Mehmet Özay 01.02.2025
Bu çerçevede, adına
genel itibarıyla ‘gazetecilik’ özelde, -şayet haklılık payı varsa- ‘İslamcı
basın’ diyebileceğimiz çevrelerin belki de, birbirinden farklılaşan amaçlarla
Hint Okyanusu ve Malay dünyasına dair bazı haberleri okurlarına taşıdıkları
söylenebilir.
Ancak, -tıpkı bugün
olduğu gibi- Batılı haber ajansları üzerinden aktarılan gelişmelerin, Hint
Okyanusu ve Malay dünyasında olan bitene dair ne gibi hakiki, otantik, gerçekçi
yayınlar olduğu da tartışmaya açıktır.
Burada, Hint
Okyanusu’ndan kastın Hindistan olarak değerlendirilmesi gerekir. Öyle ya,
Osmanlı’nın son döneminde basının Hint Okyanusu’yla ne tür bir alış verişi
olabilir ki!
O dönem, bu boyut
ortaya konurken, devletin yani, Osmanlı’nın içinde İttihat ve Terakki dahil
olmak üzere, son dönem hükümetlerinin Malay Dünyası’na yönelik bir politikası
olup olmadığı varsa, bunun neye tekabül ettiği meselesi de o denli önemlidir.
Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e
Bu dönem yani,
Osmanlı’nın son yirmi yılı diyelim, -şimdilik- bir yana-, acaba Yeni
Cumhuriyet’in ilk on yıllarında Hint Okyanusu ve Malay dünyası konusunda neler
olduğu veya olmadığı da, o denli ilgi çekicidir.
Osmanlı ve
Cumhuriyet’in siyasal dikomoti bağlamında ele alınmakla kalmayan, aynı zamanda
ve bunun ötesinde, daha çok siyasal epistemoloji açısından epeyce farklılaşan
boyutunun, Yeni Cumhuriyet’in siyasal elitinin, Hint Okyanusu’na ve Malay
dünyasına bakışına bir açılım, bir yenilik mi yoksa bir tür ‘siyasal ketumluk’ mu
getirip getirmediği de, gayet ilginç bir konudur.
Mustafa Kemal’den
hatırlatma
Bu çerçevede, bir
süre önce karşılaştığım bir eserde, Mustafa Kemal’in bu alan dair yaptığı kısa
bir değerlendirmeye yapılan bir atıf üzerinden, kısa bir değerlendirme yapmak
mümkün gözüküyor.
Mustafa Kemal’in, İzmir’de
-muhtemelen İktisat Kongresi vesilesiyle- yaptığı -yanılıyorsam affola(!) belirtilen
izahatın bir yerinde, Hint Okyanusu’na gönderme yaptığı belirtiliyor.
Açıkçası burada,
kasıtlı olarak, İzmir’de yapılan konuşma metnine bakmadan bu yazıyı yazdığımı
belirtmek isterim…
‘Göl’ metaforu
Mustafa Kemal, 1.
Süleyman bir başka ifadeyle, Kanuni dönemine atıfta bulunarak o dönemde,
Akdeniz’in, bir “Osmanlı gölü” olduğunu ifade ediyor.
Anlaşılan o ki,
Osmanlı askeri eğitiminde denizcilik konusunda Akdeniz olgusu bir ‘göl’ olarak
kabul edilebilecek başarılara tekabül eden bir alan oluşturuyor ve böyle
anılıyor…
Bu noktada, ‘göl’
metaforunu bazı çağdaş tarihçilerin de, kaleme aldıkları ilgili yazılarında
gündeme getirmelerine şaşmamak gerekir…
Yani, Mustafa Kemal,
hayatının yarıdan fazlasında mensubu olduğu, okullarında okuduğu, askeriyesinde
görev yaptığı, Batılı güçlerin askeri müdahaleleriyle ortadan kaldırılmaması
için cephede mücadele verdiği Osmanlı’nın, dört yüz yıl önceki halinden
haberdarlığına şaşmak gerekmiyor.
Çünkü, nihayetinde,
Mustafa Kemal bir Osmanlı ordusu mensubu…
Ve askeriyede
öğrenimi sürecinde şu veya bu şekilde, Osmanlı tarihinin askeri yönüne dair
kapsamlı denilebilecek eğitim aldığı varsayılabilir.
Bununla birlikte,
Mustafa Kemal’in dönemin Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’le ilgili bağlamını
değerlendirmesinde gerçekçilik sınırlarını yeniden düşünmek gerekir.
Öyle ki, dönemin 16.
yüzyıl ilk yarısı olduğuna göre aslında, Osmanlı Devleti’nin Akdeniz’deki
varlığının Batı Akdeniz’in Cezayirli otonom kaptanlara havale edildiği, Doğu
Akdeniz’de ise Batılı-Hıristiyan denizci unsurlarla mücadelenin devam ettiği
görülür.
İşin ilginç yanı,
Mustafa Kemal’in, Akdeniz ve Hint Okyanusu’na dikkat çekişinden hareketle,
temelde Osmanlı’nın 1560’lı ve 1570’li yıllarda Hint Okyanusu’na açılamamasına
temel neden Kıbrıs ve Rodos Adaları başta olmak üzere, Akdeniz’de gündeme gelen
gelişmelerdir.
Dönemin Hint
Okyanusu’nda önemli bölgesel aktörlerden biri olan ve de ticaretinde önemli rol
oynayan Kuzey Sumatra’da Açe Devleti’nin Osmanlı’yı bölgeye ‘davetine’
verilemeyen cevap temelde Akdeniz engeline takıldığı, 2. Selim’e atfedilen
ancak, daha çok yanındaki başvezir Sokollu Mehmed Paşa olmak üzere ilgili üst
düzey sivil ve askeri zevatın kaleme aldığı metinlerde görülür.
Bu bir…
Siyasal güç, denizci
güç
İkincisi…
Mustafa Kemal, meseleyi
Akdeniz’den Hint Okyanusu’na taşıması gayet önemli…
Dönem yine aynı
dönem yani, Kanuni dönemi…
Ve Mustafa Kemal,
Osmanlı’nın ‘gayet büyük politikası neticesinde’, Hindistan üzerinde de etkin
olduğunu ifade ediyor…
16. yüzyıl ilk
yarısında olan biten bu gelişmeyi Mustafa Kemal, “Osmanlı’nın gerçek gücü”
-herhalde siyasal gücü denilmek isteniyor- “olmak yerine, Osmanlı’nın denizci
gücü şeklinde anlaşılması gerektiği”ni belirtiyor.
Burada kanımca, iki
temel hususa -sorularla- dikkat çekilebilir…
Osmanlı deniz gücüne
vurgusuyla, Mustafa Kemal, İzmir’de yaptığı konuşmada, Yeni Cumhuriyet’e ve
onun denizci politikası olması yönünde açık bir politika yönlendirmesinde mi
bulunuyor acaba?
Bir başka açıdan
bakılacak ve de yukarıdaki atıf dikkate alınarak söylenecek olursa…
“Belki, şu an bizim
büyük bir siyasi güçümüz yok, ancak ekonomik -özellikle de, denizcilik eksenli
bir ekonomik yapılaşma gerçekleştirmemiz gerekir” yönünde mi bir görüş beyan
ediyor acaba?
Şayet böyleyse, Yeni
Cumhuriyet’in denizcilik politikasının Akdeniz’de -ve de örneğin, Ege gibi
ilintili denizlerde nasıl bir yönelim takip ettiği ile Hint Okyanusu’na
taşınabilecek şekilde bölgenin ilgili ülkeleriyle siyasal ve ekonomik ilişkiler
ağının geliştirilip geliştirilmediği meselesi de önemlidir.
Sonuç
Mustafa Kemal’in Osmanlı denizciliğine dair iki farklı
değerlendirmesi önemlidir.
Bununla birlikte, bu iki yorumuna yeniden ele alınmay
adeğer olduğuna kuşku bulunmuyor...
İlkinde, Akdeniz Osmanlı gölü olmadığı aksine önemli bir
çatışma alanı olduğu Kıbrıs ve Rodos gibi adaların bile alınma süreçlerinin
bunu açıkça koyduğunu söylemek gerekir.
Öte yandan, Hint Okyanusu’nda Osmanlı’nın gücünün
üzerinde yaklaşımı da, Osmanlı denizciliğinin maddi yönünden ziyade, politik
düşüncenin yetersizliğiyle açıklanabilir.
Osmanlı Devleti’nin, Hint Okyanusu’nda tek başına hareket
edemeyeceğini Hadım Süleyman Paşa’nın girişimlerinde gayet net bir şekilde
ortaya çıkarken, bunu nasıl aşabileceği konusunda kendisine gelen siyasi ve
askeri teklifleri değerlendirme yeterliliğinde olamayışını da temelde
Osmanlı’nın bölgeyle irtibatının, siyasal epistemolojik sınırlamalarıyla
anlaşılabileeğini gösteriyor.
Şu
açıklamayla, Osmanlı’nın Hint Okyanusu bölgesine dair yaklaşımına da hak vermek
gerekir görüşündeyim.
Takipçisi
olduğu Selçuklu ve Bizans geleneği dışında Osmanlı’nın, Hint bölgesi
hakimiyetinin devletin Hint Okyanusu’na giriş yapmış kabul edilmelidir.
Ancak
bu durum, ne Balkanlar’daki ilerleme süreklilik ve kalıcılık sergilemiş ne de
Selçuklular gibi İran ve Hint coğrafyaslarına sıçrama gerçekleştirebilmiştir.
Mustafa Kemal’in dönemin şartları vs. dikkate alınmakla
birlikte, bir asker ve devlet adamı olarak bu hususları ele alıp almadığını da
sorabilir.
Örneğin, Mustafa Kemal bunları biliyor olabilir, ancak
ortaya koyacağı siyasi açılımına zemin hazırlamak adına, ilgili tarihi döneme
dair böylesi bir söylem geliştirmiş olabilir...
Bir siyasetçi olarak Mustafa Kemal’in yaklaşımı -kendi
sınırlılıkları ve hedefleri noktasında- hoş görülebilir.
Bununla birlikte, tarihi gelişmeleri, çeşitli
açılımlarıyla bütüncül bir şekilde ela alma yeterliliğinin sosyal bilimlerin
ilgili alanlarındaki akademisyenlerce ortaya konması tarihe ve de bilimsel
standartlara karşı bir sorumluluktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder