Mehmet Özay 24 Eylül 2014
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in Hindistan’a yaptığı resmi ziyaret, bu
yüzyıla biçilen ‘Asya’ vurgusunu güçlendirir nitelikteydi. Ancak bu gelişmeyle dikkat
çeken husus, Asya vurgusunda belirleyici gücün ABD mi, yoksa bölge güçleri mi
olacağı yönünde odaklanıyor. Bir tezatı açıkça içinde barındıran bu durum, Asya
Yüzyılı vurgusuna ABD kadar Çin ve Hindistan’ın da rol alabileceğini gösteriyor.
Öyle ki, bu ziyaretin ortaya koyduğu gelecek vaadini Hindistan Ulusal Güvenlik
Danışmanı’nın, ‘yörünge sıçraması’ kavramında ortaya koymak mümkün.
Bununla birlikte, Çin-Hindistan ilişkilerinin bugün başlamadığı gibi, bu
iki ülkenin tarihsel ve kültürel olarak bölgede oynadıkları rol de yabana
atılacak gibi değil. Örneğin, bu ziyaretten sadece birkaç ay önce Beijing’de
yapılan üst düzey bir törenle Çin-Hindistan (ve de Myanmar) arasında Beş İlke
adıyla anılan barışçıl birliktelik sözleşmesinin 60. yılı kutlamaları vardı. Savaş
sonrası gelişmelerinde doğan Beş İlke’ye dayalı yapı, Batı-Doğu yani
ABD-Sovyetler Birliği özelinde doğan ve başat mücadele sahası Avrupa kıtası
olan ‘Soğuk Savaş’ yılların, Güney-Doğu ve Güneydoğu Asya’daki güçleri, ya
doğu/batı bloğundan birine yakınlaşan veya adına ‘bağlantısızlar’ denilen
oluşumun ipuçlarını da içinde barındırıyor. Bugün Xi Jinping’in Hindistan
ziyaretinin, böylesi bir yapının altmışıncı yılına denk gelmesi de oldukça
anlamlı. Son dönemde ise. Prematüre de olsa, bunun küresel boyuttaki karşılığı
ise BRICS’deki birliktelikte bulmak mümkün.
Ev sahibi Nahendra Modi’nin demecinde yer alan “iki ülkenin birlikte
çalışmasının dünyada kalkınma ve ilerlemede önemli kapılar açacaktır” cümlesi,
Asya Yüzyılı vurgusunda ABD’nin tek aktör olmadığına işaret ediyor. Bunun yanı
sıra, ABD dışında söz söyleme kabiliyetinde olduğu iddiasındaki güçleri ortaya
koyuyor.
ABD’nin Asya Yüzyılı söylemiyle ne kast ettiğine kısaca bir bakalım. Söz
konusu vurguyu, Hillary Clinton 2011 yılı Kasım ayında yayınlanan makale ile
yapmıştı. Clinton özelinde ABD’nin bu çıkışında, Obama yönetimiyle birlikte
Ortadoğu ve Afganistan’daki uzun yıllara yayılan savaş dayatmacılığının sona
ermesi ile Çin’in bizzat ABD eliyle gelişme gösteren ekonomik kalkınmışlık
sürecinin bizatihi ABD’yi esir alacak boyutlarının uç vermesiyle alâkalı. Bu
çıkışlar, bölgede kimin ‘ön’ alacağıyla ilintili. Salt ekonomik gelişmişliğiyle
öne çıkan bir Çin değil, ‘paranın’ getirdiği bir tür zorunlu silahlanma ve
yayılmacılık hissi uyandıran bölgesel atraksiyonlarıyla alâkalı.
Bu yüzyılla ilgili Asya vurgusu öne çıkarken, ABD’nin önceliğinin bütün bir
Asya’yı kapladığının düşünülmesi de mümkün değil. Zaten Clinton’un makalesinde
vurgu Asya-Pasifik bölgesine. Yani, koca bir Asya kıtasından ziyade, ABD’nin
batısındaki deniz sınırını oluşturan Pasifik’in öte yakası, yani Doğu ve
Güneydoğu Asya özelinedir. Asya-Pasifik’in, ABD’nin önümüzdeki yüz yıllık
politikasında odak bölge özelliğine çıkartılmasında, okyanus sınırının öte
ucunda var olan Çin’in bu sınır üzerinden esneme hareketleri sergilemesi bulunuyor.
Ancak girişte dile getirildiği üzere, başta enerji olmak üzere küresel emtianın
değiş tokuşunda aktarma organı rolü oynayan Hint Okyanusu ve çevresinin
güvenliği Doğu ve Güneydoğu Asya sularından ayrı değerlendirilmiyor.
ABD’nin bölge üzerinde yapılaştırıcı tasarımına karşılık Çin’in
uluslararası politikalarında yeniliklere gittiğine dair ciddi işaretler var. Bu
bir anlamda, ABD Asya Yüzyılı söylemini ‘çerçeveleme’ çabası olarak da
değerlendirilebilir. Bunun son örneği, Xi Jinping’in Hindistan’a yaptığı
ziyaret. İki ülke arasında 4000 kilometre uzunluğunda sınırın bulunduğu
Himalayalardaki çatışmalara kadar varan teritoryal anlaşmazlıklarla koşut giden
bu ziyaret, Çin gibi ikili sistemle yönetilen bir ülke ile, bağlantısızlar
kulübünün önemli üyesi Hindistan’ın küresel ilişkileri tekelinde yürütme
gayretindeki ABD’ye karşı birarada olabilecekleri vurgusuyla öne çıktı.
Bu iki ülkenin biraraya gelişlerini ‘süpriz’ olarak değerlendirmek hatalı
olur. Her şeyden önce, yukarıda kısaca değinilen Savaş sonrası koşullarındaki anlaşmanın
ötesinde, şu tarihi geçmişi hatırlatmakta fayda var. Çin ve Hindistan sadece
bugünkü sınırlarını oluşturdukları coğrafyada değil, Güney, Doğu ve Güneydoğu
Asya’yı içine alan geniş bir coğrafyada dini-kültürel yapıları ile
yapılaştırıcı rol oynamış iki önemli blok. Her iki yapının Hıristiyanlık ve
İslam öncesi, ki bölgeyi konuşurken İslam ve Hıristiyanlık sıralaması daha
uygun, dini/kültürel rolleri ile, Batı Asya’dan Doğu Asya’ya uzanan ve deniz ve
su yolları ile nüfuz edebildikleri yerlere kadar ilerleyen birer medeniyet
unsuruydular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder