organize ettiği toplantı 4-6
Aralık 2012 tarihleri arasında Johor Bahru’da gerçekleştirildi. Alt başlığı
‘Değişen Eğilimler, Yeni Fırsatlar’ olan Forum, 62 ülkeden sayısı binbeşyüzü
bulan delegenin katılımına konu oldu. Söz konusu bu Forum, İslam finans
çevreleri kadar, ekonomi ve iş dünyası alanında varlık gösteren bölgesel ve
küresel aktörleri biraraya getirdi.
Dünya İslam Ekonomisi gibi önemli bir alanın çalışmalarının bir vakıf
çatısı altında toplanmasının geçmişi o kadar da eski değil. İlki 2003 yılında o
dönemki adıyla İslam Konferansı Teşkilatı öncülüğünde gerçekleştirilen Dünya
Ekonomi Forumu toplantısı ilerleyen yıllarda Malezya’nın himayesinde
vakıflaşarak bugünlere kadar geldi. Her ne kadar, adında küresel bir birlik
hüviyetine vurgu olsa da, Malezya’dan başka hangi sözde İslam ülkelerinin veya
kurumlarının vakfa aktif ve sürdürülebilir destek verdiği dikkate alınmalı.
Aslında Malezya’nın bu vakfın oluşuma kapı aralamasında pek de şaşılacak bir
durum yok. Bilindiği üzere, yeni milenyumun hemen başında yaşanan küresel
çaptaki siyasi gelişmeler İslam coğrafyasında eğitimden, siyasete, ekonomiden
sivil toplumculuğa değin önemi değişimlere ve dönüşümlere konu olurken,
yukarıda zikredilen Teşkilat’ın yapılanmasında da ‘yenilenme’nin öngörüldüğü ve
bunun Malezya siyasi elitince gündeme getirildiği biliniyor. WIEF’ın temel
yöneliminin gerek Müslüman gerekse Müslüman olmayan katılımcılarıyla kadın ve
gençlik liderleri için de bir platform olarak hizmet verdiği gözleniyor. Ülkenin,
aynı zamanda Uluslararası İslami Finans Merkezi’ne ev sahipliği yapması da bu
Forum’la birlikte değerlendirilebilir.
Vakfı’ın insan kaynaklarının zenginliğinin yanı sıra, Forum’un Kuala
Lumpur’da değil de Cohor Eyaleti’nin başkenti Cohor Bahru’da düzenlenmesi de
ayrıca göz ardı edilemeyecek bir anlama sahipti. Bu bağlamada ‘Niçin Cohor
Bahru?’ sorusu önem taşıyor. Forum’a ev sahipliği yapan mekânın sıradan bir
seçim olmadığı, aksine bu seçimin şehrin geçmişten günümüze hangi yapılanmalara
konu olduğuyla yakından ilgilidir. Dünün kadim Malay sultanlıklarından birine
ev sahipliği yapmış Cohor şehri, ardından sömürge döneminde ‘Malay Federe Devletleri’ni
(FMS) konu alan ve İngiliz yönetiminin memnuniyetini dile getiren resmi
yazışmalarda, bu bağlamda örneğin 1905 yılı yazışmalarını dikkate alabiliriz,
görüldüğü üzere Anglo-Sakson dünyanın ‘girişimci ruhundan’ ve ‘liberal ekonomi
açılımlarından’ ister istemez etkilenme durumunda olmuş bir belde olarak Batı
Malaya topraklarındaki modernleşme süreçlerinde olduğu gibi, bugün de
Malezya’nın sahip olduğu benzer kaynaklar ve üzerine eklenen yeni pörtföyler
ile ekonomi ve yatırım potansiyelleri benzer çevreler ve daha da ötesi
uluslararası ekonomi çevrelerince kayda değer ekonomik değerler olarak dikkat
çekiliyor.
Son yıllarda şehrin bir yandan Malezya’daki ekonomik kalkınma
yapılanmalarına koşut bir gelişme içinde önemli bir yer tutması, öte yandan,
Singapur Adası’nda yatırım ve yaşam alanlarının neredeyse bitme noktasına
gelmesiyle de Cohor Bahru şehri şartların kendisini “genişlemeye” zorladığı bir
süreci tecrübe ediyor. Ekonomik işlevselliği noktasında dünyada ilk ona girmesi
hedeflenen şehir son birkaç yıldır sadece Malezya içinde değil, üç farklı
safhada yatırım odaklı bir süreci tecrübe ediyor veya daha doğrusu böylesi bir
sürecin yapılandırılmasının söz konusu olduğu ileri sürülebilir. İlk safha
Malezya’nın kalkınma hamlelerinin lokomotifi işlevini gören Penang Adası ve Malaka
Boğazı boyunca uzanan Batı sahil şeridinde artık pek genişlemeye müsait sahanın
olmaması Yarımada’nın güneyindeki Cohor Eyaleti’ni stratejik mevkii ile öne
çıkarıyor. İkinci safha, Eyalet’in Singapur-Endonezya-Güney Çin Denizi
ekseninde sahip olduğu jeo-stratejik konumunun ASEAN bölgesel gücüne kadar
uzanabilecek avantajlar silsilesine kapı aralıyor. Üçüncü safha ise, küresel
yatırım ve finans devlerinin yukarıda dile getirildiği üzere Singapur’da
genişlemeye müsait olmayan alt yapı nedeniyle kapı komşusu Cohor Bahru’yu bakir
bir alan telâkki etmeleri. Tüm bu unsurların birleşmesi İskender Şehri (Kota
İskandar) projesinin hayata geçirilmesine olanak tanıyor. 2006’da başlayan
projenin bugün yüzmilyar Ringgit’i aşkın yatırıma evrilmesi de bunun bir
göstergesi. Finans ve sanayiden turizme, eğitimden eğlence vb. sektörlere kadar
pek çok alternatifin birarada yükseleceği dev bir proje olarak Malezya’nın göz
nuru bir bölge burası. Zaten Forum’daki imza törenlerinin kapsamı da Kota
İskandar çerçevesinde yapılması da bunun kanıtıydı. Adına İslam Ekonomisi
Forumu denilen oluşumun işte böylesi bir ‘göz nuru’nu dünyaya tanıtma gibi bir
işlevi olduğunu zaten WIEF’ın Genel Sekreteri Ahmad Fuzi Abdul Razak da açıkça
dile getirmişti (New Straits Times, 4 Aralık 2012) .
Bu bölümü şu şekilde özetlemek mümkün. Başkanlığını Dr. Mahathir döneminin
Başbakan Yardımcısı Musa Hitam’ın yürüttüğü Vakfı’n bu girişimi, bir yandan
Malezya’nın ekonomi alanındaki tavizsiz büyüme kararlılığı, öte yandan bölge
ülkeleri arasında büyük ölçüde ASEAN bağlamında ortaya çıkmakta olan işbirliği
potansiyelleri gibi unsurların da birleşmesiyle ayrı bir önem taşıyordu. Bu anlamda,
Malezya gerek bölgesel gerekse küresel bağlamda finans ve yatırım hususunda bir
cazibe merkezi olma konusundaki agresif yönelimini bir kez daha somut bir
şekilde ortaya koyduğu şeklindeki yorum ister istemez öne çıkıyor.
Bugünkü konumundan bakıldığında, Johor Bahru’nun dünyanın ilk birkaç finans
merkezi arasında adı geçen Singapur’a kapı komşusu olması, Amerika ve
Avrupa’dan konuklar yerine, bu ada ülkesinde konuşlanmış olan sektör
temsilcilerini konferansa çekmeye kafiydi. Bu anlamda, adında ‘İslam’ adı geçse
de konu finans olunca kapitalist dünyanın gözü kulağı da bir şekilde buraya
odaklanmaya ve konuya ilgi duyan uluslararası çevreleri biraraya getirmeye
kafiydi.
Cohor’da yapılan 8. toplantının da gene Malezya’nın önde gelen
siyasilerinin himayesinde gerçekleştirilmesi, bu anlamda önemli bir desteğin
sürdürüldüğünü ortaya koyuyor. Açılış konuşmasının yanı sıra, ‘seçkin
konukların’ yer aldığı ilk oturumun başkanlığını Başbakan Necib’in
gerçekleştirmiş olmasının yanı sıra, eski Başbakanlardan Ahmed Bedevi’nin
iştiraki ve destekleri önemliydi.
Vakfı’n çalışmalarını süreçte Moskova, İstanbul, Bahreyn, Dhaka, Londra,
Nairobi ve Johannesburg’da ‘yuvarlak masa’ toplantıları ile bölgelerarası
açılımı öncelleyen girişimlerinin varlığını da burada hatırlatmakta fayda var.
Ayrıca, Cohor Bahru’daki Forum öncesinde ön hazırlık aşamasının birkaç ay önce
Hindistan New Delhi’de yapıldığını belirtelim. New Delhi’deki toplantıda
Asya’nın giderek ön plâna çıkan güç odaklarından biri olan Hindistan’ın
ekonomik işbirliği çerçevesine nasıl katılabileceğiyle ilgiliydi. WIEF’in, iş
dünyası aracılığıyla ülkeler ve bölgelerarasında köprülerin kurulması
bağlamındaki kurucu paradigmasının formun açılış gündemini teşkil etti.
Forum’a konu olan ‘İslam Ekonomisi’ ile ‘eğilimler ve fırsatlar’ başlıkları
yan yana getirmesi bakımından önemli bir kavram çelişkisine yol açmıyor değil.
Konferans duyurusu akıllara İslamın ekonomi paradigması, çeşitli ülkelerden
alimlerin ve bilimadamlarının katılımıyla günümüzde gemi azıya almış liberal
kapitalizme karşı sadece İslam coğrafyasına değil, küresel çapta ‘çözüm’
olabilecek bir sistemin dinamiklerini tartışacakları ve gündeme damgasını
vuracakları gibi bir algı doğuruyordu. Ancak Vakıf Başkanı Musa Hitam’ın
konuşmasının ana hatlarına kulak kesildiğimizde zikredilen altı maddelik Forum
yapılanmasında, İslam ekonomi paradigması ve bu paradigmanın sunduğu insan
tipolojisi; Batı kapitalizminin açmazları ve bu açmazların küresel boyutta
hemen her alandaki yansımaları; kapitalizmin sunduğu yaşam tarz(lar)ının
bireyin öz yaşamından başlayarak toplumsal bütünün her alanına doğru yayılma
istidadı gösteren çatışmalar ve bunlara çözümler, vb. gibi bir dizi açılımın
olmadığı görülüyordu. Bunun yerine, iş dünyası ve ekonomi işbirliği sayesinde
ulusların zenginliği paylaşacağı argümanı üzerinden bölgesel ve küresel
işbirliklerini geliştirmeye matuf açılım hedefleniyordu. Böylesine önemli bir
Forum’un ekonomi ve finans sektörünün ‘tekil’ bir hücre olarak varlık
sürdürdüğü tezinden hareketle değil de, bu sektörlerin sosyal ve kültürel
boyutlarını göz ardı edilemeyecek kadar önemli olduğunu kabulle çeşitli İslami
ve sosyal bilim dallarından ilgililerin katılımıyla farklı bir boyuta
bürüneceği düşünülebilir.
Elbette bu durum, Forum çalışmalarının anlamsız olduğu gibi intibaın
oluşmasına yol açmamalı. Bir bölümünde halen siyasi kavganın devam ettiği,
öteki bölümünde yoksulluk ve yoksunluğun kol gezdiği, bazısında horlanmış bir
şekilde vatanlarından edilenlerin post-modern göçebeler durumuna indirgendiği
ve bu durumdan birilerinin alabildiğine kazanım elde etme hırsının bürüdüğü
İslam coğrafyasından önemli katılımlar yerine aralarında Singapur, Çin,
İngiltere gibi kapitalist dünyanın ‘seçkin’ ülkelerinden temsilcilerinin de
bulunduğu Fas’tan Japonya’ya değin çeşitli ekonomi modellerine ev sahipliği
yapan ancak ortak noktası ‘kapitalizmle içiçe yaşama kültürünü’ alabildiğine
geliştirmiş olan ülkelerin biraraya gelmesinin de bir anlamı ve önemi olsa
gerek. Bu ülkelerin yanı sıra, Komoros Adaları ile Filipinler Hükümetiyle henüz
çiçeği burnunda Barış Anlaşması’nı imzalamış Bangsamoro Müslümanlarının temsil
edilmesi Forum’un teorik tartışmalar ve değerlendirmelerle sınırlı olmadığı,
aksine, pratikte başta adı geçen bu iki
coğrafya olmak üzere kapsadığı toprak sahasının görece küçüklüğüne
aldırmadan sisteme eklemlenme eğilimlerinin var olduğu bölgelerde de ülkelerarası
ekonomik kalkınma hamlelerine olanak tanıyacak ikili ve grup çalışmalarını
amaçladığını gösteriyor.
Açılış oturumundaki konukların profili üzerinden Forum’un yapılanmasını
okumaya bir olanak tanıyacağını düşünerek bu hususa kısaca değinelim. Oturumda,
Malezya Başbakanı Necib bin Razak, Komoros Birliği Devlet Başkanı, Singapur
Maliye Bakanı, İslam Kalkınma Bankası (IDB) Başkanı, Katar Başbakan Özel
Temsilcisi, Pakistan Devlet Başkanı Özel Temsilcisi, Bangsamoro Müslümanları
lideri Hacı Murad İbrahim birer konuşma yaptı. Forum duyurularında adları
geçmekle birlikte Katar Başbakanı ve Pakistan Devlet Başkanı’nın katılmaması
kadar, örneğin bölgede ekonomik kalkınmasıyla dikkat çeken ve dev bir ülke
görünümündeki Endonezya’nın, Ortadoğu’dan bir Türkiye’nin bu açılış oturumunda
temsil edilmemiş olması Forum’un kapsamı konusunda bazı soru işaretlerine yol
açmıyor değildi.
Kaldı ki, bu iki ülke üst düzeyde katılım sergileseydi bile, Forum’da
ekonomilerindeki birkaç yıldır tekrarlanagelen büyümenin hangi İslam ekonomi
modeline yaslandığı; toplumlarında yanlış kodlarla praktize edilmiş ve
edilmekte olan hangi üretme-tüketme davranış biçimlerini değiştirdikleri;
bununla birlikte, İslam öğretisinden hareketle bu ekonomik kalkınma
süreçlerinin sosyal parametreleri bağlamında hangi ilkelerle üretme-tüketme
davranış biçimleri geliştirmeye ön ayak oldukları; ülkelerindeki gelir dağılımı
eşitsizliği kadar yoksulluk oranında da ne gibi pozitif değişimlerin yaşandığı;
bu ekonomik büyümenin yerli ve küresel vatandaşlar üzerindeki kısmi ve bütüncül
etkileri; İslami ekonomi paradigması içindeki yerinden hareketle doğal
kaynakların kullanımı noktasında ne türden bir ilişkinin geliştirildiğine dair
sahici delillendirmeler vb. konularda katılımcı ülkelere aktarabilecekleri
tecrübeleri olup olmadığını da burada dikkate sunmak gerekir. Yoksa İslamiyetin
‘büyümeye engel olmayan bir din” olduğu gibisinden çok genellemeci bir
yaklaşımla geçiştirilebilecek veya Müslüman toplumların da küresel ekonomik
değerler manzumesini içkinleştirilmelerinden hareketle, elbette İslamiyetle
bağdaştırılabilirliğine dair kimi görüşler de ortaya atılabilirdi.
IDB Başkanı Dr. Ahmed Mohamed Ali, konuşmasının henüz girişinde “böylesi
bir platformun, ümmetin karşılıklı işbirliğini geliştireceği” yönündeki bölümü,
Forum katılımcılarının azımsanmayacak bir bölümünün Müslüman olmayan
delegelerden olduğunu göz ardı edilerek, ezbere dayalı bir söylemi ifade
ediyordu. Konuşmanın ilerleyen safhalarında ise Forum’un alt başlığı olan “Yeni
Fırsatları” yakalamada “Hicret” kavramıyla karşılaması ise yoruma yer
bırakmayacak türden bir açılımdı. Sayın Ali’nin burada Hicret’ten “zihinsel
dönüşümü” vurgulaması, hangi tür ekonomik zihni yapıdan ne tür bir ekonomik
zihni yapıya dönüşüm olacağının uzun uzun tartışılmasını gerektiriyor. Tabii
konuşma, açıkçası öyle dini/felsefi bağlamlara kapı aralamıyor, ancak adına
“yenilikçi ekonomi” denilen bir boyutu izhar ediyordu.
‘Seçkin’ katılımcılar arasında Singapur Maliye Bakanı Tharman
Shanmugaratnam belki de en dikkat çeken konuşmayı yaptı. İslam Finans kurumunun
ahvaline dair ‘detaylı’ bilgiye sahip olan Bakan Tharman, bu finans yapısının
henüz küresel finans endüstrisi içerisinde sadece %1’lik paya sahip olması
–sözde İslam ülkelerinde bu oranın %5’lik düzeyde bulunması- dezavantajdan
ziyade geleceğe dair bir “fırsatlar” ağı olarak değerlendirdiğine kuşku yok. Bu
finans kaynağının henüz ‘bankacılık’ sektörü ile sınırlı olması karşısında
Bakan, açılım rüzgarının biran önce başlatılması gerektiğini düşünüyor. Yani
böylece, İslami Finans kurumlarının, özellikle günümüzde büyük sıkışıklıklara
tanık olunduğu yatırım sektöründe var olması ile -ki bu durum, küresel finans
sektörüne destek olmaklığıyla zaten eli kolu sıkışmış durumdaki kapitalizme
yeni bir soluk olacağı gibi bir algıyı da beslemiyor değil- gelecek on, onbeş
yıllık süreçte atılım yapacağı öngörülüyor. Bakan’ın konuşmasının satır
aralarında İslami Finans’ın küresel açılımına mani olan ve üstesinden gelinmesi
gereken ‘İslam Hukuku’ uygulamalarından kaynaklanan sıkıntılar olduğu düşüncesi
hakimdi. Belki de bu husus, tüm Forum’un özünü teşkil edecek bir salt finansal
değil, aksine ‘değerlerle’ ilgili bir dinamiğe vurgu yapıyordu. Bu ‘sıkıntının’
nasıl ve kimlerin karar mekanizmalarına katılımıyla aşılacağı hususu da bu
finans yapısının geleceğiyle doğrudan alâkalı. Reform projelerine tastamam
uygunluk arz edecek bir plânlamayla bir sonraki Forum’un gelecek yıl dünya
finans ağının üssü konumundaki Londra’da yapılmasının kararlaştırıldığını
belirterek bitirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder