5 Aralık 2012 Çarşamba

Modern Açe Tarihi’nde Bir Safha: 4 Aralık 1976


Mehmet Özay                                                                                                                   4 Aralık 2012

4 Aralık 1976 tarihi, Açe toplumu için modern dönemde gerçekleşen önemli tarihi dönemeçlerden biridir. Hasan di Tiro ve Hareketi’nin modern Açe toplumunun yeniden diriltilmesi mücadelesinin maddi boyuttaki başlangıcı kabul edilen bu tarih, geçmişle şimdinin ve şimdiyle gelecek arasında kurulması tasarlanan siyasi ve toplumsal birliğin statikten dinamiğe geçirilişini ifade eder. Niçin ‘4 Aralık’ sorusunun cevabı bu tarihsel ilişkiyi ortaya koyan sembolik bir değere sahiptir. 3 Aralık 1911 tarihinde, Hollanda Savaşı’nda diğer alimlerle ittifak halinde liderliği üstlenmiş olan Tiro ailesinin o dönemki lideri Teungku Muaz bin Teungku Muhammed Amin’in şehid ediliş tarihidir. Bu nedenledir ki, Hasan di Tiro, bu hadiseden tam 65 yıl sonra Açe’nin neye tekabül ettiğini modern anlamda yeniden ortaya koyacak girişimi yapmak için 4 Aralık’ı seçmiştir. Bu tarih, kendi etnik gerçekliğini tarihsel ve sosyolojik düzeyde tanımanın adı olduğu kadar, modern dönemde bir şekilde ‘kendisine eklemlenen’ ve adına Endonezya denilen bu anlamda ‘üst ulus’ olarak adlandırılabilecek olgunun da sorgulan sürecindeki devamlılık olmasıyla dikkat çeker.

Bu tarih aynı zamanda, Endonezya kurucu unsurları çerçevesinde alındığında, benzer süreçleri yaşamış diğer uluslarda olduğu gibi geniş bir coğrafyaya yayılmış ve iç ve dış faktörlerin etkileşimiyle siyasi bir yapıya bürünmüş ulus-devleti inşa sürecinin sancılı yıllarına denk gelir. Bir başka ifadeyle bu tarihte yaşananlar, Endonezya bütünü içinde zaten başından beri var olan sancının Açe boyutunda dışavurumudur aslında. Temelde Sundalısı, Padanglısı, Betavilisi, Cogcakartalısı, Surakartalısı, Sulavesilisi, Ambonlusu, Papualısının ve daha başkalarının içinde yer aldığı bu bütünde Açe’nin duruşu üzerinde durulmaya değer.  

4 Aralık tarihindeki çıkış, post-modern ideolojik tanımlamalar ışığında dile getirildiği üzere etnik milliyetçilik sınırlamalarına dahil edilemez. Aksine, bu çıkış ve hareket, tarih boyunca süreklilik arz ettiği üzere Açe kültür coğrafyasında yeniden anlam kazanma, anlam kazandırma, bu anlamda bir dirilişe tekabül eder. Bunu böyle anlamak için uzun okumalar, dikkatli gözlemler yapmak, derin düşüncelerden geçmek gerekir. Ancak bu süreçleri pratiğe dökerken etkileşim sahamız önemlidir. Kendi kendimizle mi, Batılı unsurlarla mı, yoksa Açelilerle beraber mi bu eylemleri gerçekleştiriyoruz soruları önemlidir. Bir yandan, kendimizin ne kadar ‘kendimiz’ olduğu problemiyle halen yüzleşme cesaretini bulma konusunda sıkıntılarımız varken, öte yandan Batılı unsurlara yaklaşımımızda alabildiğine ‘liberal’ bir algı sahamız oluşmuşken, Açelileri ‘yeni bir sömürgeci bakışla’ değerlendirme metodolojik yanlışlığı içerisindeyken nasıl olur da Açe’yi anlayabiliriz.

Açe’yi bugünlere taşıyan sürecin başlangıcı olan 4 Aralık tarihi Açeliler ve bizim için bugün ne anlam ifade ettiği önemlidir. Öncelikle nüfusu dört milyonu aşkın Açeli için ve de dünyanın dört bir yanındaki -nitelik olarak- azımsanmayacak diasporası arasında topyekün bir iradenin geliştirilebildiğini söylemek mümkün mü? Temelde herhangi bir toplumda böylesi topyekünluk bulmak oldukça güç hatta imkânsız. Öyle ki, 4 Aralık 1976 tarihinin yaşandığı günlerde de Açe halkı arasında siyasi kararlılık ve tarih bilinci ve gelecek kurgusu noktasında bir ortak hafızanın ne kadar geçerli olduğu sorulabilir. Ancak üzerinde durulması gereken husus, bu tarihte Açe-Sumatra Bağımsızlık Bildirgesi’ni dünyaya ilân etme cesaretini gösterenlerin bu anlamda salt elitist bir duruş içerisinde olmadıkları da bugüne kadarki gelişmeler çerçevesinde kanıtlanmış olsa gerek.

Son altı yıla damgasını vuran barış sürecinin varılan ve uluslararası kabul edilebilirliği bulunan anlaşmadaki şartlara rağmen, bugüne değin Açe’nin halen önemli ölçüde siyasi ve ekonomik ambargoya tabi tutulmakta oluşu gözlemcilerin ortak kanaati. Askeri ambargoyu delmeyi şimdilik başaran Açe’nin kurucu güçlerinin, halen bu kapsamlı Barış Anlaşması’na rağmen ekonomik ve sosyal ambargo önünde nasıl bir politika ya da politikalar dizisi sergileyecekleri izlenmeye değer.

Açe dün oradaydı. Bugün de yerinde duruyor. Tarihi süreçlerin doğurduğu nedenlerle elbette toplumsal, siyasi değişimleri o da yaşıyor. ‘Esas’ üzerinde durulduğunda, Açe’nin ruhunu devam ettiren bir damarın gücünü yadsımak mümkün değil. Daha 19. yüzyıl son çeyreğinde kimileri mücadeleyi terk etmiş, terk etmek zorunda kalmış, arenaya havlu atmışken, Açe, tüm yoksunluğu ile ayakta duruyor, siyasi, dini, medeniyet birikiminin son unsurları ile adına bizzat Açelilerin ‘kafir’ dediği Avrupa gücüne karşı bir onur mücadelesi veriyordu. 20. Yüzyıla gelindiğinde bu mücadele bitmemiş... Gene kimileri çoktan mücadele sahasından çıkmış, ‘mücadelenin’ ne demekliğini unutmuşken, Açe bir kez daha ortaya çıkmış... Joseph Conrad’ın ‘The Heart of Darkness’ başlıklı o derin eserinde Afrika’nın yüreğine gönderme yaparken, bu göndermeyi bir başka düzeyde gündeme getirerek Güneydoğu Asya İslam ve medeniyet birikiminin kalbi, modern dönemlerin mücadele ruhunun asla bitmediği topraklar da Açe’dir diyebiliriz çok rahatlıkla. Açe, bu anlamda Güneydoğu Asya’nın kalbidir, ruhudur.

Çok değil, birkaç on yıl öncesine kadar Açe savaşına övgüler düzülüyordu ve bu savaşın başkahramanının çalışması gündemde önemli bir yer edinmişti. Yıllar geçti... Kahraman ve ordusu aynı yerlerindeydi, ancak ona övgüler düzenler aynı yerlerini koruyorlar mıydı o şüpheli. 4 Aralık’ın 36. yıldönümünde bu hareketi, liderini, mücadelesini konu alan şu veya bu şekilde kaleme alınmış kaç edebi, tarihi, siyasi, drama eser var elimizde diye sormak lazım. O zaman kim iddia edelibir ki, bu hareketi anladık, bu hareketle şu veya bu şekilde bir bağımız mevcuttur. Bu hâl içinde, iki genel sonuç çıkarmak mümkün. Birincisi, Açe ve Açe mücadelesi bizim ‘düşündüğümüz’ gibi değilmiş. İkincisi, biz Açe mücadelesinin temellerini biliyorduk, ancak biz ‘değiştik’.

Günümüzde Açe genç nesillerinin geçmişle ideolojik, kültürel, felsefi bağı kurmak suretiyle geleceği inşa etmelerinin niçinliği ve nasıllığı üzerinde düşünülmelidir. Şayet eğitim, bir anlamıyla, geçmişten geleceğe değerleri yeniden inşa etmenin adıysa bu anlamda Açe’de değerler bütününün kendinde mecz etmiş bir lider, entellektüel, siyaset adamı olarak Hasan di Tiro’nun varlığı unutulmamalı unutturulmamalıdır. Bu anlamda Açeli genç nesillerin ‘ithal önderlere’-hemen hemen hiç bir alanda- ihtiyacı yok. Bu düşüncenin pratikteki yansıması nasıl olur diye sorulduğunda cevabımız hiç tereddüt etmeden Hasan di Tiro’nun kaleme aldığı tüm eserlerinin, kaleme alınacak biyografisinin ve hareketinin tarihinin Açe’deki formel informel eğitim kurumlarında okutulmalı şeklinde olacaktır. Hasan di Tiro ile Açe halkının ilişkisini sığı savaş terminolojisi bağlamında ele alanlar ve bu indirgemecilik eğilimleriyle Açe’ye yapılacak en büyük haraketi yapmış kabul edilmelidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder