Mehmet
Özay 4
Şubat 2013
Tayland Prince Songkla Üniversitesi’ne bağlı
Pattani İslami Çalışmalar Enstitüsü'nce 14-16 Ocak tarihleri arasında ikincisi
gerçekleştirilen uluslararası konferansa dair bir süre önce, Patanili bazı dostlarla
yaptığım görüşmeleri ve gözlemleri aktarmıştım. Bu yazıda, konferans içeriğine
dair bir şeyler söylemenin faydalı olacağına inanıyorum.
Öncelikle, konferansa kimler iştirak ettiğine kısaca bir bakalım. Çeşitli
oturumlarda makalelerini paylaşan akademisyen ve araştırmacıların sayısındaki
sınırlılığa rağmen, konferansı takip eden yabancı davetlilerin sayısı dikkat
çekiciydi. Söz konusu bu ülkeler arasında, Malezya, Endonezya, Singapur gibi
bölge ülkelerinin yanı sıra, Pakistan, Hindistan, Suudi Arabistan, Filistin,
Türkiye, Katar ve Mısır yer alıyordu. Bu vesile ile Türkiye’den Fırat
Üniversitesi uluslararası ilişkilerden sorumlu Rektör Yardımcısı Prof. Dr.
Deniz Şen’in, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı, Prof. Dr. Şinasi
Gündüz’ün de hazır bulunduğunu ifade edeyim.
Fırat Üniversitesi ile Prince Songkla Üniversitesi arasındaki işbirliği
çabalarını olduğunu görmekten ayrıca memnuniyet duyduğumu belirtmek isterim. İki
yüksek öğretim kurumu arasında geliştirilmesi öngörülen ilişkinin, sadece
‘İlahiyat’ alanında değil, Pattani bölgesinin ekonomik kalkınma projeksiyonunu
ortaya koyacak bir fizibilite ve akabinde pratikte Patani Eyalet yönetimi ve
özellikle de halkıyla işbirliğini geliştirmeye yönelik olarak üretim odaklı
saha çalışmaların hayata geçirilmesinin önemi kaçınılmaz. Fırat
Üniversitesi’nin kapasitesinin buna elverdiğini düşünmek kadar, Fırat
Üniversitesi aracılığıyla Türkiye’nin Patani Eyaleti’nin ihtiyaçlarını dikkate
alarak Türkiye’deki ilgili kurum ve kuruluşların teknik, insan kaynakları ve
maddi destekleri ile bölgede önemli bir girişimin kapısı aralanabilir. Yüksek
öğretim kurumları arasındaki ilişkinin geliştirilmesi aynı zamanda, Dışişleri
Bakanlığı’nın bölge üzerindeki ‘niyetine’ de uygun düşeceği muhakkaktır.
İlgililerin bu hususu dikkate alacaklarını umuyorum.
Şimdi, söz konusu bu konferanstan ne anlamamız gerektiğine dair bir şeyler
söylemekte fayda var. Sunumlar ve özellikle Patani Deklarasyonu adıyla ortaya
konan kapanış bildirgesi çerçevesinde, uzun yıllar Güneydoğu Asya
İslamlaşmasında öncü bölgelerarasında yer almış ve bugün halen bir çatışma
bölgesi olan Patani’de mevcut İslami eğitimin kökenlerinde reformcu hareketin
belirleyicilik rolü oynamaya çalıştığı gibi bir sonuca ulaşmak zor değil. Haddi
zatında bu durum, Patani özelinde yeni bir sürece işaret etmesiyle dikkat
çekiyor. 19. yüzyıl ikinci yarısından başlayan süreç, ulus/devletlere
eklemlendirilen ve bu yapı içerisinde varlık sürmek durumunda bırakılan ümmetin,
sadece batının bilimsel ve kültürel devrimleriyle değil, aynı zamanda bunun
ürettiği ulus devletler içerisinde de var olma mücadelesi üst üste gelen meydan
okumalar şeklinde değerlendirilebilir. Aradan geçen on yıllar boyunca, İslam
eğitimi alanında yaşanan yenilikçi atılımlar karşılığını nerede bulduğu
eleştirel bir yaklaşımı gerektiriyor. Geri kalmışlığı ileri sürülerek, İslam
toplumlarının yeniden diriltilmesi çabasını eğitime endeksleyen yaklaşımın
çeşitli ülkelerdeki gösterimleri birbiriyle ilişkili veya ilişkisiz olmakla
birlikte, birleştikleri ortak nokta Batılı eğitim kurumlarının geçirdiği
süreçlerin İslami eğitim kurumlarının yenilenmesinde hedef kılmakta olduğu
dikkat çeker. Bu hususun, tastamam Patani’de de gündeme getiriliyor oluşu bu
konferansın gayesini oluşturuyordu.
Amacın Batılı toplumların gelişmişlik düzeyini yakalamak olduğu ileri
sürülen bu atılımlar zincirinin toplumsal yansıması, sadece ‘eğitimin’
rasyonelleştirilmesiyle kalmamakta, aynı zamanda belki bundan çok daha kapsamlı
bir şekilde Müslüman toplumlarının Batılılaşmasına yol açmaktadır. Eğitimli
kesimlerin talepleri, istekleri ekonomik ve sosyal gerçekliğini üretmekte
gecikmemiştir. Temelde ekonomik verilere dayalı olarak gelişmiş veya gelişmekte
olan şeklinde sınıflandırılan Müslüman kitlelerin çoğunluğunu teşkil ettiği
devletlere bakıldığında eğitim alanında varsayılan gelişmelerin yeterli
olmadığı ortak bir kanaati oluşturmaktadır. Reformcu düşünce yanlılarının
‘aradaki büyük açığı’ kapatma yolundaki çabaları devam ederken, bu çabanın ‘öte
boyutları’ da dikkat çekiyor.
İslam Koleji’nin gelenekselleştirmeyi arzu ettiği konferansın akademik
disiplin kadar, konferansın son günü açıklanan ‘Patani Deklarasyon’ Patani
toplumu ve ilgili çevrelere mesaj niteliği taşıyan bir sivil inisiyatif rolünü
de üstlendiği izlenimini edinmek güç değildi. Ancak gerek 2010, gerekse katılımcısı
olduğumuz ikinci konferans sonunda ilân edilen bildirgelerdeki benzer bazı
maddeler üzerinde iki açıdan durulması gerekiyor. İlk husus, söz konusu
konferansın Patani sosyal yaşamını şekillendiren dini eğitim kurumlarının
tümünü kapsamadığını, örneğin bölgenin hem İslamlaşma süreçlerine hem de İslam
bilim ve kültür geleneğinin teşkilindeki rolüyle hiç de göz ardı edilemeyecek
olan pondok adı verilen kurumların temsilcilerinin yer almadığı, sadece modern
eğitim kurumu olarak dikkat çeken İslam Koleji ve Yala İslam Üniversitesi’nin
öncü isimlerinin ve de diğer ülkelerden gelen bazı şahsiyetlerin görüşleri
çerçevesinde şekillendirildiğidir.
Patani’de köklü geleneksel İslami eğitim
kurumlarının ve bu kurumların öncü isimlerinin böylesi bir deklarasyonda imzalarının
olmaması, alınan kararların Patani toplum ve siyasi yapısını ne kadar bağlayıcı
kıldığı, en azından bölgede İslami ilim çevrelerinin aralarında ‘ittifak’
oluşturamadığı konusunda birtakım haklı şüphelerin nüksetmesine neden oluyor.
Bunun ötesinde, zaten bir şekilde var olan gelenekselci/modernist
uyuşmazlığının bir süre sonra istenmeyen düzeylerde sosyal çatışmalara yön
verebileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Öte yandan, hâlâ sıcak
çatışmalara konu olan bölgede Müslüman Malayların lideri konumundaki hem
akademi hem de pondok çevresinin bu ittifaka kayıtsızlığı, ortak hedef
belirlenememesi nedeniyle toplumda yüce idealler çerçevesinde hedef ve amaç
birliği teşekkül ettirilememesi gibi bir arızaya neden olacaktır.
İkinci husus, deklarasyonun kimi maddeleriyle ilgili. Bu ilgili maddeleri
dikkate almamızın temel nedeni, bu deklarasyonun ilân edildiği toprak
parçasının siyasi, kültürel ve dini yapısıyla ilgili olmasıyla yakından
alâkalı. Örneğin, ‘İslami çalışmaların sadece Müslümanlar arasında değil, aynı
zamanda bütün insanlık için barış ve ahenk (harmony)
içerisinde yaşama değerlerine vurgu yapması...’. Bu maddenin içeriği kadar,
nerede söylendiği de önemli. Barış ve ahengi bozan unsurların neler olduğunu
Patani ve uluslararası topluma açıklanmasında fayda var. Yüzyılı aşkın bir süredir
Budist/seküler ulus-devlet sınırlamalarına maruz kalan Müslüman Patani halkı
Güneydoğu Asya Müslüman azınlık toplumlarının karşı karşıya kaldığı sorunların
benzerleriyle karşı karşıyadır. Bugün Patanililer kendi dillerinde basın-yayın
faaliyeti yapamamakta; ne bir günlük gazete çıkartmaya ne bir kitap yayımına cesaret
edebilmektedirler. Patanili entellektüellerinin, din alimlerinin ve sivil
toplum kesimlerinin bu sorun üzerinde belirleyici bir düşünce ve eylem plânı
geliştirmeleri Patani halkının yararına olacaktır. Şayet ‘İslami çalışmaların’
toplumda Müslim ve gayri Müslim toplumlarda ahenk ve barışı öncelleyecek
girişimlerinin bölge halkının tarihi, kültür ve dini birikimlerini yok sayacak
bir yapılanmayı hedefliyorsa, bunu zaten Bangkok merkezi hükümeti uzun süredir
gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor. Bu noktada, ekstra bir sürece veya
yapılanmaya gerek yok zaten.
Dikkat çekilmesi gereken bir diğer madde ise şudur: “İslami çalışmalar
toplumda ve toplumlar arasında barış ve ahengin tesisi; büyüme, kalkınma ve
sosyal adaletin başarıyla gerçekleştirilmesi için bilim ve teknolojinin
geliştirilmesinin önemine vurgu yapmalıdır.” Bu madde, adına modern denilen
dönemin başlangıcından bugüne değin, yer kürenin batısından doğusuna zorunlu
veya gönüllü olarak transfer edilen bilim ve teknolojinin temelleri, hedefleri
konusunda çaplı araştırmalar yapmak yerine, söz konusu bu iki olgunun Müslüman
toplumlarda daha da başat hale gelmesine aracılık edecek bir sürece işaret
edilmesinin ne kadar hayra yorulabileceği sorusunu akla getiriyor. Günümüz
koşullarında, aslında uzunca bir süredir, bilim ve teknolojinin nihai plânda
kapitalizm gibi gündelik üretim/tüketim diyalojik ilişkisine yol açan bir tür
materyalizme endekslendiği dikkate
alındığında, böylesi bir yönelimin haddi zatında Müslüman toplumlara neler
bahşedebileceği konusunda ciddi kaygılar söz konusu.
Yukarıda zikredilen
maddenin hedefi de Batılı bilim ve teknolojinin geliştirilmesinde İslami
bilimlerin veya İslami bilimlerden şu veya bu şekilde beslenen çalışmaların
aracı kılınması gibi bir tehlikeyi açığa vurmuyor değil. Maddede zikredilmese
de, bilim ve teknolojinin tüketime dönüştürülebilirliğine dikkat
kesildiğimizde, Müslüman kitlelerin gündelik yaşamdaki hazcı tüketim davranış
biçimleri edinme gibi bir yönelime sürüklenecekleri üzerinde pek de durulmuyor.
Aslında İslami bilimlerin hangi bilim ve teknolojinin geliştirilmesi üzerinde
durulması gerekirken, kopyala/yapıştır yöntemiyle bir tür manipülasyonun ortaya
çıkma tehlikesi seziliyor. Patani gibi, geleneksel değerlere sahip ve uzun
süredir Budist Tay yönetiminin askeri baskısına maruz kalan bir toplumda,
İslami bilimlerin ne olup olmadığı, neye hizmet edip etmeyeceği, şayet ortada
bir maddi ‘geri kalmışlık’tan söz edilecekse, bunun geri ‘bırakılmışlık’la
ilişkisi gibi hususların sadece ‘dışarlıklıların desteğini’ alarak Patani
toplumuna ‘dayatmacı’ bir yönelimi andıran yaklaşımı izlemekle değil de,
bizatihi Patanililerin tüm kültürel parametreleriyle birbirleriyle ve
‘dışarlıklılarla’ ciddi bir etkileşim içine girmelerinin çok daha verimli
olacağına kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder