Mehmet Özay 10 Aralık 2012
Endonezya’da gün geçmiyor ki bir yolsuzluk dramı gündemde yer almasın. Bu
sürecin son ayağını 2010 yılında gerçekleştiği ileri sürülen ve Gençlik ve Spor
Bakanı’na kadar ulaşan skandal bugünlerde Endonezya siyasetinde fırtına gibi
esiyor. Gençlik ve Spor Bakanı Andi Mallarangeng, Batı Cava’da önemli bir şehir olan Bogor’daki Hambalang Spor
Kompleksi ihalesi dolayısıyla adının karıştığı yolsuzluk vak’ası son yılların
en büyük ‘vurgunu’ olarak tanımlanıyor. 1.17 trilyon Rupiah’lık ihaleye konu
olan spor kompleksi, 2011 yılındaki 26. Güneydoğu Asya Oyunları çerçevesinde
plânlanan önemli bir projeydi. Bu gelişme, tek başına ele alınamayacak denli
kökleri derinlere açılan geniş bir ağın parçası sadece. Hâl böyleyken Endonezya
Müslüman toplumunda bir ‘travma’nın yaşandığını söylemek mümkün mü? Vak’anın Endonezya
Müslüman toplumunu neden birinci elden ilgilendirdiğini aşağıda dikkat çekici
bir şekilde ele alacağız.
Buradan hareketle Endonezya siyasi ve toplum yapısında ‘kanıksandığı’
izlenimi veren sosyolojik olgunun hatırlatılmasında fayda var. Suharto’nun
‘yeni Düzen’ rejiminin mirası olarak genel kabul gören yolsuzluk ve rüşvet
skandalları silsilesinin devamının söz konusu rejimin kalıntılarının hali
hazırda bürokraside önemli yer işgal ettiği şeklinde yorumlandığı gibi, bunun
bir ‘kültür’ haline geldiğine dair ciddi iddilar da yok değil. Kimi
gözlemcilerin ifade ettiği üzere, bürokrasinin her köşesinde irili ufaklı her
türlü rüşvet ve yolsuzluğa rastlamak mümkün. Resmi dairelerin her türlüsündeki
bu çarkın dönüşünü meşrulaştırma adına kimi yakıştırmalar da yapılmıyor değil.
Örneğin, verilen rüşvetin adına rahatlıkla ‘İhlas’ denilebiliyor. Bu ‘ihlasın’
ne anlama geldiğini ancak Endonezya toplum yapısındaki ilişkilere müdahil
olmakla anlaşılabileceği de söylenebilir. Veya bir başka yaklaşımla ‘yolsuzluk sosyolojisi”
adı verilebilecek bir alt-bilim dalının Endonezya yolsuzluk kültürünü enine
boyuna araştırmasıyla sağlıklı temellere ulaşmak mümkün. Bunu, konunun ilgili
akademisyenlerine havale ettiğimizi belirtelim...
Bu bilimsel yaklaşım bir yana, ülke siyasi yaşamına damgasını vuran ‘money
politics’ olgusu irili ufaklı her seçim döneminde gündemin baş sırasında yer
almaya devam ediyor. Bu son vak’ada da ilgili siyasetçilerce alındığı ileri
sürülen paraların -en azından bir bölümünün- 2010 yılı seçimlerinde Demokrat
Parti’nin Bandung il başkanlığı seçimlerinin ‘finansmanın’da kullanıldığı ileri
sürülüyor. Ancak son birkaç yılda ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet iddialarının
odağındaki isimlerin 2004 yılında ülkeyi yolsuzluklardan temizleme iddiasıyla
gelen Demokrat Parti’nin üst düzey yöneticilerince gerçekleştiriliyor oluşu
dikkat çekici. İş siyasette ‘money politics’e geldiğinde, o zaman son on yılı
aşkın süredir uygulana geldiği ileri sürülen demokratikleşme bu gelişmelerin
neresinde duruyor sorusunu da hakkıyla sormakta yarar var. Demokratikleşmeyi
sadece belli periyodlarda birilerini bazı mevkilere seçmenin adı olarak
anlayanlarla, bu yönetim biçimini şeffaflık, sorumluluk, hesap verebilirlik vb.
ilkeler bağlamında anlayanlar arasında bir ayrım olduğu da kesin...
Yaşanan yolsuzluk hadiseleri, bir yandan halk nezdinde umutsuzluk
girdabının da giderek güçlü bir şekilde yer edinmesinin nedeni olsa gerek. Unutmayalım
ki, ‘çözüm’ olarak ortaya çıkanların dahi kökleşmiş yolsuzluk süreçlerine
müdahil olmaları toplumda bu olgunun ‘kültürel bir değere’ dönüşmesine katkısı
göz ardı edilemez.
Bu anlamda ülkenin köklü partilerinden epeyce ‘çekmiş’ Endonezya halkı,
reform sürecinin önemli siyasi hareketi Demokrat Partisi’nin son sekiz yıllık
iktidarında bu konuda gerekenlerin yapılamamış olmasından ötürü hayal kırıklığı
yaşamadığını söylenemez. Demokrat Parti kurucusu ve son iki dönemdir Devlet
Başkanlık koltuğunda oturan Susilo Bambang Yudhoyono’nun (SBY) sahip olduğu
karizma, toplum desteği, uluslararası tanınırlık ve kabul yüzdesinin giderek artması
gibi imkânları kendisi ve partisi lehine artı değer olarak ‘devşirip’ ülkede
gerçek anlamda bir ‘temiz eller’ operasyonunu hayata geçirememiş olması
Endonezya siyasetinin tıpkı 20. yüzyıl ikinci yarısı boyunca olduğu gibi, 21. yüzyıl
başlarında da benzer sorunlarla yüzleşmek zorunda olduğunu ortaya koyuyor.
Bu anlamda, Suharto döneminde, ülkedeki etnik ve milliyetçi unsurlarla
azınlık, ancak ekonominin başat unsuru Çinli işadamları grubu arasında bir
anlamda gizli toplumsal sözleşmenin bir uzantısı olan ve zamanı geldiğinde her
türlü siyasi muhalefete karşı bir ‘rejim kartı’ olarak kullanılabilecek bu
silah bugünlerde farklı boyutlarda seyrediyor. Son yıllarda gerek ülke için
reform çabaları, öte yandan ASEAN içerisindeki birlik kadar ülkenin bu birlik
içerisinde liderlik oynama gibi bir uluslararası role soyunması, kalkınmakta
olan ülkeler sıralamasında ilk yirmi içinde yer alan ve son yıllarda büyüme
rakamları sürekli artı veren bir ülke konumundaki Endonezya’da bugünkü rüşvet
ve yolsuzluk skandallarının boyutu da o ölçüde ‘göz kamaştırıcı’. Gençlik ve
Spor Bakanlığı’nın üst düzey bürokratları ve Bakanı’na kadar ulaşan dev yolsuzluk
bunun göstergesi olsa gerek. Endonezya bürokrasinin yapılanması dikkate
alındığında, söz konusu yolsuzluk ve rüşvet hadisesinin birkaç kişi veya grupla
sınırlı olmadığı, sistemik bir yapılanma arz ettiği dikkat çekiyor.
Aslında zaman zaman medyaya yansıyan ve akabinde Yolsuzlukla Mücadele
Komisyonu’nun (KPK) önüne gelen vak’alar zinciri, bir anlamda yukarıda dile
getirilen hiyearşik ve sistemik yapı içerisinde ‘memnuniyetsizlerin’ ifşası
olarak da adlandırılabilir. İşte tam da bu noktada, Hambalang Spor Kompleksi
projesindeki yolsuzuluk iddialarının, Parti’nin bir zamanlar ‘kasası’
konumundaki Muhammed Nazaruddin’in ifadelerinin KPK’yı harekete geçtiği
biliniyor. KPK bu süreçte Bakan’ın yanı sıra, Demokrat Parti’nin Başkanlığını
yürüten Anas Urbaningrum’ın da aralarında yer aldığı altmış kişiyi dinledi. Nazaruddin,
Bakan’ın yanı sıra, Parti Başkanı Ubraningrum’ın da bu yolsuzlukta payı
olduğunu defaatle dile getirmişti.
Nazaruddin’in de benzer bir yolsuzluk suçlamasıyla yüzyüze kalması sonucu
soluğu aldığı Kolombiya’da yakayı ele vermiş ve Cakarta’ya getirilerek yargılanarak
hapse tıkıldığını hatırlatalım. Aşağıda değineceğimiz üzere, yolsuzluk ve
rüşvetin egemen iktidar odakları ve bu odağa mensup görece genç siyasi
aktörlerin öncülüğünde yürütülüyor oluşu, ülke otorite makamındaki kişiler ve
çevreler kadar, üyeleri ve sempatizanlarının çokluğu ile dikkat çeken
cemaatlerin bu kangren sorunuyla baş etmede ne denli başarılı olup olmadıklarını
göstermesi açısından önemli. Bu husustan önce, Bakan’ın bu yolsuzluk
sürecindeki üstlendiği ifade edilen role kısaca değinmekte fayda var.
ASEAN oyunları öncesinde önemli bir spor tesisinin inşasına gerek
duyulmasıyla başlamış ve Bogor’da Hambalang Spor Kompleksi’nin inşasına karar
verilmişti. Bakan’ın sorumluluğuna verilmeden önce, yani bir önceki Bakan
Adhyaksa Dault döneminde proje bedeli 125 milyar Rupiah’dan (yaklaşık 12.9
milyon Amerikan Doları), 1.17 trilyon Rupiah’a (265 milyon Amerikan Doları) çıkartılmıştı.
İşte sorunun ‘püf’ noktası da burada gizli...
Rüşvet ve yolsuzluk skandallarının ülke siyasetinde ve toplum yaşamına şu
veya bu şekilde yansıması kadar, uluslararası arenada da ülkenin bir türlü bu ‘belâdan’
başını sıyıramamış olmasıyla dikkatlere sunuluyor. Halkının kahir ekseriyetinin
Müslüman nüfusunu içermesiyle, Alimler Birliği (Nahdat’ul Ulama) ve
Muhammediyye gibi ‘dev’ cemaat yapılarıyla dikkat çeken ve övünen bir ülkenin
uluslararası çevrelerde kelimenin en hafif anlamıyla ‘ayıplanmasına’ karşın
ortada sorunu çözecek bir ‘sosyal baskı grubu’ inisiyatifinin geliştirilememiş
olması herhalde en çok Endonezya Müslümanlarını ve onları temsil makamındaki
zikredilen iki dini oluşumu ve liderlerini rahatsız ediyordur. Milyonlarca
mensubu ve sempatizanının siyasi partilerde, istihbarat dahil devlet bürokrasisinin
her kademesinde ve çeşitli alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum
oluşumlarındaki varlığı dikkate alındığında, söz konusu cemaat yapılarının devlet
içerisinde olduğu kadar, Müslüman nüfusuyla övünmesiyle dikkat çeken ülkenin
İslam ümmeti içindeki durduğu yer konusunda kayda değer bir çabanın en azından
toplumsal alanda görünürlük kazanmamış olmasının arkasında yatan neden nedir
diye sorulması gerekir.
Yolsuzluk skandallarının kapsamını ‘siyasetin dar aralığına’ gömmek,
Endonezya toplum yapısını olsa olsa sosyoloijik miyoplukla anlama çabasının bir
ürünü olarak değerlendirilebilir. Niçin bu konuya dikkat çektiğimize dair küçük
bir örnek verebiliriz. Son yolsuzluk suçmalarına karışan kişilerden biri olan
Demokrat Parti Başkanlığı’nı yürüten Anas Urbaningrum, adı ülkenin seçkin sivil
toplum kuruluşları arasında zikredilen Müslüman Öğrenciler Mezunlar Derneği
(KAHMI)’nin çok kısa bir süre önce gerçekleştirilen başkanlık seçimlerine
katılmış, ancak Başkanlığa seçilememişti. Sözde ulusal siyasetle pek de
ilintisi olmadığı söylenen KAHMI’de alınan sonuç, Demokratların ‘Müslüman
seçmenler’ nezdindeki destek yitimi olarak dikkatlere sunulması aslında ülkede
dini gruplar, sivil oluşumlar ve aktif siyaset arasındaki ilişkinin boyutlarını
ortaya koyması açısından incelenmeye değer bir olgu olarak dikkat çekiyor.
Demokratlar bir yana, ülkenin genel siyaset ağıyla ‘organik’ olduğu açıkça
dillendirilmese de kaçınılmaz bir ilişkisi olduğu ifade edilen KAHMI içinde yer
almak, hele hele başkanı olmak, seçimlerde gelecek ‘oy kitlesi’ bakımından
gözardı edilemeyecek bir sivil güç edinimine olanak tanıyor. Bu nedenledir ki,
gündemde isim yapan siyasilerin içinde yer almak zorunda hissettikleri bir
kurum boyutunda KAHMI. Bu anlamda KAHMI’nin, Ariel Heryanto’nun (2006) dolaylı
bir bağlamda dile getirdiği üzere
‘siyasi enerji deposu’ olduğunu iddia etmek abartı olmayacaktır.
Bu noktada, kimileri çıkıp, ‘Tamam işte, Yolsuzlukla Mücadele Kurumu
gereğini yapmış ya!’ diyebilir. Ancak, tabiri caizse kazın ayağı maalesef öyle
değil. İlk soruşturmaların 2010 yılı sonlarında başladığı Hambalang Vak’asında
‘ağır işleyen sürecin’ hız kazanmasının ve 6 Aralık 2012 günü Bakan’ın
istifasına neden olmasının, KPK’nın başkanının değişmesinin akabinde
gerçekleşmesi oldukça ilginç. -Es geçilmemesi gereken bir hususa kısa bir notla
değinelim. Son birkaç aydır ‘Endonezya Emniyet Müdürlüğü’nce KPK’da görev yapan
bir kaç önemli isme yönelik yolsuzluk suçlamasına dayalı olarak kuruma yönelik
baskın girişimimin Hambalang yolsuzluğunu ört bas etmeye yönelik olup olmadığı
da üzerinde durulması gereken bir başka gelişme-. KPK bu yolsuzluk ve rüşvet
skandalında Bakan’a ‘seyahat yasağı’ koymasından saatler sonra Bakan ‘Suçu
üzerime atıyorlar’ manasına gelecek demeçine rağmen, istifasını vermek zorunda
kaldı.
Sorunun bu dini/toplumsal vechesi kadar, son dönem yolsuzluk ve rüşvet
vak’alarına konu olan baş aktörlerinin Demokrat Parti’nin önemli isimleri
arasında yer almaları ilk etapta ülke Başkanı olarak Susilo Bambang
Yudhoyono’yu, öte yandan da, ülkeyi reform sürecinde düzlüğe çıkaracağı
varsayılan Demokrat Parti’yi kamuoyun nezdinde siyasi meşruiyetini büyük ölçüde
zedeliyor. Son gelişmeler çerçevesinde, adı yolsuzluk skandalında baş aktör olarak
geçen Bakan, 2004-2009 yılları arasında SBY’nın sözcülüğü görevini üstlenmesi
ve danışmanlığıyla sınırlı değildi. Bundan belki de çok daha önemlisi, -ya da
bunun doğal süreçlerinden biri olarak da telakki ediyebilir-, önümüzdeki
dönemde Parti Başkanlığı’na, dolayısıyla ismi Devlet Başkanlığı’na aday olarak
geçecek bir siyasetçiyle irtibatlı olmasında yatıyor. Siyasetle içli dışlı bir
aileden gelen ve doktorasını bir Amerika’daki bir üniversiteden almış Andi,
meslek yaşamına Makassar Hasanüddin Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak
başlaması, akabinde ulusal siyaset ağında ‘smart’ bir aktör olarak belirmesi,
bugün gelinen noktada ülkenin yolsuzluk-rüşvet bağlantılarının hangi siyasi ve
toplumsal ağlara dayandığının da bir göstergesi olarak okunabilir. Son dönemde
yaşanan yolsuzluklar zincirinin son halkası olarak adlandırılan Hambalang
Vak’asındaki aktörlerin ülkenin siyasi elitlerine yakınlığı 2014 seçimleri
öncesinde Demokrat Parti’nin kan kaybının devam ettiğini ortaya koyuyor. Acaba
SBY, ‘Nasıl olsa ikinci dönem sonrası seçilmem söz konusu değil. Emeklilik
günlerim yaklaşıyor...’ diyerek Partisi’ne mensup üst düzey kadroların
bulaştıkları skandallara gözünü mü kapatacak ya da reform sürecinin önemli
aktörü olduğunu dikkate alarak Suharto sonrası dönemi siyasi tarihine adını
layıkıyla yazdırmayı hedef alacak acil girişimlere başvurup vurmayacağını
ilerleyen aylarda göreceğiz.
Yazının hülâsası anlamında şunları söyleyebiliriz. Bir yandan ülkeyi
kalkınmakta olan ülkeler ve ASEAN içerisinde ‘parmakla gösterilecek’ ülkeler
arasına katma mücadelesi olarak adlandırılabilecek reform sürecinin bir sonucu
olarak KPK’nın varlığı, öte yandan, kökleri toplumsal dinamiklerin epeyce
derinlerde yer alan ve adına kimilerinin ‘ihlas’ dediği ve bu anlamda
meşrulaştırılan yoksulluk-rüşvet ilişkilerinin mücadelesinin keşistiği bir evre
yaşanıyor. Bu evrede siyasi aktörler, bürokraside gücü ve imtiyazı elinde tutan
kimsenin el uzatamayacağı kilit isimler, ülkenin ‘İslamlaşma’ süreçlerine şu
veya bu şekilde katkıda bulunan Alimler Birliği ve Muhammediyye’nin nasıl bir
sınav vereceğini tanık olunacak. Seküler yasa güçlerinin veya dini eksenli
toplumsal yapılanmaların varlığı şeklinde olsun ülkenin gelecek on yıllarda
nasıl bir toplum fotoğrafı ortaya koyacaklarında belirleyici olacak. Özellikle,
“Ben sadece ‘kitap kuning’i mi okurum, gerisine karışmam” diyen geleneksel
Müslüman çevrelerin ya da “Benim ilgi alanım sadece ‘sosyal refah’ alanları
bunun dışındaki süreçlere özellikle de siyasete dair bir yaklaşımım olmaz”
diyen modernist Müslüman çevrelerin mi, yoksa İslam’ın insanlığa sunduğu tüm
değerleri toplum yaşamında praktize etme mücadelesindeki Müslüman duyarlılığının
mı Endonezya toplumun ve siyasi yaşamının adalete, hakkaniyete dayalı bir
sisteme evrilmesine katkı yapıp yapmayacağını göreceğiz. Bu kadar lafdan sonra,
ülke içi siyasi ve toplumsal alanlarını kuşatma altına almış yolsuzluğun
uluslararası boyutu nedir sorusuna da başka yazılarda değineceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder