17 Mart 2023 Cuma

İslam ve bilim: Müslüman toplumda modern bilimsel faaliyet / Islam and science: modern scientific activities in Muslim societies

Mehmet Özay                                                                                                                            03.03.2023

Müslüman toplumların modern bilimle ilişkileri konusundaki tartışmalar süreklilik taşıyor.

Bu noktada, Müslüman toplumların modern bilime ilgilerinin kendinde bir çaba mı, yoksa dışardan gelen baskıların neticesinde zorunlu bir seçenek olarak ortaya çıkıp çıkmadığı sorusu önemlidir.

İçselleştiril/e/memiş modern bilim

Modernite ile karşılaşmalardan bu yana uzunca bir süre geçmesine rağmen, Müslüman birey ve toplumların modern bilime dair yaklaşımlarında henüz aşılamayan bir durum var ki, o da, modern bilimin içselleştiril/e/memiş olmasıdır.

Bu durum, ortada bir ikilemin varlığına işaret etmektedir. Bu noktada karşımızda iki durum bulunmaktadır.

Bunlardan ilki, epistemolojik ayrımıyla dikkat çeken söz konusu modern bilimsel faaliyetlerin Müslüman toplumlarda, dışardan gelen bir zorlama ile uygulanıyor olmasıdır.

İkincisi ise, bu uygulamaların genel olarak Müslüman toplum üzerinde tesirinin inşacı veya yapıcı (constructive) olmaktan ziyade, yıkıcı, tahrip edici (deconstructive) olmasıdır.

Bununla birlikte, dışardan gelen baskıların boyutuna bağlı olarak, modern bilimle ilişkinin ‘kaçınılmazlığına’ vurgu yapma zorunluluğu ve bu yaklaşımı temellendirme çabası ve/ya ‘İslami’ bir bağlama oturtma arzusu, adına savunmacı denilen bir tavrın geliştirilmesine ve “zaten Kutsal Kitab’ın bilimsel olgularla dolu olduğu” yönündeki söylemin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bu ikinci durumla bağlantılı ve aynı amaca matuf bir diğer söylem ise, modern Batı biliminin köklerinin İslami bilimin oluşturduğu argümanıdır. Tam da bu noktada sorulması gereken, Batı, İslam bilimini alırken niçin Kur’ani bilgiye ulaşmadığıdır.

Modern bilimsel faaliyetler, insanın doğal çevresi ile ilişkisi noktasında ele alındığında, yukarıda dile getirilen yaklaşımı, en azından belirli şartlar altında, doğru kabul etmek mümkün gözüküyor.

Örneğin, Ghazali’nin hakikat arayışında bize sunduğu yaklaşımlardan ilki, insanın doğal çevresi ile ilişkisinin ilk basamağı teşkil ettiği yönündeki söylemidir. Bu durum, Müslüman toplumların modern bilimsel faaliyeti alma veya uyarlamada bir dayanak noktası olarak görülebilir.

Üst-gerçeklik

Ancak karşımızda yer alan modern bilimin kendini üst gerçeklik alanından ayırması ve bunun ötesinde, üst gerçeklik olgusu gibi bir yaklaşıma sahip olmaması, Müslüman toplumların Batı bilimiyle ilişkilerinde sorgulamaları bitirmek yerine daha da artırmaktadır.

Buna ilâve olarak Batı biliminin, bizatihi kendi içinde yaşadığı kırılmaları ve açmazları da yabana atmamak gerekir.

Doğa ile doğa-üstünün, hiyerarşik ve birbirinden farklı iki gerçeklik alanı olması, Müslümanca düşünme çabası içerisinde, hiç kuşku yok ki, anlamlı bir yere sahiptir. 

Müslümanca düşünmede bilimin kendinde bir gerçeklik alanı olmadığı aksine, bir üst alana yani, doğa üstüne ulaşmada bir araç konumunda olduğu görülür. Bu yaklaşım bize, Müslüman birey ve toplumun doğal çevresiyle ilişkisini örüntülerken, bundan hedefin hakikate ulaşma amacı taşıdığı aşikârdır.

Ancak benzer şekilde, Müslüman olmayan birey ve toplumların da -özellikle burada sekülerleşmiş Batılı toplumlar kastedilmektedir-, aynı doğal çevre ile ilişkiler geliştirmeleri -en azından, antropolojik olarak- doğru ve yerinde bir duruma tekabül etmektedir.

Bununla birlikte, onlar doğayı, maddi alemi dönüştürürken, elde edilen ürünlerle insan yaşamını kültürünü ve nihayetinde medeniyetini teşkil edecek donanımları sağlarken, bu elde edilen veriler ve kazanımlarla bir üst gerçekliğe yani, doğa üstü gerçekliğine ulaşma amacı ve hedefi taşımamaktadırlar.

Gerek felsefi anlamda, gerekse sosyolojik çerçevede Batı/modern bilimsel faaliyetinin doğa-üstü gerçekliği yitirdiği noktada, maddi çevre yani, doğa ile girdiği ilişkinin doğurduğu mekaniklik ve/ya mekanik bilgi doğa-üstünün bir başka deyişle mysterious olanın yerini almasına yol açmıştır. Bu durum, Batı modernleşmesinde Yüce Varlık olgusunun bir üst-gerçeklik olmaktan çıkartılması anlamına geldiği gibi, aslında ortada bir ‘Yücelik’ olgusundan bahsetmek te mümkün değildir.[1]

Ortaya çıkan bu durumun ise sekülerleşmeyle bağı ise gayet ortadadır…

Öte yandan, son dönemde gündemde sekülerliğin aşıldığı, dini/msi yapıların yeniden zuhur ettiği yönünde bir yaklaşım dikkat çekiyor. Ancak bu yapıların dinin geri gelişimi olduğu yoksa, dünde/geçmişte kalan dinin/dini bilginin/pratiğin çoktan değişerek anlam kaybına mı  uğradığının anlaşılması gerekmektedir.

Manipülasyon

Aslında olan biten, Yüce Varlık olgusunun modern Batı ve bu modern Batı’yı kendi yaşam ve düşünce şekline adapte etme arzusundaki Müslüman birey ve toplumlar tarafından çıkarcı ve manipüle edici bir ilişkiye konu olduğudur.

Batı modernleşmesinin üst gerçeklik olgusu ve bunun içeriğini boşaltmaya ve anlamsızlaştırmaya dair gizli/açık, kasıtlı/kasıtsız fiiliyatı insanı, doğrudan doğal çevresi ile ilişkisinde çatışmacı bir noktaya taşımıştır.

Bunun doğurduğu iki temel sonuç bugün kendini çok daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bunlardan ilki, doğa’nın tüketilmesidir; ikincisi ise, insanın maddi, biyolojik varlığı kadar, manevi (spiritual) varlığının da -bağlı olduğu söz konusu doğanın tükenmesi karşısında- tükeniyor oluşudur.

Ancak bundan öte, dikkate alınması gereken bir diğer önemli husus, Müslüman toplumların modernite ile karşılaşmaları öncesinde, adına bilimsel faaliyet denilen olgu ile ne şekilde haşır neşir oldukları ve bu ilgilerini Kutsal Kitap’la ne türden bir ilişki içerisinde algıladıkları konusudur.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2023/03/03/islam-ve-bilim-musluman-toplumda-modern-bilimsel-faaliyet-islam-and-science-modern-scientific-activities-in-muslim-societies/



[1] Ali Issas Othman. (1960). The Concept of Man in Islam: In the Writings of Al-Ghazali, Cairo: Dar al-Maaref, s. xi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder