25 Ekim 2023 Çarşamba

Osmanlı ve Türk toplumunda geri kalmışlık olgusu ve Hint Okyanusu politikaları / The phenomenon of economic underdevelopment in the Ottoman and Turkish society and the Indian Ocean policies

 Mehmet Özay                                                                                                                           25.10.2023

Osmanlı ve Türk toplumunun ekonomik geri kalmışlığı meselesi sona ermiş, tamamlanmış bir olgu değildir. Aksine, bu olgu yaşadığımız günler noktasında pratikler ve tarihte olan biten gelişmelere dair yeni anlama biçimleri ile yeni bakış açıları çerçevesinde, kendini ortaya koyuyor.

Bu yazıda, Osmanlı ve Türk toplumunun geri kalmışlığı meselesinin ele alınışında, Osmanlı Devleti’nin Hint Okyanusu ile ilişkileri üzerinden değerlendirerek, alternatif bir bağlam geliştirmeye çalışacağım.

Keşifler (!) ve sömürgecilik

Hint Okyanusu merkezli (Indian Ocean-centric) böylesi alternatif bir yaklaşım olanaklı gözüküyor.

Çünkü, nihayetinde, ilerleme (development) ve geri kalmışlık (underdevelopment) gibi ekonomi alanındaki moderniteye özgü kavramların, terminolojilerin ortaya çıkmasına neden olan somut gelişmenin, -biz de hâlâ tam anlamıyla anlaşılmayı bekleyen- sömürgecilik süreçleriyle birebir ve doğrudan bağlantısı bulunuyor.

Orta öğretimden başlayarak popüler anlatılara kadar, ‘keşifler çağı’ (discovery ages) üzerinden değerlendirilen Batı Avrupa’nın gelişme süreçlerini, sömürgecilikten bağımsız ele almak mümkün değildir.

Kaldı ki, ‘keşifler çağı’ kavramının bile, başlı başına bir sorunsala tekabül ettiğini ileri sürdüğümüzde, aslında, zihniyetimizin gizli/açık nelerle meşgul edildiğini ve meşgul olduğunu gayet açık bir şekilde gösterecektir...

Bu noktada, Osmanlı ve Türk toplumunun ekonomik geri kalmışlığını, genelde sömürgecilik ve özelde, Hint Okyanusu çerçevesinde ortaya konulan sömürgecilik sürecinin dışında ve ötesinde bağlamlara taşımak aslında, Batı Avrupa’da hem teorik olarak üretilen, hem de pratik olarak ortaya konulan kavramlar, söylemler nezdinde ve karşısında da, bizim bir tür handikap içinde bulunduğumuz anlamı taşıyor. 

‘Kalkınma’ ve ‘geri kalmışlık’ ilişkisini, Batı Avrupa’nın sömürgecilik süreçleriyle ve bu sürecin, en önemli bölümünü teşkil eden Hint Okyanusu bağlamında ele almak kanımca, gayet rasyonel ve bütünlüklü bir girişim olacaktır.

Literatüre atıf

Her ne kadar literatürde yer etmiş olsa da, ‘Osmanlı ve Türk toplumu’ yerine belki kısaca, Osmanlı Devleti ve/ya toplumu demek daha makul geliyor. Ya da bu yaklaşımın, derdimizi anlatmak açısından, daha tumturaklı bir tutuma işaret ettiğini ileri sürebiliriz.

Şayet, ‘Türk toplumu’ ile kastedilen, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan -irili ufaklı diğer tüm toplumlar bir yana, hususen antropolojik ve sosyolojik özellikleriyle dikkat çekilen ‘Türk toplumu’nun  geri kalmışlığı üzerinde duruluyorsa, bunun da kendi içinde gayet anlamlı olduğunu ve diğer toplumlardan ayrıştırılarak ortaya konması gerektiğini söyleyebiliriz.

Ancak, bunun Osmanlı Devleti’nin konu olduğu bir ekonomik geri kalmışlığı açıklamamıza el verir mi, bunu da tartışmak mümkün.

Şimdilik bu konuyu bir kenara bırakarak, var olan kavramsallaştırma üzerinden yani, Osmanlı ve Türk toplumunun ekonomik geri kalmışlığı üzerinde duralım.

Yerleşik görüşler

Osmanlı ve Türk toplumunun ekonomik geri kalmışlığı hususunda görüş beyan edenler ve bu görüşlerini akademi ve akademik olmayan eserlerle kaleme alanların, uzun erimli tarihsel gelişmeleri dikkate aldıklarını söyleyebiliriz.

Bu yaklaşımların, Cumhuriyet’in erken dönemlerinde yetişmeye başlayan nesille ve bu noktada, yeni bir ‘ülke’ ile yeni bir ‘dünyanın’ akademi ve entellektüel çevrelerine mensup bireylerinden sadır olması gayet doğal.

Bununla birlikte, ‘Osmanlı ve Türk toplumunda ekonomik geri kalmışlık’ gibi bir araştırma konusuna yaklaşırken, bu bireylerin gerek ailelerinin, gerekse eğitim süreçlerinin yönlendirmesiyle ve yapılandırmasıyla edindikleri ve takındıkları siyasal ideolojik ve tutumlardan ari olmadıkları da gerçektir.

Bu konuda, yakın geçmişte yayınlanan bir makalede bu görüşlerin kanımca, bir bölümünü içeren bir tablo bize, bu noktada yardımcı oluyor.[1]

Söz konusu tartışmayı Hint Okyanusu ile bağlantılandırmadan önce, kısaca bir iki hususa değinmekte yarar var...

Mehmet Fuat Köprülü’den başlatılan ve Şevket Pamuk ile Halil Berktay Hoca’ya kadar getirilen, aralarında tarihçi, iktisatçı, sosyolog vb. sosyal bilim mensuplarının olduğu bu araştırmacı, akademisyen, düşünür çevrelerinin Osmanlı ve Türk toplumunun geri kalmışlığı üzerine söylemlerinin ve bu konuya eğilimlerinin ideolojik kurgulamalar nedeniyle, var olan gerçekliklere ne denli nüfuz edebildiği ve/ya bu gerçeklikleri ne denli yansıtıp yansıtmadığı da tartışmaya açıktır.

İdeolojik kalıplar ve sınırlılıklar

Burada birilerinin çıkıp, “ideolojilerin amacı var olan gerçekliği kendi sınırlılığı içerisinde değerlendirmektir” demesi halinde, o zaman Osmanlı ve Türk toplumunun tarihsel süreçte ekonomik geri kalmışlığını anlamlandırabilmenin, dört başı mamur bir şekilde gerçekleştirilebileceğini söylemek de herhalde bir yanılgı olacaktır.

Bir başka grup çıkıp, “Sosyal bilimlerin amacı, artık böylesine uzun dönemli gelişmeleri ele almak değildir” demesi de, halen önümüzde duran kapsamlı sorunu anlama çabamıza bir engel teşkil edecektir.

Aslında, tam da burada, bir süredir dikkat çekmeye çalıştığımız bir olgunun öne çıktığına tanık oluyoruz.

O da, modern Türkiye Cumhuriyeti’nde genelde sosyal bilimlerin neredeyse her alanında, özelde ise, Osmanlı toplumu üzerine çalışmalarda -sağ ve sol ayrımı gözetmeksiniz-, ideolojik yapılaşmaların egemenliğinin kendini gayet başat bir şekilde hissettirdiğidir.

Bu durum, ilgili araştırmacıların, akademisyenlerin ve entellektüellerin bakış açılarının, söz konusu tüm bu üç unsurun, -yani araştırma, akademisyen, entellektüel- içermemesi gerektiği yönünde bir düşünceye sahip olsak da, aslında sınırlılıklara konu edildiğini gösteriyor.

Yakın geçmiş dikkate alındığında, daha çok Soğuk Savaş dönemine atfen gündeme getirilmekte olan ideolojik yapılaşmaların, bir tür intikamcı gizil hedeflerle hareket ettiği ve öteki ideolojilerle rekabette, var olan tarihsel gerçeklikleri -ve de bugünün gerçekliklerini- anlamada, anlamlandırmada bizi yarı yolda bırakabilecek bir indirgemeciliğe evrilebildiği görülüyor.

Tüm bu ekstra cümleleri, Osmanlı ve Türk toplumunun ekonomik geri kalmışlığı konusunda mevcut literatüre katkıda bulunduğu ileri sürülen çevreler nezdinde durduğumuzu daha iyi anlayabilmek adına sarf ediyorum.

Ekonomik geri kalmışlık konusunun, salt iktisat terminolojisi sınırlılığı içerisinde ele alınamayacağı ortada. Zaten yukarıda zikredilen ve bugüne kadar ortaya konulan görüşler arasında ‘zihniyet’ (weltanschauung) konusunun varlığı da, buna işaret ediyor.

Hint Okyanusu ve kalkınma

Hint Okyanusu gerçekliğinin, temelde Batı Avrupa için bilin(e)mez olduğunu söylemek mümkün değil...

Hindistan ve büyük ölçüde Hindistan üzerinden Çin ile bağlantılı ticaret yollarının, Roma öncesine kadar gerilere giden tarihi Avrupa kıtası toplumlarının ancak “unutulmuşluk” haliyle açıklanabilir.

Bununla birlikte, bu “unutulan” coğrafyaları bilinir kılmada, İslam dinini benimseyen toplumların Arap Yarımadası’ndan başlayan yayılma sürecinin, İslam öncesi dönemden farklı bir sosyo-ekonomik gelişme süreci ortaya koyduğu ve bunun, özellikle Batı’da Avrupa coğrafyasıyla doğal veya kendinde bir rekabet, çekişme ve nihayetinde çatışmaya yol açan süreçlere yol açtığı görülüyor.

Doğu’nun ticari metalarının varlığını ve zenginliğini sadece ipekli kumaşlar, mücevherler vb. gibi pür ‘zevk, şatafat, şaşaa süreçlerine konu olan ürünler’ ile açıklamak gayet yanlış. Bu noktada İpek Yolu (Silk Road) ile Baharat Yolu (Spice Road) arasında gayet önemli bir fark olduğunu ileri sürmek gerekir.

Temelde, farklı coğrafyalarda ve farklı iklim koşullarında yaşanan insan toplumlarının gıda, farmokoloji, tıb, dini ritüeller ve hatta teknoloji ve endüstri gibi alanlarla ilgili süreçlerde ihtiyaç duyduğu doğal maddeleri üreten veya tüm bu ürünlere doğal koşullarda sahip olan Hindistan’dan başlayarak Malay Takımadaları’na ve Çin’e kadar uzanan coğrafyalardır. 

Emeviler’den Selçuklular’a kadar olan tarihsel dönemi bir kenara bırakarak, Osmanlı Devleti’nin Hint Okyanusu ile ilgisine, bağına, ilişkisine, göz attığımızda, -haklı olarak- 1517 yılının belirleyiciliği dikkat çekebilir...

Ancak, Osmanlı’yı Hint Okyanusu’yla ilintilendiren süreç, Portekizlilerin neredeyse, bir buçuk yüzyılı bulan çabalarının ardından nihayet, 1498’de Hindistan’ın batı sahillerinde, ‘Malayalam’ olarak bilinen bölgede Kalikut limanına ulaşmalarıyla başlar. Bu durum bile aslında, bize Batı Avrupa’da okyanus denizciliğinin Osmanlı kuşatması dışında ve ötesinde bir gelişmeye konu olduğunu hatırlatması bakımından dikkat çekicidir.

Memlüklülerin teritoryal hakimiyetindeki Hicaz bölgesinin, Kızıldeniz uzun dönemli deniz ticaret yolunun üzerinde bulunması, ekonomik çıkarların zedelenmesi vb. süreçler aslında, 1517 ile başlayacak şekilde tam da, Osmanlı’nın kendini içinde bulacağı duruma tekabül ediyor(du).

Bu süreç çerçevesinde açıkça sorgulanması gereken şu hususlar olmalıdır:

i)Osmanlı’nın Hint Okyanusu üzerinde geliştirilebileceği bir coğrafi düşünce sistemi ve anlamlandırma olmuş mudur?

ii) Modern anlamda ifade etmek gerekirse, Osmanlı’nın doğu politikasının Safavi Devleti’yle çatışma eksenli başlayan sürecin ötesinde ve dışında Okyanus ve Okyanus aşırı bir dış politikası söz konusu muydu?

iii) Osmanlı Devleti sivil ve askeri bürokrasisi, Batı Avrupa milletlerinin, Doğu’ya ulaşma isteğinin temelini oluşturan ekonomik kaynaklara sahip olma gibi bir niyet ve/ya bu kaynaklara sahip olan toplumlarla -ki, kahir ekseriyetini Müslümanların oluşturduğu anlaşılıyor- ikili ilişkiler geliştirme yönünde bir siyasal ve ekonomik bilince sahip miydi?

iv) Bunun ötesinde, Osmanlı Devleti siyasi elitinin, tüm Hint Okyanusu özelinde düşünüldüğünde Müslüman toplumların varlığı ile bu toplumlara yakınlıklarıyla dikkat çeken diğer toplumlara yönelik epistemolojik temelden hareket eden kasıtlı ve sürdürülebilir yakınlaşmasından bahsedebilir miyiz? 

Diğer ilgili soruları birbiri ardına sıralamak mümkün...

Temelde, bu ve benzeri sorulara vereceğimiz cevapların, Osmanlı ve Türk toplumunun ekonomik geri kalmışlığı sorunuyla birebir ilişkilendireceğine kuşku bulunmuyor.

Hint Okyanusu merkezi yaklaşım (Indian Ocean-centric) ve bu merkez üzerinden geliştirdiğimiz yukarıda dikkat çekilen sorular bize sadece, Osmanlı’da ekonomik yapılaşma ve gerileme ile ilgili veriler sağlamakla kalmayacaktır.

Bunun dışında ve ötesinde, Batı Avrupa’nın nasıl olup da, feodal toplumdan burjuva toplumuna geçtiğini ve bunun bireysel mülkiyet haklarıyla ve sınıflı toplum teşkiliyle doğrudan ilişkisi, -ekonomik gelişmeler ve bağlamlar ışığında- daha rasyonel bir şekilde anlamamıza olanak tanıyacaktır.

Her halükârda, sömürgecilik süreçlerini yeniden ele almak bize bir yandan, Batı karşısında, -alanın uzmanlarının dile getirmeye çalıştığı üzere-, ne türden bir askeri, siyasal ve ekonomik bağlamlarda yenilgiye konu olduğumuza ışık tutacaktır.


[1] Mehmet Dinçaslan; Haydar Akyazı. (2018). “Osmanlı-Türk Toplumu’nda İktisadi Geri Kalmışlık Sorunsalı: Ülgener ve Küçükömer’den ‘İnsan’ Faktörünün Önemine”, Journal of Political Science, 27(1), s. 32. (23-46).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder