Mehmet Özay 20.03.2023
Batı toplumlarının sadece, kendi dini-kültürel ve medeniyet evrelerini değil, bununla birlikte diğer toplumları da dönüştürme sürecinin nasıl başladığı ve devam ettirdiği konusu dün olduğu gibi bugün de tartışma konusu olmaya devam ediyor.
Ancak aradaki
fark, bugün bu sürecin giderek farklı katmanlarda ve daha yoğun bir şekilde gündeme
geliyor oluşudur…
Söz konusu bu dönüştürme
süreçleri eğitim, aile, ekonomi, siyaset, din, moda, dünya görüşü vb.
bağlamlarında ortaya çıkarken, tüm bunların temel dayanak noktasını ise,
‘bilgi’ kavramı çerçevesinde gelişen olgular oluşturuyor.
İnsan ve dönüşüm
Batı’nın bilim
kavramına yüklediği ve/ya bu kavram üzerinde yaptığı değişiklik bireyi,
toplumu, doğayı ve Doğa Üstü varlık alemini anlamlandırmada keskin dönüşümlere
yol açmıştır.
Burada dikkat
çeken husus, Batı’da bilgi konusunda yaşanan dönüşümün, aynı zamanda Batı Avrupa
toplumlarının teritoryal yayılmasına yani, sömürgecilik süreçlerine paralel
olarak ortaya çıkmasıdır.
Bilim kavramı ve
pratiği üzerinde yaşanan dönüşümün, sadece Batı Avrupa toplumlarının bilimsel
yaklaşımlarının örneğin, denizcilik üzerinden sömürgeciliği körüklemesi
şeklinde gündeme geldiğini söylemek güç.
Bunun yanı sıra,
tedrici olarak ortaya çıkan bilimsel gelişmelerin teknolojik araç gereçlerde karşılık
bulması ve/ya somutlaşması, Batı Avrupa toplumlarına sağladığı maddi üstünlükle
birlikte, sömürgecilik sürecinde ‘öteki’ toplumlar üzerinde çatışma ve yıkım
olarak karşılık bulmuştur.
Bilimsel
gelişmelerin zamanla Batı toplumlarına sağladığı veri, kaynak, gündelik yaşamda
kolaylık ile bu sürecin sömürgecilik süreçlerinde maddi kazanımlara evrilen
yönü, Batı’da üstünlük hissinin giderek yerleşmesine ve kalıplaşmasına yol
açmıştır.
Bu üstünlük,
psikolojik bir etki olarak kalmamış aksine, Batı düşüncesini şekillendiren bir
norm haline gelmiştir.
Bilimin, üzerinde
işlem yaptığı nesne olarak doğa (nature), zamanla Batı toplumlarının
hizmetinde olması gereken bir olguya indirgenmiştir. Bu durum, aynı zamanda
doğa’nın tüm insan toplumlarınca ortak kabul gördüğü söylenebilecek kutsallığını
yitirmesi anlamına geliyordu.
Sömürgeciliğin erken
dönemlerindeki denizcilik ve buna eklemlenen örneğin, deniz topları
teknolojisinin ardından, bilimde yaşanan gelişme özellikle de, 19. yüzyıl boyunca
gözlemlendiği üzere, askeri teknoloji ürünlerinde bulduğu karşılık, zamanla öteki
toplumlar üzerinde siyasal, toplumsal ve bilimsel üstünlüğün belirmesine de neden
olmuştur.
Bazı yazarlarca da
dile getirdiği üzere, Batı’da üretilen ve endüstrileşme ile karşılık bulan
modern bilim, farklı dünya toplumlarınca o döneme kadar üretilen medeniyet
düşüncesinin ve bunun tüm toplumlar için yarar ve işlerlik kazanması düşüncesinun
yerini, bir üstünlük/egemenlik anlayışına bırakmıştır.[1]
Tekdüze gerçeklik
Bu süreç,
-tehlikeli bir genelleme olmakla birlikte- Batı toplumlarının üç düzlemde yani,
doğa-insan-Yüce Varlık ilişkisinde tekdüzeliği ve indirgemeciliği ortaya
çıkarmıştır.
Temelde bu
gelişme, insan tekinin bizatihi bünyesinde taşıdığı doğallık, insaniyet ve Yüce
Varlık olgularının/hislerinin yok olması anlamına geliyor.
Bu noktada, işin
onulmaz yanı ise, Batılı toplumlarda zamanla ortaya çıkan üstünlük ve egemenlik
düşüncesi karşısında, doğa-insan ve Yüce Varlık olgularının giderek önemini
yitirmiş olmasıdır.
Sömürgecilik ve
epistemoloji
Batı Avrupa
toplumlarının kendi coğrafyalarından çıkıp, yakın-uzak coğrafyalara yönelmeleri
aslında tarihte yaşanan bir ilk olgu değildir.
Farklı
coğrafyalarda farklı toplumlar arasında karşılıklı kültürel, dini, ekonomik, teknolojik
değiş-tokuşları gündeme getiren etkileşimler olmuştur. Ancak bu ikinci durumda
yaşananların, Batı Avrupa toplumlarınca yönetilen süreçlerdeki dönüştürücülük ve
yok edicilik boyutlarında olduğu söylenemez.
Aradan geçen süre
zarfında Batı, sadece kendi epistemolojisi üzerinden bir dünya kurgusu
geliştirmekle kalmamıştır. Aynı zamanda, bu durumun doğrudan uzantısı olarak,
diğer dünya toplumlarının bağlı olduğu epistemoloji sistemleriyle doğrudan bir
çelişki/tezat içine girdiği gibi onları da dönüştürmeyi temel bir hedef haline
getirmiştir.
Küresel tehdit
15. yüzyılı baz
aldığımızda, Batı’da ortaya çıkan bilim algısı ve pratiğinin yönelimi, bizatihi
insan-bilgi ilişkisinde, -bir başka deyişle bilgi kaynağı, bilgi sınırlılığı yani,
epistemoloji üzerinde yaptığı dönüşüm, bugün çok daha sarsıcı boyutlarda tüm
insan toplumlarını etkilemektedir.
Bunun temel
nedeni, Batı’nın “diğer toplumları yani, ötekini” değiştirmesinin sınır tanımaz
boyutta ortaya çıkmasında aramak gerekir.
Ortada kasıtlı ve niyetli
bir değiştirme olgusuna vurgu kadar, bizatihi Batı’nın da kontrol sınırlarını
aşan bir teknolojik boyutun varlığının yeryüzündeki her birey üzerinde ve mekânsal
zeminde hissettirdiğini unutmamak gerekir.
[1]
Ziauddin Sardar. (1985). Islamic Futures: The Shape of Ideas to Come,
London: Mansel Publishing Limited, s. 86.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder