Mehmet Özay 19.11.2018
Yükseköğretim kurumlarının, eğitim-öğretim faaliyetlerini ve bunların artık
günümüzde doğal uzantıları kabul edilen bilimsel etkinliklerini ve yayınlarını sürdürülebilir
bir şekilde gerçekleştirebilmeleri, söz konusu bu kurumların sağlam temeller
üzerine inşa edilmeleri ve bu yapılaşmanın süreklilik arz etmesiyle
bağlantılıdır.
Bu yapılaşmanın, maddi ve maddi olmayan temelleri kendini çeşitli
şekillerde ortaya koyarken, hiç kuşku yok ki bu iki olgunun biraradalığı
kaçınılmaz bir bağlayıcılık arz etmektedir.
Bu noktada, bir yüksek öğretim kurumunun devlet temelli veya özel
teşebbüs ürünü olması, maddi ve maddi olmayan koşulların tedariki hususunda
farklılaşmalara yol açmaktadır.
Bu anlamda, yüksek öğretim kurumlarının
varlığının özel bir teşebbüs sonucunda gündeme gelmesi, bu yapının bütünüyle
sivil bireyler ve kurumlar üzerinden gerçekleştirildiği anlamına gelir. Böylesi
yüksek öğretim kurumlarının varlığının sürdürülebilirliği, klasik vakıf
geleneğinde belli ‘akar’lara bağlıdır.
Günümüzde ise, kurumsal sürekliliği sağlayan böylesi akar’ın yerine, belki
de bu geleneğin bir başka bağlamda görünümü olan bağış (endowment) olgusu günümüz sosyo-ekonomik koşullarının bir ürünü
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede, üniversite ve bağışçı açısından iki
temel çıkış noktasından bahsetmek mümkün.
Öncelikle üniversite bir kurum olarak, günün getirdiği akademik
yapılanmanın çeşitliliği ve derinliliği ile ekonomik yapılaşmanın getirdiği
zorlamalar ve zorluklar noktasında tek başına kişi veya kurumun üstlenebileceği
bir yapı olmaktan çıkmıştır.
Bağışçı noktasından bakıldığında ise, yine bir
önceki durumla bağlantılı olarak, geniş kapsamlı ve derinlikli akademik yaşamın
bütün bir alt yapısının yükünü üstlenecek sermaye birikiminden uzak olması
ve/veya böyle bir sermaye birikimi olma dahi, bu sermaye birikiminin
sürdürülebilir bir nitelik kazanmaması gibi bir tehlike söz konusudur.
Bu durum, kaçınılmaz olarak bir akademik kurumun varlığına sürdürülebilir
bir niteliğin nasıl kazandırılabileceği sorusunu karşımıza çıkarmaktadır.
Batıda olduğu gibi, Doğuda da akademik kurumlar devlet desteğinden
bağımsızlaşma eğilimlerine ve çeşitli ölçeklerde kurumsal
sürdürülebilirliklerini özel kesimden desteklerle gerçekleştirmektedirler.
Bu sürece destek verenler noktasında, örneğin ilgili ülkelerin -diyelim ki,
kraliyet veya sultanlık çevreleri, ekonomik donanımlarıyla dikkat çeken iş
çevreleri ve hatta geçmişte bilim çevrelerinde yer almış tekil kişileri,
aileleri de görmek mümkün.
Söz konusu bu çevreler, özel yüksek öğretimin sürdürülebilir işleyişinde
yeni formülasyonların hayata geçirilmesindeki rolleriyle öne çıkmaktadırlar. Bu
destekçi yapılar, ilgili yüksek öğretim kurumunda bir birimin maliyetini
üstlenmek suretiyle çoklu yapıya ortak olmaktadırlar. Burada ‘akar’ olgusunun
tekil bir nitelikten çoğul bir niteliğe dönüştüğü görülmektedir. Ve adına destekçi
denilen grubun zaman içerisinde birbiri yerine ikame edilen yapılar halinde
ilgili yüksek öğretim kurumunun sürdürülübelirliğini sağlamaktadırlar.
Bu noktada, bir destekçi unsur, kendi ilgi ve uzmanlık sahasına uygun bir
bölüm veya birime destek verebilmektedir. Buna mukabil, destekçi kendi
profesyonel alanının akademik çalışmalarla geliştirilmesi gibi doğrudan veya
dolaylı bir kazanım da elde etme imkânına sahip olabilmektedir.[1]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder