25 Mart 2023 Cumartesi

Müslüman toplumlarda refah ve kalkınma olgusu / The phenomenon of prosperity and development in Muslim societies

Mehmet Özay                                                                                                                            24.03.2023

Müslüman toplumların, 21. yüzyılın içinde yaşadığımız ve birebir tanık olduğumuz bu döneminde karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, sosyal alanlardaki sorun ve açmazları bize, yeni bir olgular bütünü olarak gözükebilir.

Oysa, geniş bir coğrafya üzerinde varlık süren Müslüman toplumlarının özellikle “atıllık, durağanlık” kavramları ile açıklanan  durumunun, uzun bir geçmişi içinde barındıran vakıa olduğunu unutmamak gerekir.

Bununla birlikte, aradan geçen süre zarfında hiçbir değişim olmadığını iddia etmek mümkün olmadığı gibi, yaşanan değişimin ne tür bir anlamlılığa tekabül ettiği de bir o kadar sorgulanmaya değerdir.

Refah ve kalkınma

Bu çerçevede, günümüz koşullarında kendini ortaya refah ve kalkınma kavramları üzerinden konuyu kısaca ele almakta yarar var.

Bugün, İslam coğrafyasının hem pür mekânsal anlamda, hem de tarihin bir evresinde manevi boyutunun ortaya çıkışına atfen merkezinde/ortasında yer alan mekânında ve çevresinde, geçen yüzyılın ortalarında Batılılarca ‘keşfedilen’ doğal kaynaklar sayesinde elde ettiği varsayılan ‘zenginlik’, bugün söz konusu bu birkaç ülke toplumlarına dahi, -kelimenin hakiki anlamında-, bir refah ve kalkınma getirdiğini söylemek güç.

Bu ilgili birkaç ülkede var olduğu varsayılan refah ve kalkınma, sadece bankerlerin hizmetine sunulan meblağlar; yine bu bankerler vasıtası ve aracılığıyla bu ülkelerin sınırlı bölgelerinde adına, ‘modern alt yapı’ denilen unsurlarının teşkiline tekabül ediyor. Yoksa, söz konusu bu refah ve kalkınmanın ilgili ülkelerin tüm toplum kesimlerine hitap etmesi ve istifadesine sunması kastedilmiyor.

Veya bir başka açıdan dile getirmek gerekirse, dışarlıklı grupların yani, Batılıların öncülüğünde, maddi varlıkların kullanımına (exploitation) binaen ortaya çıkan ‘modern’ yapılaşmanın, bu ülkelerin bizatihi Müslüman toplumlarınca üretilmiş, anlamlandırılmış bir refah ve kalkınma yapılaşması anlamına gelmiyor.

Refah ve kalkınmayı nasıl anlamalı?

Refah ve kalkınma’dan anlaşılması gereken, belli bir kültürel arka plâna ve bu kültürel arka plâna varoluşsal anlamını veren ve bu çerçevede, tüm ilgili alt yapı-üst yapı unsurlarının aidiyet ve kullanımına anlamını katan değerler ile bunların, tek tek Müslüman bireyde karşılığını bulan davranış norm ve yaklaşımlarıdır.

Bu anlamda, refah ve kalkınmanın ne anlama geldiği veya gelmesi gerektiği hususunda, dün-bugün karşılaştırması olgusuna referans yapmakta yarar var...

Tarihin bir evresinde -eleştiriye açık olsa da, adına İslam Ortaçağ’ı diyelim şimdilik-, İslam coğrafyasının belirli bir noktasında ortaya çıkan ve kendini yönetim, yasama/yargı, eğitim, bilimsel faaliyet, ticaret ve şehirleşme gibi refah ve kalkınmanın temel dinamiklerini ve göstergelerini oluşturan kurumsal ve yapısal unsurlarının bütüncül bir ‘anlam’ çerçevesinde aldığı olumlu yönelimden bahsedebiliriz.

Bunun yanı sıra, geçmişin ilgili dönemlerinde bu yapının, dikkat çekilen tüm bu unsurlarından teşekkül eden ‘refah ve kalkınma’dan istifade eden -veya ettiği varsayılan- Müslüman toplum kesimleri ile bugünkü Müslüman topumlarının tecrübe ettiği varsayılan ‘refah ve kalkınma’ arasında bir bağ kurulabilir mi sorusu gündeme getirilmelidir.

Soruyu biraz daha açıkça ortaya koymak gerekirse, geçmişteki refah ve kalkınma olguları ve bunu tecrübe eden Müslüman toplumlar ile bugünün refah ve kalkınma olguları ve bunu tecrübe eden Müslüman toplumlar arasında ne türden bir benzerlik vardır?

Veya bunun öncesinde -çelişkili olabileceği kuşkusu taşımadan-, “Dün ile bugün arasında bu alanları içine alabilecek, böylesine önemli bir kıyası yapabilecek elimizde anlamlı veriler var mıdır?” sorusunu da beraberinde gündeme getirmek gerekiyor hiç kuşkusuz!

Modern kalkınma ve illüzyon

Kaldı ki, refah ve kalkınmayı sadece, maddi bağlamı ile ele almak ve/ya salt buna indirgemek de kanımca, bugünkü duruma bakarak, “işte geliştik, kalkındık” söylemlerinin illüzyonist bir duruma işaret ettiğini görmemize mani olacaktır.

İçinde yaşadığımız ‘modern’ durumda, kendilerini, -diğerleri yani, Batılılar önünde- ‘modern’ devletler olarak tanımlama çabasındaki ilgili ülkelerin durumu tam da buna tekabül etmektedir.

Bu illüzyonun temel sebebi, günümüzde refah ve kalkınmanın varoluşsal ‘anlam’ bütünlüklü olmadığı kadar, aynı zamanda ilgili Müslüman toplumların geniş kesimlerini içine almak yerine, azınlık bir grubu ile sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır.

“Geliştik, kalkındık...” söylemini geliştirenlerin, doğrudan veya dolaylı olarak ilintili oldukları toplumsal kesimlere (diyelim ki, bunlar belirli sınıfları teşkil eden siyasi elitler, monarklar ile bunlara eklemlenen lümpen modernler vb. olsun) atfedilebilecek ‘refah ve kalkınma’nın sathi ve yüzeysel olmak kadar, bunu doğuran temel bir neden olarak ‘anlam bütünlüklü’ olmadığına tanıklık ediyoruz.

Bu söylemin içeriğine derinlemesine bakıldığında veya refah ve kalkınma’dan ne kastedildiğine objektif olarak dikkat çekildiğinde, kendini refah ve kalkınmış varsayan kesimlerin bile, gayet sınırlı bir form ve biçimde bunu gerçekleştirebildikleri görülür.

Devam eden sorun

Bu noktada, ortada hâlâ bir sınırlılık ve kısırlılık halinin varlığı kendini ciddi anlamda hissettirmektedir. 

Müslüman toplumların, “Niçin ve neden bu olumsuzluklar çemberi içerisinde var olduğu” yönündeki sorulara verilen cevaplara baktığımızda bir yandan, geleneksel denilebilecek alimler (traditional scholars) ile öte yandan, adına yenilikçiler (reformist) denilen büyük ölçüde sadece Batılı eğitim kurumlarında öğrenim görmekle kalmamış, bu öğretimin dışında ve ötesinde ‘eğitimine tabi oldukları’ Batı kültür ve medeniyetinin asli dinamiklerini şu veya bu ölçüde anlamaya çalışmış ve içselleştirmiş bir grubun yaklaşımları söz konusudur.

Her iki grubun yaklaşımlarının, Müslüman toplumların yaşam sürdüğü herhangi bir ülke ve coğrafya nezdinde, ne tür kayda değer değişimler sunduğu da, aslında yeniden ve hassasiyetle ele alınmayı gerektiren bir konudur.

Gözlemlendiği üzere, “olumsuzluklar çemberine” yaklaşımda bir dinme, azalma olmadığı yani, çeşitli coğrafyalarda bu duruma dair yeniden analiz, anlama, yorumlama ve kısmen de olsa çözüm önerilerinin getirilmeye çalışılmaktadır.

Ancak, diyelim ki, son elli yılda İslam coğrafyasında olan bitene göz attığımızda, Müslüman toplumların hangi aşamaları katederek adına refah, gelişme, kalkınma denilebilecek seviyelere ulaştıkları sorusu ciddi anlamda kendini hissettirmektedir.

Burada sadece, yukarıda dikkat çekilen ‘merkez’de yer alan ve doğal kaynakların verili imkânlarıyla sınırlı birkaç ülke değil, aynı zamanda aradan geçen görece kısa süre zarfında, bunlara eklemlendiği düşünülebilecek diğer bazı ülkeler de kastedilmektedir.

Bununla birlikte, refah ve kalkınma gibi gayet ‘modern’ ve pozitif imgelemlere sahip kavramlar ve bunlar üzerinde kafa yorup düşünce üretme süreçlerine gelene kadar, aslında Müslüman toplumların çoğunda, daha temel insani, kültürel ve toplumsal yapılaşmaların bile eksikliğini sürdürdüğünü açıkça söylemek gerekiyor.

Bu noktada, refah ve kalkınma ile ilgili yukarıda dikkat çekilen sorunun dışında ve ötesinde, öncelikli olarak halihazırda sürdüğüne kuşku olmayan bu temel insani, kültürel ve toplumsal yapılaşmalardaki eksiklikler üzerine konuşlanmak ve bunlar üzerinde çözüm arayışlarında bulunmakta yarar var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder