Mehmet Özay 18 Ekim 2014
Aylar önce kaleme aldığım yazılardan birinde, Joko
Widodo’nun Endonezya siyasetinde değişiklik yapıp yapamayacağını gündeme
getirmiştim. Bugün geldiğimiz noktada, Jokowoi’nin nasıl bir siyasi güç
merkeziyle karşı karşıya olduğu çok daha net ortaya çıkmış durumda. 9 Temmuz
Başkanlık seçimlerinden mağlup çıkan eski general Prabowo Subianto pes
etmeyeceğini hem sözlü hem de fiili olarak açık seçik dile getirdi ve getirmeye
devam ediyor. Bunun ülke siyasal sisteminde 1998 yılı Mayıs ayına, yani
Suharto’nun devrilişine kadarki süreçte hakim olan bürokratik/sivil-askeri
ekibin denetimi altındaki yapıya dönüş sinyalleri taşıdığı da görülüyor.
Örneğin, Prawobo’nun başında bulunduğu ‘Büyük
Endonezya Partisi’ (Gerindra)’nin önderliğinde kurulan ve adına “Kırmızı-Beyaz
İttifak” denilen yapı, daha Jokowi Başkanlık koltuğuna oturmadan, neredeyse
%60’lık kesimini elinde tuttuğu meclisten (MPR) halkın en temel demokratik
haklarından kabul edilen yerel yönetimleri belirleyecek oy kullanma hakkını
ellerinden alınan yasa geçirmiş oldular. Temelde bu yasa, Suharto döneminde
uygulanmış, 1999 yılında başlayan reform sürecinin açık bir görünümü olarak
2004 yılında değiştirilerek yerel yöneticileri halkın belirlenmesine
başlanmıştı.
Şimdi ise, halkın il, ilçe belediye
başkanlıklarının belirlenmesindeki ‘demokratik hakkı’ elinden alınmış durumda.
Bu sonuç, öyle göz ardı edilecek bir gelişme değil. Mecliste çoğunluğu elinde
tutan Prabowo ve yanlılarının modern Endonezya siyasal sisteminin dinamiklerini
oluşturan ‘derin ilişkiler’ ağını koruma ve kollama vazifesinin bir sonucu. Zaten
biz de, Jokowi’nin başkanlık adaylığı kesinleştiğinde Endonezya siyasal
sistemindeki bu ‘ağır tabaka’nın ortadan kaldırılıp kaldırılmayacağı
konusundaki görüşleremizde bunun zorluğunu gündeme getirmiştik.
Bu ağır tabakanın varlığı konusunda fikir sahibi
olmak, bizi Prabowo ve ittifakının bununla yetinmeyeceği sonucuna getiriyor.
Mağlup bir başkan adayının sıradan bir intikam psikolojisinden öte, Suhartolu
yıllarda yapılaşan eko-politiğin devam edip etmeyeceğiyle alâkalı bir durum söz
konusu. Prabowo ittifakına adını veren ‘Kırmızı-Beyaz’a da değineyim kısaca.
Kırmızı-Beyaz ülke bayrağını sembolize ediyor. Bayrak konusunda kimsenin
itirazı yok. Ancak bayrağı sahiplenme olgusunun Endonezya ve benzeri ülkelerde
ajite edici bir şekilde ortaya çıkartma gücünü elinde bulunduran ise
ultra-milliyetçi kesimlerdir. Bir anlamda ‘ultra-milliyetçi’ olmaya da itiraz edilemeyebilir. Ancak Endonezya gibi 350 etnik yapıyı birarada
barındıran bir ülkede bu ‘ultra-milliyetçilik’ Cava Adası kökenli bir siyasi-toplumsal-kültürel
ve de dini hegemonyaya işaret ediyorsa, burada ciddi bir tehlikeden ve de
tehditten söz etmek gerekir. “Siyasi ve toplumsalını anladık da, ‘kültürel ve
dini’ nesi oluyor?” diye soracak olanlara, burada derin bir tartışmaya girmek yerine, “Kırmızı-Beyaz
İttifak” içinde, adına 'İslamcı' denilen partilerin varlığına dikkat çekmekle
yetineyim.
Jokowi’nin bu yapı ile nerede ayrıldığını
görebilirsek, karşı karşıya olduğu zorluklar da kendiliğinden ortaya
çıkacaktır. İlki, Jokowi sivil bir politikacı. 'Politikacı zaten sivildir' diyenler
çıkacaktır. Ancak Endonezya siyasetinde politika, üniformasını bedeninden
çıkarmış, ancak zihniyet olarak hala ordu mentalisindeki ‘liderlerin’ güdümünde
olduğundan bu kavram çok önemlidir. Reform sürecinin başlangıcında, 1999
seçimlerinin ardından Başkanlık koltuğuna oturan ancak yerleşik düzene epeyce
aykırı görüşlere sahip -rahmetli- Abdurrahman Wahid’in nasıl yerinden
edildiğini hatırlamak; ve ardından yaklaşık iki buçuk yıl başkanlık koltuğuna ‘oturtulan’ Megawati Sukarnoputri’yi asker-tipi politikacı
sınıflaması içine almakta fayda var. Ne de olsa, Megawati tüm siyasi
meşruiyetini bir asker-başkan olan babası Sukarno’ya borçludur. Bu nedenledir
ki, statükocular, Abdurrahman Wahid gibi ‘liberal’ yanıyla da olsa bir dini
cemaate bağlı ‘sivil’ bir politikacıya ancak çok kısa süre tahammül edebilmişlerdir.
İkincisi, Jokowi siyasi parti kadrolarında yetişmiş, Jakarta siyasetinin dinamiklerinin içinde şu veya bu şekilde rol almış bir siyasi aktör de değildir. Üçüncü özelliği, orta sınıf bir tüccar sınıfından gelmesidir. Ordu ve ordunun sivil uzantısı Jakarta siyasetinin odağında veya çeperinde olmamak, onu içinden doğduğu toplumsal kesimin ilkelerine yakınlaştırması dolayısıyla Jokowi tastamam ‘sivil’ olmayı hak etmektedir. Bu ‘toplumsal kesim’ de aslında öyle pek azımsanacak gibi bir kitleye işaret etmiyor. Aksine, tüm mağdurlar, ezilmişler, ‘siyasi etik’ sahibi bir lider arayanların tümü umutlarını Jokowi’de buluyor.
İkincisi, Jokowi siyasi parti kadrolarında yetişmiş, Jakarta siyasetinin dinamiklerinin içinde şu veya bu şekilde rol almış bir siyasi aktör de değildir. Üçüncü özelliği, orta sınıf bir tüccar sınıfından gelmesidir. Ordu ve ordunun sivil uzantısı Jakarta siyasetinin odağında veya çeperinde olmamak, onu içinden doğduğu toplumsal kesimin ilkelerine yakınlaştırması dolayısıyla Jokowi tastamam ‘sivil’ olmayı hak etmektedir. Bu ‘toplumsal kesim’ de aslında öyle pek azımsanacak gibi bir kitleye işaret etmiyor. Aksine, tüm mağdurlar, ezilmişler, ‘siyasi etik’ sahibi bir lider arayanların tümü umutlarını Jokowi’de buluyor.
Bu durumda, Jokowi’nin başkanlık öncesi seçim
kampanyalarından bugüne kadar ülkede neyi, nasıl değiştireceğine dair
açıklamlarına dikkat kesilindiğinde kendisini çok yakınında bildiği halkın
taleplerini gündeme getirdiği görülecektir. Bunları tek tek sıralamadan önce,
ulusal ve uluslararası gözlemcilerin Jokowi’yi bekleyen temel zorluklar diye
ortaya koydukları ‘ekonomiyi’ canlandırmak, ‘siyasi’ rakipleriyle mücadele
etmek gibi iki kayda değer temaya eğilmek gerekir. Aslında bu iki olgu,
Endonezya siyasi yapılaşmasına dair yukarıda kısaca dile getirdiğim hususlardan
bağımsız değil. Yani, bir ordu ve orduya paralel uzanan ve merkezi tutan bir
siyaset ortamı hem ülke ekonomisini hem de siyasetine hakimdir. Bununla neyi
anlamamız gerekiyor?
Bu noktada Endonezya ordusunun en azından benzeri
ülkeler karşılaştırmasından yola çıkarsak kendine özgü bir yapılaşması vardır.
O da, ordu hükümet bütçesinden beslenmez. Ordu, bütçesini ve buna paralel olarak
ekonomisini kendi oluşturur. Bu durum, orduyu bağımsızlıktan bu yana ülkenin
her türlü gelişmede karar mercii kılmaya yetmektedir. Öyle ki, ordunun gücü en ücra bir adadaki
köyden, Jakarta merkezindeki karargâha kadar, -'yasal' ve 'yasal olmayan' şekilde-, ekonomik yapılaşmaların odağıyla bağlantılıdır.
Maaşını, hükümetin belirlediği bütçeden almayan bir ordu mensubunun, gelirini
nereden elde edeceği meselesi başlı başına önemlidir. Bu durum, genel
itibarıyla ülke ekonomisinin, -velev ki çok başarılı bir gelişme evresi
geçirmiş olsa da- ordu nizamının ve bu nizamın ‘sivil siyasete’ etkisini
ortadan kaldırmak yerine, aksine orduyu daha da güçlü kılan bir niteliğe
sahiptir.
Dolayısıyla Jokowi’den ülke ekonomisini ‘diriltme’ çabası
bekleyenler, aslında Jokowi’nin ortaya koymayı seçtiği açılımı okumada
başarısız olmuşlardır. Hemen şuraya geleyim.... Daha birkaç hafta önce,
Meclis’te Prabowo ve ittifak güçlerinin halkın en temel hakkı olan idarecisini
seçme gücünü elinden alması salt bir siyasi hareket değildir. Aksine, bu icraat
başlı başına ekonomik gücü elinde tutan
sivil-asker ittifakının mevcut imkanlarını koruma güdüsüyle yapılmış rasyonel
bir girişimdir. Bakın, daha Jokowi kampanya dönemindeki partiler arası ittifak
görüşmelerinde belirttiği bir husus vardır. Neydi o? “Ben bakanlıkları pazarlık
konusu yapmam. Ülke yönetimde işinin ehli teknokratlar ve ‘siyasi etik’ sahibi
siyaset erbabıyla çalışacağım.” demesi, ülke siyasetinin odağındaki ayrışmayı
gündeme getirdi. Bir kez daha tekrar etmek isterim ki, sözde İslamcı partilerin
bu ayrışmada -gönüllü olarak veya tehditler neticesinde- Prabowo yanlısı tercihleri
yabana atılır olmadığı gibi, üzerinde çok ciddi tartışmaların yapılması gereken
bir konudur.
Endonezya keskin bir ayrımın eşiğinde, 1998
Mayıs’ında Suharto’nun devrilmesini müteakip bugüne kadar süren adına ‘reform’
denilen süreçte hak edilen icraatları yerine getirilememiş olması, halkın
önemli bir bölümünde yılgınlığa yol açmıştı. Jokowi, bu yılgın kesimlerin bir
‘umudu’ olarak gündemde. Jokowi’yi çok çetrefil bir görev bekliyor. Ancak
kitleler, bu görevi ‘bir adama’ yıkarak sorumluluktan kaçamaz. Aslında bu
noktada Jokowi ipucunu vermiştir. Ve bugüne kadar kendilerine verildiği
söylenen tüm haklara rağmen, merkezin yani Jakarta’nın güç odaklarının manipüle
etmeyi yeğlediği yerel yönetimlerle ilişkileri güçlendireceğini açıklaması
kimlerle işbirliği yapacağını da ortaya koyuyor. Jokowi ‘halka’ bakıyor. Halk
ona ‘bakmayı’ sürdürebilecek mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder