Mehmet Özay 14
Ekim 2014
Singapur Başbakanı Lee Hsien Lhoong’un üç gün sürecek Türkiye ziyareti
Pazar günü başladı. Lhoong’un Türkiye’ye bu ilk ziyareti. Singapur
Başbakanı’nın ziyaretinin bugünlere denk gelmesi tesadüf değil. Geçen Ocak
ayında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Doğu ve Güneydoğu Asya
ziyaretleri çerçevesinde Singapur’a da uğradığını biliyoruz. Dolayısıyla
Lhoong’un Türkiye’ye gelişi, bir anlamda iade-i ziyaret bağlamına oturtulabilir.
Ancak bununla sınırlı değil. Türkiye’nin şu veya bu şekilde var olmak istediği
coğrafyalardan biri olarak dikkat çeken Güneydoğu Asya’dan bir ülke
başbakanının Türkiye’ye gelmesi bu anlamda kayda değer bir gelişme.
Pek çok kişinin zihninde Singapur küçük, ancak zengin bir ada devleti
olarak yer etmiş olsa da, ülkenin ‘hikayesi’ bundan ibaret değil. Türkiye-Singapur
arasındaki ticaret hacminin 1.3 milyar dolar civarında oluşundan hareketle veya
sadece 710 km2’lik bir alanı kaplamasıyla bu Ada ülkesi göz ardı edilebilecek
bir coğrafya da değil.
Singapur bugün bir yandan Çin, öte yandan ABD ve ABD’nin bölgedeki
‘müttefikleriyle’ yakın temasta bulunan üzerinde yükseldiği adanın niceliğinden
bağımsız bir jeo-ekonomik ve jeo-stratejik öneme sahip. Öyle ki, bugün Çin’in
Pasifik’e bakan Batı bölgesinde birbiri ardına yükselen modern şehirlerin
yapılaşmasında Çin’in örnek aldığı bir ülke. Bu örneklik sadece masa üstünde
değil, Singapur’lu şirketlerle işbirliği şeklinde ortaya çıkıyor. Bu durum,
Singapur Adası’nın nüfusunun kahir ekseriyetini Çin kökenliler oluştursa da,
Çin siyasi rejimiyle ortak noktaları paylaşmıyorlar. İşte tam da bu noktada,
Singapur’un ABD’nin bölgede tabiri caizse ‘koruyucu çerçevesinde’ yer aldığı
görülür.
Singapur’un bir diğer özelliği, ASEAN ülkeleri içerisinde ise siyasi
yapısındaki istikrar ve bununla ilintili olarak süreklilik arz eden ekonomik
yapılaşması ve yeniliğe açık bürokratik mekanizması ile diğer ülkelerin açık
olmasa da gizliden gizlide imrendiği bir ada devleti olmasıdır. Örneğin
Malezya’nın sürekli örnek aldığı bu yanı başındaki Ada komşusu, bir süredir
Güneydoğu Asya’nın doğması beklenen yeni yıldızı Myanmar’la ilişkileri sağlam
tutuyor. Bu anlamda, Myanmar’ın kalkınma projelerinde Singapur’un kayda değer
bir payı şimdiden oluştu denilebilir. Tabii burada, siyasi istikrar derken,
ülkenin Batılı anlamda bir ‘demokratik’ yönetimle idare edildiğine vurgu
yapmayacağım. Çünkü böyle bir durum yok. Adına Cumhuriyet denilen bu ada
devletinde, kuruluşundan bu yana Halkın Eylem Partisi (PAP) yönetiminde bir
idareye sahip. Bu, ülkede seçimler olmadığı anlamını taşımıyor tabii ki. Ancak
Ada demokrasisinde olan biteni derinlemesine incelemenin yeri burası
olmadığından, ülkenin kurucu babası Lee Kuan Yew’un “Batı demokrasisi bize göre
değil” minvalindeki söylemi Ada siyasetini özetleyemeye kafidir.
Peki Türkiye ile Singapur’u ortak paydada buluşturan ne var sorusuna cevap
verebilir miyiz? Ekonomik bağlamıyla dikkate alınacak olursa, aradaki ticaret
hacmi 1.3 milyar Dolar civarında.
Sahip olduğu jeo-ekonomik konumu ile yabancı yatırımların sürekli
yenilendiği bir bölge olmakla birlikte Türkiye’nin Ada’da hissedilebilir bir
yeri olduğunu söylemek güç. Bu pasif konum, ümitsizliğe düşmeyi gerektirmez,
aksine Ada ile ilişkileri Ada’yla sınırlamadan nasıl geliştirebilirizin
yollarını aramak lazım. Bu noktada, Türkiye’nin Singapur’la ilişkilerinde bazı
teknik bağlamları da unutmamak gerekir. Bu çerçevede, Türkiye Ada’daki
profesyonel yönetim, bürokrasi mekanizması, denizcilik ve deniz güvenliği gibi
alanlarda işbirliği alanları olarak öne çıkartabilir.
Singapur Başbakanı’nın ziyaretinde günün küresel ‘terör’ hadiselerinden
biri de gündemde yer alacaktır. O da ışıd meselesi... Singapur, ABD öncülüğünde
oluşturulan uluslararası ittifak gücüne destek veriyor. Bu desteğin rasyonel
temelleri ise, komşu ülkeler Malezya/Endonezya ve Filipinler’den Suriye ve
Irak’ta faaliyet gösteren terör yapısına destek veren kişi ve grupların varlığı
Singapur’un ülke ve bölge güvenliği için önem verdiği bir konu.
Ekonomiden bir başka alana geçip bazı yazılıp çizilenlere değinmekte fayda
var. Ocak ayındaki gezi münasebetiyle Türk medyasında çıkan birkaç yazıda
‘tarihe’ kimi atıflar varsa da, bu ilişkinin pek de öyle zannedildiği gibi
olmadığını peşinen söylemeliyim. Aslında ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte,
mümkün olduğunca özetleyerek tarihi perspektife burada yer vermek istiyorum.
Türkiye-Singapur ilişkilerini 19. Yüzyıl son döneminde atanan konsoloslarla
başlatmak, Türkiye-Endonezya ilişkilerini 16. Yüzyıl’da Açe Sultanlığı’yla
ilişkilere odaklamakla aynı hatayı içinde barındırıyor. 19. Yüzyıl sonu, ticaret
kapitalizminin alabildiğine yükseldiği, bölgede varlığını sürdüren
İngiltere’nin, birbiriyle geçinemeyen Malay Sultanlıklarına nüfuzuyla daha da
güçlü bir şekilde ortaya koymaya başladığı bir döneme tekabül eder. İngiltere,
önce Penang Adası (1786) ardından Singpaur Adası (1819) ile bölgeyi yani Malay
Yarımadası’nı bir anlamda çember içine alırken, tabii ki, Ada’ya hakim olanlar
Singapurlu diye anılmıyordu. Ayrıca, Osmanlı’nın Singapur’a atadığı elçilerin
dönemin siyasi yapısıyla ilişkiler geliştirmek gibi bir hedef yerine, Malay
yarımadasınını Malaka Boğazı’nın kuzeyi ve güneyindeki Müslüman topluluklarının
karşı karşıya kaldıkları sömürgecilik yönetimleri bağlamında ‘elimden ne
gelebilirin’ bir cevabı olarak pratiğe yansıdığı şeklinde okumakta fayda. Bir
yanıyla da, gönderilen konsolosun birkaç yıl sonra maruz kaldığı akibetin
muğlaklığı da üzerinde araştırılmayı bekleyen önemli bir husus.
Dolayısıyla bugün adına Singapur denilen Ada devleti ile Türkiye arasında
başladığı varsayılan ilişkinin de bu tarihsel gerçeklikle örtüşmediğini ortaya
koymak gerekir. Singapur bir devlet olarak teşekkül etmesi, 2. Dünya Savaşı’nın
ardından sömürgelerinden birer birer kopma eğilim gösteren İngiltere’nin
aslında pek de çıkmak istemediği bir bölgede bulunuyordu. Malay Yarımadası’na
geç gelen ‘milliyetçilik’ nedeniyle 1957 yılında o döneme kadar birlik olamamış
Malay Sultanlıklarını bir masa etrafında toplayıp,bağımsızlığı verirken,
Singapur Adası tüm tarihsel organik ilişkisine rağmen artık bir Malay toprağı
değildi. Singapur Adası’nda demografik hakimiyet kadar siyasi ve entellektüel
birikim Çinli göçmenlere bizzat İngilizler eliyle tevdi edildiğinden Malay
Müslümanların zaten azınlıkta olan varlıkları siyasi bir yapı olarak dikkate
alınamayacak kadar cılızdı. Hemen yanı başındaki Malay Sultanlarınını ise
Singapur’daki Malay kardeşlerine bakışının herhalde milliyetçilik veya İslam
veya her ikisi karışımı bir siyasi mücadele veremeyeceği de ortadaydı. İngiliz
sömürgeciliği 1957 yılında ‘fiziki’ olarak Malay Yarımadası’ndan çıkarken
Singapur Adası “Crown Colony” statüsüyle krallığa bağlı bir siyasi yapı arz
ediyordu.
Adına Malay Federasyonu denilen bağımsız siyasi yapıya rağmen, 1948’de
baş gösteren Çin Komünist Gerilla hareketi sadece Malaya topraklarında değil,
Singapur’da da varlığını hissettirmesi ve bu hareketin İngiltere ve müttefiki
ülkelerin tüm girişimlerine rağmen 1960’lara kadar devamı, önemli bir siyasi
tehdidi ortaya koyuyordu. Bu tehdit, salt İngiltere’ye karşı değil,
İngiltere’nin temsil ettiği Batı siyasi sistemine karşıydı. Dolayısıyla 60’ları
siyasi şartlarında gene İngilizlerin inisiyatifiyle Borneo Adası’ndaki
koloniler kadar, Singapur Adası’nın da Malaya Federasyona katılımı komünizmin
bölgede olası bir siyasi rejime evrilmesinin önünü almanın çözümü olarak masaya
getirildi. Bu süreçte, Singapur’un siyasi liderliğini yürüten ve halen hayatta
olan Lee Kuan Yew, komünist ideolojinin yaygın olduğu işçi sendikaları ki, özellikle
tersane işçileri arasında yaygındı. Ayrıca lise ve yüksek öğretim kurumlarında
öğrenciler arasında büyük destek bulması, Malay Müslümanlarla hiç de istemediği
bir birlikteliği zorunlu kılıyordu.
Demek ki, önce Ada’nın tarihi hakkında
sağlıklı bilgi edinmek gerekir ki, bugün geliştirilmesini istediğimiz ilişkiler
yerli yerine oturtulabilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder