Mehmet Özay 18.03.2023
Tarihsel ve yaygın
söylem olarak bakıldığında bu reform düşüncesinin kahramanları (protagonists)
olarak gündeme getirilen, 19. yüzyıl ikinci yarısını kapsayan dönemde öne çıkan
Cemaleddin Afgani (Jamal ad-Din), Muhammed Abdu’ (Abduh) ile 20. yüzyıl
başlarında adı sıkça duyulan Reşid Rıza’dır.
Reform pratiği
Bugün var olan
reform düşüncesinde Afgani ve Abduh adlarının yanı sıra, İslam coğrafyasının farklı
bölgelerinde, farklı reformcuların örneğin, Mısır’da Tahtawi, Arabistan’da Muhammad
ibn-Abd-al-Wahhab,
Hindistan’da Sir Syed Ahmed, Takımadalar’da (Java Adası) Ahmed Dahlan adları
yerel ve bölgesel düzeyde varlığını hem liderlik vasıfları ile kurdukları
özellikle okullar, yüksek öğretim kurumları ve siyasal yaşam üzerinde
gizli/açık etkileri bağlamında devam ettirmektedir.
19 yüzyıl
bağlamında dikkat çekilen reform sürecinin devamında sadece, Ortadoğu
coğrafyasında değil, Güney ve Güneydoğu Asya topraklarına kadar ulaşan yansımaları,
bugüne kadar çeşitli akademik ve akademik olmayan eserlerin ana konusunu
oluşturuyor.
Bu kısa yazıda,
iki temel hususa dikkat çekilecektir. Bunlardan ilki, reform sürecini sadece,
yukarıda dikkat çekilen Afgani, Abdul ve Reşid Rıza isimlerine bağlamak temelde
bir eksikliği içerdiğidir.
İkincisi ise, Müslüman
toplumlarda reform bağlamının anlaşılmasında, Batı Avrupa’nın İslam
coğrafyalarına nüfuz etmeye başladığı 16. yüzyıl erken dönemlerinden itibaren
ortaya çıkan gelişmelerinin göz ardı edilmesinin yanlışlığıdır.
Reform kavramı
Bu noktada, bizatihi
‘reform’ kavramından başlayarak sürecin neye tekabül ettiği, öncü isimlerin
hangi çerçevede reform, değişim ve gelişme talep ettikleri, hem coğrafya ile
Batılı sömürgeci yapılarla ilişkiler, hem de İslam tarihi ve kültürü
farklılaşmaları noktasında ayrışmalar gösterdiğini gündeme getirmekte yarar
var.
Reform kavramının,
Batı dillerinden alıntılanmasından kaynaklanan sorunlu bir yanı olduğuna kuşku
yok.
Bununla bağlantılı
olacak şekilde, Müslüman toplumlarda reform çabalarının, popüler haliyle
bilindiği şekliyle, 16. yüzyıl başlarında Alman rahip Martin Luther ile
başlayan ve kurulu Katolik kilisesi dogmalarına alternatif bir söylem getiren teolojik
çıkış hatırlanmaktadır.
Bizatihi bu durum,
özellikle siyasal çevreler başta olmak üzere ilgili yapıların Hıristiyanlık ve
İslam dinleri arasında teolojik ayrışmayı göz ardı ederek her iki dini aynı
teolojik zeminde ele almalarıdır.
Bu ise, kaçınılmaz
olarak veya herhangi bir entellektüel çaba içerisine girilmeden, İslam’da
reform tartışmalarını doğrudan Batı Avrupa Hıristiyanlığı tarihsel çerçevesinde
ele almayı zorlayan bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Bunun bir sonucu
olarak, bazı çevreler tarafından bu süreç, Avrupa’daki söz konusu gelişmeyle doğrudan
irtibatlandırılarak, benzer bir sürecin Müslüman toplumlarında da ortaya çıkması
konusunda gizli/açık bir çaba ortaya konmaktadır.
Bu söylemler
bağlamında dikkat çeken bu eksiklik, Batı Avrupa dini koşullarının ve/yani,
Hıristiyanlığın teolojik/dogmatik unsurları ile İslam dininin teolojik
unsurları arasındaki ayrışmanın göz ardı edilmesidir.
Bu eksikliği,
benzer şekilde veya bir karşılaştırmalı olgu olarak laikleşme-sekülerleşme-modernleşme
tartışmalarında da görülür. Öyle ki, Batı Avrupa Hıristiyanlığının yaşadığı
laikleşme-sekülerleşle süreçlerinin birebir aynısının, İslam dini bütünü içinde
gerçekleşmesi arzusu ve icraatları temelde tarihsel bir hataya işaret
etmektedir.
19. yüzyıl sınırlılığı
Müslüman
toplumların reform kavramıyla yüzleşmelerinde, iki temel unsur dikkat çekiyor…
İlki, bu kavramın
gündeme getirilmesi, ikincisi ise bu kavramı gündeme getiren aktörlerdir. İlginç
bir şekilde, her iki halde de karşımıza 19. yüzyıl ikinci yarısı ve sonrası
çıkmaktadır…
Kronolojik ve
tarihsel olarak baktığımızda, Batı Avrupa’da reform sürecinin 16. yüzyıl
başlarında gündeme gelmesi kadar, Hıristiyanlığın kendi iç bünyesine dair bir
çatışmanın sonucu olarak reform söylemi güç kazanmıştır.
İslam dünyasında
ise, reform adı ve icraatlarının gündeme gelmesinde bizatihi, Batı Avrupa ile
19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren başgösteren karşılaşmaların etkisi öne
çıkıyor. Bu durum, reform bağlamındaki bu tarihsel bakışta gayet temel bir
tarihsel eksikliği ortaya koyuyor…
Nihayetinde,
reform adı ve icraatı 19. yüzyıla temellendirilirken, genel itibarıyla
Kahire’de, Afgani ve Abduh ile başlatılan ve zamanla, İslam dünyasının farklı
bölgelerine ulaşan reform sürecine atıf yapılır.
Bu durum, bize
Avrupa’daki reform süreci ile en azından, Mısır özelinde karşımıza çıkan ancak,
geniş Müslüman coğrafya için de kabul edilebilecek bu gelişme arasında üç yüz
elli yıla varan bir süre bulunuyor.
Burada, “Niçin
Kahire?” sorusu elbette ki önemlidir…
Bununla birlikte, Afgani
ve Abduh gibi dönemi itibarıyla -bir anlamda- ‘ithâl’ reformistler öncesinde
Mısır’da, Rafi’ el-Tahtavi’nin (Rifa’ah Rafi al-Tahtawi) varlığı söz
konusudur.
Benzer şekilde,
20. yüzyıl başlarında Sir Syed Ahmed başta olmak üzere Hindistan’da temelde üç
farklı ekole mensup reformcu düşünce akımı bulunmaktadır. Takımadalar’da ise Kiai
Ahmed Dahlan öncülüğündeki Muhammediyye Hareketi gayet önemli bir zemin bulmuştur.
Bu ve benzeri
isimlerin, Batı Avrupa sömürgeci yönetimlerle karşılaşmaları, bu yönetimlerin
okullarında öğrenim görmeleri ve/ya bu sömürge merkezine yaptıkları seyahetler
vb. süreçler onları sömürge yönetimini -şu veya bu şekilde-, büyük ölçüde benimsetici
bir yönelime sokmuştur.
Bu nedenledir ki,
örneğin Mısır’da Tahtawi Fransız,[1] Hindistan’da Sir Syed
Ahmed İngiliz yanlısı tutuma sahip olmalarıyla anılırlar.[2] Muhammediyye Hareketi’ne
yönelik tepki ise bizatihi, bu harekete karşı yerel şart ve zeminde gelişen
Nahd’at-ul Ulama bünyesinde karşılık bulur.
Söz konusu bu
süreçle ilgili bir diğer ilginç nokta da şudur…
Söz konusu bu uzun
dönemin, farklı coğrafyalardaki Müslüman toplumların Batı ile karşılaşmasıyla
da benzerlik taşıması üzerinde durulması gereken bir husustur.
Bu yaklaşımın
önemi, çokça dillendirilen ancak kanaatimce gayet yanlış anlamalara açık olan tutum,
İslam toplumlarının geri kalmışlığı olgusunun sanki, birdenbire 19. yüzyıl
ikinci yarısında gündeme gelmiş ve tabiri caizse, apar topar bir reform
sürecine girişildiği intibaının oluşturulmasıdır.
Bu gelişmeye karşı
eleştirel tutum ortaya koyarken, aynı zamanda reform düşüncesinin, -adına İslam
toplumlarının erken dönemleri dikkate alındığında,- içtihad (ijtihad) sürecinin
göz ardı edildiği görülür.
Oysa, gerek dini,
gerekse siyasal bağlamda daha öncesinde başlayan süreçlerin varlığı biliniyor. Bu
durum, üzerinde özel bir yazıda durulmayı hak edecek önemdedir.
[1] Hisham Sharabi.
(1970). Arab Intellectuals and the West: The Formative Years, 1875-1914,
Baltimore: The Johns Hopkins Press, s. 27.
[2]
Faisal Devji. (2011).
“The idea of a Muslim community: British India, 1857-1906”, Colonial and
Post-Colonial Governance of Islam: Continuities and Ruptures, (ed.), Marcel
Maussen, Veit Bader; Annelies Moors, Amsterdam: Amsterdam University Press, s.
111. (111-132).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder