Mehmet Özay 24
Aralık 2012
Endonezya’da başkanlık seçimleri yaklaştıkça
köklü partilerin adayları kadar, mevcut siyasi yapılanmaya alternatif olduğu
iddiasındaki yeni partilerin ve yeni liderlerin adları siyaset piyasasında yer
almaya başlıyor. 2009 seçimleri öncesinde Megawati Sukarnoputri’nin yardımcısı
olarak kendini gösteren “Büyük Endonezya Hareketi Partisi” (Gerindra) kurucu
başkanı Prabowo Subianto bu isimlerin en iddialılarından biri. Aradan geçen
birkaç yıllık sürede devlet başkanı olmaya kanaat getirmiş olmalı ki, şimdi
büyük oynama yolunda. Bu anlamda 2014 seçimleri öncesinde adı sıkça zikredilen,
kamuoyu yoklamalarında halka yöneltilen ve çeşitli kuruluşların toplantılarında
görüşü alınan isimlerden biri, belki de birincisi...
Geçenlerde
önemli bir düşünce kuruluşlarından “Soegeng Sarjadi Syndicate” (SSS)’de konuşma
yapan Prabowo, gündemde önemli bir yer işgal ettiği gibi yaptığı açıklamalarla
önümüzdeki aylarda bu çıkışını sürdüreceği izlenimi oluşturdu. Prabowo’nun bu
kurumdaki konuşmasının ana temasına değinmeden önce SSS neye tekabül eder
kısaca değinmekte fayda var. 2001 yılında kurulan SSS, ülkede Demokrasi’nin
yerleşmesi konusunda çalışmalar yapmakta ve bu anlamda çeşitli yayınları da
kamuoyuyla paylaşmakta. Ülke siyasi ve toplumsal yaşamına katkısı
küçümsenemeyecek olan bu kuruluşun çalışmalarına göz attığımızda Prabowo’nun
üniformalı yıllardaki ‘icraatlarını’ yakından ilgilendirecek çalışmaların da var olduğunu görmek, aradan
geçen süreçte hem ‘askeri elitin’ hem de sivil bakışın nasıl bir dönüşüme tabi
olduklarını göstermesi açısından ilginç. Örneğin, Askeri Politika, Siyasal
Şiddet ve Terörizm; Demokratikleşme ve İnsan Hakları; Özerk Bölgeler ve Yerel
Politikalar gibi Endonezya siyasal yaşamının kaçınılmaz konularının Prabowo’ya
neler hatırlandığını acaba SSS yetkilileri sormuş mudur?
Prabowo
bu konuşmasında, mevcut devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono veya kabineyi
hedef almadı. Ya da ülkenin doğusunda batısında merkezi hükümete alternative
yapılar sergileyen özerk yapılar içerisindeki yeni siyasi dinamikleri veya
özgürlükçü hareketin ve bununla birlikte bir dizi insan hakları sorunlarının
devam ettiği Papua’daki gelişmeleri masaya yatırmadı. Peki neydi gündeme
getirdiği? Prabowo, tastamam ülkenin mevcut demokrasi rejimini hedef alan
açıklamalarıyla, bir anlamda sürpiz bir gelişmeye imza attı. Süpriz dememizin
nedeni, elbette asker kökenli olması, özellikle de Özel Kuvvetler’den (Kopassus)
sorumlu General olarak stratejik bir görevi yürütmüş olmasından geliyor.
Endonezya’nın asker kökenli Başkan adayları arasına ismini yazdıran Prabowo, sadece
asker kökenli olarak tanınmıyor. Aynı zamanda, ‘iş adamı’ ve ‘politikacı’... Polikacılığını anladık da, iş adamlığı da ne
oluyor diye sormayın… Küçük bir not daha. Prabowo’nun dedesi, Endonezya Merkez
Bankası’nın kurucusu; babası da Suharto döneminin ekonomiden sorumlu bakanıydı.
Bu anlamda, sadece sahip olduğu maddi zenginlik ve ordu ve sivil çevrelerdeki
bağlantılarıyla geleneksel siyaset yapacağını düşünenleri yanıltıyor. Peki öyle
mi?
Prabowo’ya
göre ülke demokrasisinin en önemli sorunu güçlü liderlik olgusunda yatıyor. Siyasi
söylemini deklara ettiği bu konuşmasında yer verdiği kavramlardan biri olan
‘güçlü liderlik’in İngilizce versiyonu olarak zikredilen ‘firm leadership’
kavramındaki ‘leadership’in ötesinde, ‘firm’ sıfatı üzerinde durmak gerekir. Bu
sıfatın, ‘sert, sıkı, katı’ gibi anlamları da olduğu düşünüldüğünde Prabowo’yu
ilgilendiren yönünün belki de bu ‘sıfat’ta yoğunlaştığına dikkat çekilebilir.
Aslında demokrasilerde güçlü liderlik kadar, bu liderlik profiline sahip
liderle diyalojik ilişki sergileyecek ve bu tür lideirn ortaya çıkmasında hiç
de azımsanmayacak rolu olan toplumsal dinamiklerin de varlığı göz önüne
alınmalı. Prabowo, bu kavramı zikrettiğinde akla ‘askeri disiplin’, ‘as-üs
ilişkisi’, ‘hiyerarşik yapılanma’ gibi Batı tarzı demokrasilerin sivil yönünün
önüne geçen ilişkiler ağı gelmiyor değil.
Aslında Prabowo’nun ileri sürdüğü güçlü liderlik olgusu,
kendisinin bir şekilde ‘demokrasi oyunu’ içerisinde koltuğa oturmuş bir lidere
karşı askeri darbe girişimine teşebbüs etmesiyle de ilişkisi olup olmadığı
üzerinde durmak gerekir.
Bu noktada otuz
iki yıllık iktidarıyla ‘güçlü lider’ imajını bir şekilde hayata geçirmiş
Suharto örneğine bakılabilir. Bu anlamda, Suharto’nun pekâla güçlü bir lider
olduğu yanlı yansız herkesin kabul ettiği bir gerçek… Ancak Suharto’nun
yarattığı demokratik ortamın nasıl bir Endonezya toplumu ürettiği de ortada
değil mi? Şimdi emekli bir general kalkmış, devlet başkanı olmuş selefi bir
generalin konumunda olduğunu es geçtiğini ima eden bir görünüm sergiliyor.
Ülkenin güçlü bir demokrasiye olan ihtiyacı kadar, bunu kimin, hangi bireysel
tarihi tecrübelere sahip kişi veya kişilerce ortaya konduğu da önemli.
Bu
anlamda daha pek fazla değil, bundan 15 yıl öncesine kadar ülkeyi yöneten gene
bir eski general, gene ‘güçlü bir lider’ olan Suharto’nun varlığı değil miydi
ülkede sosyal ayaklanmalara yol açan. Haddi zatında, Endonezya muadili
ülkelerde demokrasinin neye tekabül ettiği de başlı başına bir çalışma konusu.
Bu anlamda şu yönelime dikkat çekmekte fayda var. Suharto sonrası reform
döneminde arzu edilen ‘sivilleşmenin’, ‘kamusal alanın siviller lehine
genişlemesinin’ arzu edilir şekilde önünün açılmamasından doğan halet-i
ruhiyeyle sadece askeri kesimlerin değil, sivil kesimlerin de desteğiyle ‘Keşke
Suharto döneminde olsak’ veya ‘Suharto dönemine dönsek hiç de fena olmaz’
türünden siyasi çözüm arayışlarına girilmesi, zikredilen çevrelerde demokrasi
algısının, içinde şiddeti ve Cava faşizmini de barındıran ‘güçlü liderlik’
odağında döndüğünü açıkça sergilemiyor mu?
Prabowo,
‘güçlü liderlik’ karvamından hareketle Suharto ekolüne vurgu yapılabilecek bir
anlayış ortaya çıkarken, konuşmasının ilerleyen bölümlerinde, bu kavrama koşut
olarak gündeme getirdiği ‘daha iyi denetimli demokrasi’ (better-guided
democracy) kavramıyla ülkenin kurucu babası ve ilk devlet başkanı Sukarno’nun
‘guided-democracy’sine gönderme yapıyordu. Bu iki kavramla Prabowo’nun ülkenin
modern siyasi tarihine damgasını vurmuş, ikisi de orduda önemli liderlik
konumunda yer almış ve nihayetinde ‘ülkeyi en iyi yönetebilecek kitlenin,
ülkenin sahibi olan askerler olduğu’ mantığından hareketle siyasette elli yılı
aşkın varlık göstermiş ve Cava milliyetçiliğinin hamisi rolünü üstlenmiş
liderlerine gönderme yapıyor. İlhamını bu iki liderden alması siyasi paradigma
olarak bir devamlılığı ortaya koyarken, akla Prabowo’nun yenilik olarak ne
getirdiği meselesi takılıyor.
2014
yılı seçimlerinde Devlet Başkanlığı’na ‘layık görülmesi’ halinde, daha iyi
demokrasi için ülkenin ‘en parlak beyinleriyle’ çalışacağı vaadinde bulunuyor.
Burada durup, bir ‘Hmmm’ demek lazım mı acaba? Demokrasinin halk katmanlarında
yayılması sürecinde ‘en parlak beyinlerinin’ halk yönetimine mi yoksa seçkinci
bir siyaset modeline mi yakın düştüğü üzerinde de herhalde SSS üyeleri soru yöneltmiştir
kendisine… Unutmayalım -yukarıda aile bağına değindiğimiz üzere- Prabowo’nun
kendisi de seçkinci bir çevrenin mensubu… Prabowo, ülkenin bugünkü siyasi
manzarasını kadim edebi metin Mahabarata’daki iki muhalif güç odağına İyilik
Krallığı ‘Kurawa’ ile Kötülük Krallığı ‘Pandawa’ gönderme yaparak resmediyor. Mevcut
durum demokrasinin gaspedilmiş hali -dolayısıyla kötü güçlerin varlığı-olarak
tanımlanırken, Prabowo ve çevresinin getirmeyi vaad ettiği sistem de ‘hakiki
demokrasi’ -ki bu da İyilik Krallığı’nımensuplarına tekabül ediyor-, olarak
takdim ediliyor.
Prabowo’nun
siyasi söylemini oluşturan bu sembolik alıntı Cava Kültürü’ne gönderme
yapmasıyla, bir anlamda politik ideolojik yapısını sınırlandırdığını ortaya
koyuyor. İyi-Kötü güçlerin mücadelesi olarak yorumladığı demokrasiyi isteyenler
ile demokrasiyi ‘kendi emelleri’ için kullanıp bu siyasi rejimi hedeflemek
yerine, ondan azami ölçüde istifadeyle kendi süfli emellerini gerçekleştirmeyi
amaç edinenleri kastediyor. Bu güçler veya güç savaşı Endonezya’da neye tekabül
eder? Bu üzerinde düşünülmeye değer önemli bir soru.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder